Kulüp'e Hoşgeldiniz

Ötekileştirilenlerin hikayesi Kulüp, Farklılıklar zenginliğimizdir! diyor.

Eylül Kübra Uzun Eylül Kübra Uzun

Sonunda Squid Game’i tahtından indiren bir proje oldu ve ne güzel ki bu da Netflix’in dikkat çeken yeni yerli dizisi “ Kulüp “oldu…

İtiraf etmeliyim ki kadroyu ve hikayeyi duyunca heyecan ile bu projeyi bekledim.

Özellikle kadın hikayeleri ve dönem işinde zirvedeki isimlerden biri olan yönetmen Zeynep Günay Tan yine çok güzel bir iş çıkarmış.

1950’li yılların Türkiye’sini mercek altına alan, Türk Yahudi Toplumunu da en iyi şekilde yansıtan “Kulüp”’te eski mahkum Matilda, dönemin en ünlü gece kulüplerinden birinde çalışırken doğar doğmaz terketmek zorunda kaldığı, hiç görmediği, yetimhanede büyüyen kızı ile bağ kurmaya çalışır. Bir yanda ilişki kurmakta zorlandığı kızı, bir yanda çalıştığı gece kulübünde uğraşmak zorunda kaldığı sorunlar, bir yanda da geçmişi derken genç ama yorgun bir kadının hayatını çok gerçekçi bir yerden izliyoruz.

Dönemin Türk Yahudi yaşantısını en ince ayrıntısına kadar doğru şekilde yansıtan dizinin cast seçimi de çok doğru yapılmış… Türk Yahudilerinin de yer aldığı yan karakterler projeye çok güzel renk katmış… Projede en çok ilgimi çekenler de zaten Ladino tonlamaları ve Sefarad kültürüne ait detaylardı. Dekor, kostümler, çekim açıları, renkler muhteşem… Görsel olarak dış çekimler biraz rahatsız etti, plato olduğu çok belliydi. Buna rağmen dizi değil de sinema izliyormuş gibi hissettirdi. Karakterler biraz daha derin işlenebilirdi diye düşünüyorum. Belki ikinci sezona saklıyorlardır ama 6 bölümden oluşan ilk sezonun karakterlerin derinine inmek için yeterli olduğuna inanıyorum.

Gece saat 1’de izlemeye başladım ve önceki günden uykusuz olmama rağmen 4 bölümü arka arkaya bitirdim. Ertesi güne de kalan bölümleri izleme heyecanı ile uyandım.

Biraz da oyunculara değinmek istiyorum;

Gökçe Bahadır hiçbir şey yapmasa da derin anlamlar taşıyan, buğulu gözleri ile çok şanslı bir oyuncu… Bugüne kadar oynadığı rollerde de hep iyi olduğunu düşünüyorum. Bu projeyi izlerken biraz tekrara düşmeye başladığını hissettim. 15 yıllık mantosu ile sokaklarda yürüyen Matilda’yı her gördüğümde, Yaprak Dökümü’ndeki pembe mantolu Leyla’yı izliyor gibiydim. Yaş, hikaye, dönem ve karakter farkına rağmen Matilda’nın Leyla’ya çok benzer yorumlandığını söyleyebilirim.

Raşel’i oynayan Asude Kelebek’in baştaki abartılı şımarık hallerinden genç kadınlığa geçişi güzel çıkardığını düşünüyorum. Bıcır bıcır ama tutkulu, duygusal ama bir yandan da geçmişten gelen travmaları nedeni ile her duygusunun içinde öfke barındıran hali oldukça gerçekti. Tek söyleyebileceğim konuşma dilini o döneme göre fazla modern buldum, o kısma daha fazla özen gösterilmesini isterdim.

Salih Bademci’nin olduğu her sahneyi hayranlıkla izledim. O kadar gerçekti ki… Bedenini, sesini, mimiklerini kullanışı… Öyle detaylar bulmuş ki karakter için, gerçekten de Selim Songür’ü iliklerime kadar hissettim. Gerçekten bütün ödüller Salih Bademci’ye dedirtiyor.

Barış Arduç’u izlerken nedense tek gördüğüm İffet’te Cemil’i beyinlerimize kazıyan Faruk Peker oldu diyebilirim. Sanki role hazırlanırken tekrar tekrar o filmi izledikten sonra oynamış hissi uyandırdı. O nedenle belki de dizide en hissedemediğim karakter oldu diyebilirim. Neyse ki oynadığı sahnelerin büyük bir kısmını Raşel ile oynadı ki o gelgitli aşk sahneleri sayesinde projenin içinde çok fazla göze batmadı.

Metin Akdülger inişli çıkışlı, gizemli rolleri çok iyi çıkarıyor. Burada oldukça akıcı bir performans sergilemiş. Yalnız öfke anlarında deja vu yaşar gibi oldum. Kıyafet, konu, dönem, isim farklı ama öfke aynı gibi… Yine de asi, beyefendi, ya da sorunlu karakterlere daha çok hayat vereceğine eminim. Kesinlikle değişik bir aurası olduğunu düşünüyorum. Ancak kelimelerini yutarak konuşması nedeni ile tekrar başa alarak izlemek zorunda kalan bir tek ben miyim sorusunu sormadan geçemeyeceğim.

Fırat Tanış’ı ilk gördüğümde çok yabancılaştım; o kadar alışmışım ki sakallı haline… Yine her zamanki gibi rolünü giyinmiş, seyirciye de her duyguyu yaşatıyor. Zaten en iyi karakter oyuncularımızdan biri olduğunu düşünüyorum. Performansı da şaşırtmadı o nedenle…

Sonuç olarak izlenilesi bir iş olmuş. Zaten sabun köpüğü romantik komediler, gerçek hayatlardan esinlenilmiş psikolojik yapımlar, aşiret projeleri, bolca entrikalı, vurdulu kırdılı dizilerden sonra; Kulüp ilaç gibi geldi. Netflix sayesinde daha cesur projeler izleyebiliyoruz, bu da sektöre inancımı arttırıyor. Yalnız ne zaman Türkiye’yi bir dönem projesinde izlesem, benim dönemimin 2000’li yıllara denk gelmesine üzülüyorum. İstanbul gibi bir şehrin o dönemdeki ve şimdiki demografik yapısına bakıyor ve geldiğimiz bu noktadan da hiç haz etmiyorum.