Bridgerton: Jane Austen Tarzı Gossip Girl!

Netflix’ten romantik dönem dizilerine yeni bir bakış açısı…

Eylül Kübra Uzun Eylül Kübra Uzun

Son günlerde herkesin çok konuştuğu ve geçtiğimiz hafta ikinci sezon onayını alan Netflix’in yeni dizisi Bridgerton’u bu hafta sonu ben de izledim.

Bridgerton için Julia Quinn’in seri olarak yazmış olduğu ve 19. yüzyıl İngiltere’sinin soylu ailelerinin hayatlarını anlatan romanlarından uyarlanmış bir Netflix dizisi diyebiliriz. Diziye Gossip Girl’ün 1800’lü yıllarda geçen hali denebilir. Dizinin uyarlandığı kitap serisinin yazarı Julia Quinn’e de günümüzün Jane Austen’i olma yolunda diyebiliriz...

Bridgerton ile ilgili son dakika haberi de vereyim; dizideki sevişme sahnelerinin yetişkin içerikli sitelerde kullanılmasından ötürü oyuncular tedirginmiş… Netflix ise bu konu ile ilgili yayınlanan sahneleri hızlı bir şekilde askıya aldırıp, yasal işlemlere başlamış bile…

Gelelim dizi ile ilgili düşüncelerime…

Kadınlara ve genç kitleye hitap eden bir dizi olduğunu düşünüyorum. Dizi bazı yerlerde konunun gereksiz uzatıldığını hissettirse de hikaye bir şekilde akıyor. Ancak bitirdiğimde 8 bölüm olarak değil de 6 bölümde çekseler daha iyi olurmuş diye düşündüm. Özellikle de son yıllarda senaristler arasında gittikçe daha çok kullanılan “farklı projelerden birer ikişer şey katıp, ortaya karışık bir konu çıkarma” tekniği kullanılınca yeni bir şey izlediğimizi zannediyoruz o da ayrı bir konu…

Çoğu dönem projesinde olduğu gibi kıyafetler etkileyici… Dizinin Emmy ödüllü kostüm tasarımcısı Ellen Mijornick dizi için 7500 kostüm hazırladıklarını belirtti ki bu bir dizi için oldukça iddialı bir sayı… Hatta sektördekiler bilir; bir başrol oyuncusunun tek başına 8 bölümde 104 elbise giymesi pek de olağan bir durum değildir.

Dekor için ise çok başarılı olmakla birlikte kendi adıma renk olarak bir tık koyu tonları görmek istedim; fazla aydınlık ve parlak olduğu için biraz göz yorduğunu düşünüyorum.

Dizi ile ilgili en sürprizli kısımlardan biri kuşkusuz 19. yüzyıldan fışkırmış onlarca kişinin günümüz müziklerinde vals yapıyor olması oldu diyebilirim. Mozart eşliğinde vals beklerken Billie Eilish duymak güzel bir detay oldu benim için…

Diğeri de soyluların neredeyse yarısının siyahi (hatta kraliçe’nin bile) olmasıydı –ki bu da çok beğendiğim bir detaydı benim için-. Keşke senaristler karakterlere senaryoya neden dizide siyahilerin soylu olduğuna dair türlü diyaloglar eklemeselerdi.

O dönemde pek alışık olmadığımız; kadınların, erkek ve aile büyüklerinin karşısında kendi haklarını savunmaları detayını sevdim. Ancak aynı kadın karakterlerin tek dertlerinin bir koca bulmak olmasını da çoğu sahnede dile getirmeleri biraz ironik olmuş ya neyse...

Bu sezonda Bridgerton ailesinin gözde kızı Daphne ile Dük Simon’ın aşkına ağırlık verilmiş. Kitaplarda yazar her sezon bir Bridgerton’ın hayatına ağırlık vermiş, 8 kardeş olduklarını düşünecek olursak, dizi diğer sezonların da onayını aldığı takdirde 7 sezon daha çekilebilir. Önümüzdeki sezonda da erkek kardeşlerden birine ağırlık verilir diye düşünüyorum. Ancak benim özellikle beklediğim Eloise Bridgerton’ın yaşayacakları diyebilirim.

Kadın başrol oyuncusuna gelecek olursam… Dizinin başından itibaren kraliçenin dikkatini çeken Daphne’nin sürekli ablak ve şaşkın bakışlı hali beni çok rahatsız etti. Dönem işi için kesinlikle çok uygun bir cast ancak sürekli olarak dizideki birçok karakter tarafından güzelliğinden ve etkileyici oluşundan bahsedilen Daphne o olmamalıydı diye düşünüyorum.

Neyse ki Simon ile güzel bir elektrik tutturdukları için bir süre sonra ona da alıştım. Elektrik demişken sevişme sahnelerinin başlangıcından sonuna kadar bu kadar detaylı gösterilmesini biraz iddialı bulduğumu söylemeliyim. Bu sahneler yetişkin sitelerinde olunca “porno”, Netflix’te olunca “dizi” oluyor tabii, o da ayrı...

Gelelim dillere destan, herkesin dilindeki Simon’a… Kitap serisinde 8 sezon boyunca “muhteşem” olarak tasvir edilen Bridgerton erkeklerinin aksine, hepsini sollayan bir Simon var karşımızda… İhtişamlı kıyafet ve mekanlardan sonra izlenilesi tek güzellik bence de Simon’dı ama “Keşke durup, bakış attığı ve gülümsediği anlar dışında oynayabilseydi…” dedirtti. Sonraki sezonda Simon’ın bu muhteşem algısını Anthony ya da Benedict Bridgerton değiştirebilecek mi merak ediyorum açıkçası…

Bu arada hala Prens’in Daphne’ye verdiği kolyeye ne olduğunu düşünüyorum desem... Bir de Simon’un sol kulağındaki delik gerçekten çok gözüme takıldı. Tarihi o kadar değiştiren senaristler Simon’a tek taş pırlanta bir küpe taksalardı eminim daha az rahatsız edici olurdu.

Dizinin çekimlerine başlandığında ikinci sezon onayı alıp almayacağı belli olmadığı için sanırım Lady Whistledown’un kimliğini finalde açıklamak zorunda kaldılar, o yüzden dizi bir tık gizemini kaybettirdi. Bu nedenle 8 sezon sürmesi biraz hayal olacak gibi diyebilirim.

Eleştirmenlerden şaşırtıcı biçimde oldukça olumlu geri dönüşler almış, IMDb puanı da 7.4 olarak açıklanan Bridgerton için izleyiciler tarafından yapılan en baskın yorum; “O dönemde siyahilerin soylu ya da Kraliyet içerisinde olamayacağı ve bu nedenle diziyi yadırgadıkları” üzerineydi. Bu yorumu yapan kişiler tarihe o kadar uygun proje izlemek derdinde iseler; belgesel ya da biyografi izleyebilirler, o kişilere tavsiyem uyarlama projelerden uzak durmalarıdır. Adı üstünde uyarlama…“Her şeyi olduğu gibi anlatmak zorundasınız!” gibi bir kural yok ya hani... Neyse…

Sonuç olarak benim Bridgerton puanım 6.3’ün üstüne çıkamaz. Aşk ve Gurur gibi İngiliz aristokrasisini anlatan romantik; ondan farklı olarak da eğlenceli, üstüne hiç düşündürtmeyen, akıcı ve çerezlik bir proje izlemek istiyorsanız Bridgerton’a bir şans verebilirsiniz.