Kağıttan Hayatlar'da Eksik Olan Ne?

Çağatay Ulusoy'un performansı yeni bir Kıvanç Tatlıtuğ mu getiriyor?

Eylül Kübra Uzun Eylül Kübra Uzun

Çok konuşulan Kağıttan Hayatlar, Netflix projesi olarak yayınlandığı ikinci günden itibaren zirveden inmeyerek dikkatleri üzerine topladı. Çağatay Ulusoy’un aynı zamanda projenin yaratıcı prodüktörü olması benim ilgimi çeken önemli bir detay oldu. Oyuncuların kendi sektörlerinde tek bir alanla yetinmeyip, kendilerini geliştirmesi ve birden fazla alanda hünerlerini sergilemeyi tercih etmelerine her zaman saygı duymuşumdur.

“Kağıttan Hayatlar” büyük kentlerin en büyük sorunlarından biri olan sokakta yaşayan / çalışan çocuk ve gençlerin yaşamlarından kesitler sunmak için çok iyi düşünülmüş bir proje…

Bu nedenle sadece Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı Mehmet karakterinin değil –ki terk edilişi ve annesinin hikayesi bile detaylı olarak hiç işlenmedi-, ana karakterlerin hikayelerini de kısa kısa görmek isterdim. Duygusal, fiziksel ve sosyal gelişimlerinin derinlikli olarak izleyiciye gösterilmesini, anlatılmasını bekledim. Ama olmadı.

Filmi izleyen herkesin sokağa çıktığında onlarca kağıt toplayıcısına daha önce hiç olmadığı kadar denk geldiğine eminim. Bu projeyi yukarıda belirttiğim nedenle olmasa da en azından bir farkındalık yarattığı için desteklediğimi belirtmek isterim.

Filmin konusuna gelince; böbrek yetmezliği yaşayan ve kağıt toplayıcılığı yaparak geçimini sağlayan Mehmet (Çağatay Ulusoy), üvey babasının şiddetinden korumak amaçlı annesi tarafından kağıt toplama aracına terk edilen 8 yaşındaki Ali (Emir Ali Doğrul) ile karşılaşır ve aralarında duygusal bir bağ gelişir. Film boyunca Mehmet’in Ali’yi ailesine kavuşturma çabasını ve aralarında gelişen yakınlığı izliyoruz.

Ayla, Müslüm gibi insanın içine dokunan filmlerde imzası bulunan ünlü yönetmen Can Ulkay’ın bu filmde, seyirciyi diğer projelerindeki kadar hikayenin içine çekemediğini düşünüyorum. Proje, prodüksiyon kalitesi ile dikkat çekse de senaryodaki aksaklıklar yüzünden seyirci üzerinde beklenen etkiyi gösteremiyor.

Diyaloglarda içimi sızlatan tek bir an yaşamadım. Hatta bazı sahnelerin gereksiz yere dramatize edildiğini düşünüyorum. Ali karakterinin doğum günü kutlamasında masadaki çocuklardan birinin ölmeyi neden istediğine yönelik verdiği cevap gibi…

Yaşayan ve gerçek bir sahne olduğunu düşündüğüm hamam sahnesi benim için filmin en dikkat çeken sahnesiydi. Onun dışında hikayenin çok yüzeysel kaldığını söyleyebilirim. Malzemenin çok olduğu ama senaryolaştırılırken cimri davranılmış bir proje olduğunu düşünüyorum.

Özellikle de Behzat Ç., Saygı gibi önemli projelerin senaristi Ercan Mehmet Erdem’den bunu görmek beni şaşırttı. Senaryoda inandırıcı gelmeyen detaylar vardı. Spoiler vermemek adına filmin başlarında izleyeceğiniz bir sahneden örnek verebilirim. Cihangir’de yaşayan bir kadının, üvey baba şiddetinden kurtarmak için çocuğunu kağıt toplama arabasına koyarak terk etmesi bana biraz ütopik geldi.

Daha önce Kuzey Güney, Delibal, Bizim için Şampiyon gibi projelerin görüntü yönetmenliğini yapmış, New York’ta Beş Minare ekibinde çalışmış olan Serkan Güler yine iyi bir iş çıkarmış. Filmin giriş sahnesinde İstanbul’un ışıltılı ve görkemli gecesinden başlayıp, hızla sokak aralarına doğru ilerleyip, bize sınıf farklılığını çok iyi anlatan başka bir dünyayı göstererek çok güzel bir açılış yapıyor. Genel olarak Kağıttan Hayatlar’da çekim, renkler, müzik ve mekan seçimlerini beğendim.

Mehmet’in kostümleri dışında sıkıntı yoktu. Sanırım onun kostümlerindeki sıkıntının nedeni de bebek yüzlü, bembeyaz dişli, hokka burunlu, 1.90’lık yakışıklı bir genç adamı çirkinleştirme çabası ile ne buldularsa giydirmeleri olduğunu düşünüyorum. Mehmet’in çalıştırdığı diğer kağıt toplayıcılarının ondan daha iyi kostümlerinin olmasının tek açıklaması bu olabilirmiş gibi geldi. Evet, marka ayakkabı giyen bir kağıt toplayıcısı güruhu vardı ama unutmayalım ki o markaların replikasını giyen çok, o nedenle yadırgamamak lazım diye düşünüyorum.

Oyunculuklardan bahsedecek olursam; çoğunluk Çağatay Ulusoy’un performansını yere göğe sığdıramayabilir. Ancak oyuncuları “dişi bir rolde izlediğimiz için iyi” diye nitelendirmeyi bir kenara bırakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bence -kötü olmamakla birlikte- bazı sahnelerde abartılı bir performans sergilediğini düşünüyorum. Küfür bile ederken çok düzgün telaffuz edip, Çağatay’ın klasikleşmiş tonlaması ile söylüyor ki inandırıcılığı azalıyor. Ama yine de alıştığımız Çağatay Ulusoy projelerinin dışına çıkma cesaretini gösteriyor olması, Kıvanç Tatlıtuğ’un yolundan ilerleyeceğinin sinyalini veriyor.

Emir Ali Doğrul’un, Çağatay Ulusoy’a benzerliği ve sevimliliği ile rolü aldığını düşünüyorum. Oyunculuk anlamında bu film için yeterli bulmadım.

Ersin Arıcı ise “Daha önce neredeydi?” dedirten bir performans sergilemiş. Hiçbir abartısı, eksiği yok. Rolü resmen üstüne giymiş. İlerleyen zamanlarda birçok projede karşımıza çıkacağına inanıyorum.

Turgay Tanülkü (Tahsin Baba) tam bir karakter oyuncusu, bu tarz rollerin aranan ismi ve yine kısa, çok temiz bir performans sergilemiş.

Filmin adı başta Mücadele Çıkmazı olması düşünülürken sonradan Kağıttan Hayatlar olarak değiştirilmiş. İsim olarak Kağıttan Hayatlar’ın çok daha dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Ancak Mehmet’in en yakınındaki Gonzi’nin (Ersin Arıcı) bile hikayesinin ne olduğunu bilmediğimiz bir film izleyince, “Kağıttan Hayatlar” yerine “Kağıttan Hayat” gibi çoğul eki olmadığı halinin daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Filmin sonu gayet tahmin edilebilir bir final olmuş. Ben bir projeyi izliyorsam finalde ne olabileceğine dair düşündürmesini tercih edenlerdenim. Finalde Ali’nin kim olduğunu öğrenmeseydik ve bu seyirciye bırakılsaydı çok daha güzel bir final olabilirdi. Sanırım biz bu tarz senaryolarda matematiği tutturmakta biraz zorlanıyoruz.

İnsanı dramatize etmeden, derinden sarsabilecek bu hikaye, çok güzel bir şekilde işlenebilirdi. Aslında kağıt toplayıcılığından bağımsız, tek kişi odaklı bir film izlemiş olduk.

Sonuç olarak evinizi ne kadar eşya ile doldurursanız doldurun; bitkisini, halısını, aksesuarını koymaz, duvarına bir şey asmazsanız, o ev yaşamaz ya… İşte bu film de biraz yaşamayan bir ev gibi olmuş. İzlenmez mi? Tabii ki izlenir. Kafanızı yormayacağınız, tam bir odaklanma halinde izlemenize gerek olmayan ama çerezlik de diyemeyeceğim dramatiklikte bir film olmuş.