İletişim sektörünün kanayan yarası

Her yıl, sözleşme yenileme döneminde; gözlerim yuvalarından fırlayacak şekilde pazarlıklara şahit oldum.

Gözde Ünver Gözde Ünver

Ödül alınca ‘Canım Ajans’ fakat ön ödeme isteyince ‘Kötü Ajans’ oluyorsunuz.

Yaklaşık 15 yıldır iletişim sektöründeyim. Bu hafta sektörümüzle ilgili bir yazı yazmak istedim.

Ajanslar (Hizmet veren) ve Reklam verenlerden oluşan (Hizmet alan) bir grubuz.

Yıllar içerisinde, gerek kötü rekabet koşulları; gerekse ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar sebebiyle sektörümüz her yıl başka darbeler yiyor. Ben ekonomist değilim, işin ekonomik boyutlarını masaya yatırmak değil amacım; fakat ajansların reklam verenler gözünde, bir nebze anlaşılması amacıyla bu yazıyı kaleme aldım.

Bizim sektörde iki çalışma modeli vardır. Fee (aylık kesilen sabit hizmet ödemesi) bazlı veya proje bazlı ödeme yöntemi ile çalışırız. Medya ajansları tarafında ise, performans bazlı modeli de ekleyebiliriz.

Fakat ben uzun yıllar fee modelinde çalışan ajanslardaydım.

Son 3 yıldır ise, deneyimsel pazarlama alanında olduğum için; proje bazlı (çoğunlukla) reklamverenlere hizmet veriyoruz.

Yıllar önce, özellikle son 10 yılı ele alırsak fee’lerdeki düşüş, Dijital ve Konvansiyonel (Geleneksel) ajansları perişan etti.

Her yıl, sözleşme yenileme döneminde; gözlerim yuvalarından fırlayacak şekilde pazarlıklara şahit oldum.

Elbette reklamveren markanın, yerel mi global mi olduğu da önemli bir husus, fakat beklentiler yerel veya değil, hep en üst seviyedeydi.

Reklamverenler kendi cephesinde, en iyi hizmeti en ucuza almak isterken, ‘bana özel ekip kurulsun’ (bu ekip başka kimse ile ilgilenmesin) ‘Ajans, bilâbedel birtakım işlerimi yapsın’ (Örneğin reklamveren’in sorumluluğunda olan bir yönetici sunumunu hazırlasın), ‘Ajans, dış kaynak kullansa ve yapımcı ön ödeme istese bile; ajans ön ödeme talep etmesin. Vadeler uzasın, hatta ajans benim yerime bazı ödemeleri peşin yapsın, ben de sonra vadeli şekilde geri ödeyeyim’ kıvamına geldiler.

Sonra şunlar oldu. Ajans, banka olmadığı için müşterisini finanse etmeye yanaşmadığında (Ki çok normal değil mi!) ‘Biz küçük bir ajans ile mi çalışıyoruz, ajansımız bunu da yapamıyorsa, bir düşünmek lazım’ gibi diyaloglar yaşadık.

Fakat reklamveren, (sözüm meclisten dışarı) ajans kalifiye insan kaynağını kaybederse, işin kalitesinin düşeceğini hep göz ardı etti.

Ödül alınca ‘Canım Ajans’ fakat ön ödeme isteyince ‘Kötü Ajans’ algısı oluştu.

Özetle, koşullar kötüleştikçe kötüleşti…

Üstelik bizim sektör, gecesi gündüzü olmayan; mesaisi bol bir sektör. Gece bir mesaj gelir, uykunu bölüp, kalkar yanıtlarsın.

Elbette finansal ya da sosyal açıdan sorumluluklarını zamanında ve bizleri yormadan yerine getiren müşterilerimiz var. Bireysel hayatlarımızda olduğu gibi, iş hayatında da karşılıklı empatiyle yürüyen işler, hizmeti veren ya da alan, konunun içinde olan tüm tarafları mutlu ediyor.

Bugün sektörümüzde, özellikle etkinlik tarafında iş yapan ajanslar için kritik bir dönem bizi bekliyor. Ben, yöneticisi bulunduğum ajans adına hazırlığımızı planlı bir şekilde yaptığımız, gerekli önlemleri aldığımız için kendimizi nispeten şanslı görüyorum. Ekip arkadaşlarımızın da özverisi ile en az hasar ile atlatma gayretindeyiz. Fakat bu işin nereye varacağını kestiremediğimiz için, sonuçları ile ilgili bir tespit yapamıyoruz.

Fakat halen şöyle taleplerle karşılaşıyoruz. Yeni bir müşteri adayı geliyor (Kendisi geliyor üstelik) ve ‘bütçem yok’ diyerek iş istiyor.

Evet ‘sıfır bütçe’ …

Bakın, ‘bütçem az, limitli’ demiyor; ‘yok’ diyor. İnanılmaz…

Etkinlik ajansına performans bazlı çalışma teklif edebiliyor. Veya bazı reklamverenler ödemelerden imtina ediyor.

Burada bizlere de (Meslektaşlarıma sesleniyorum) büyük görev düşüyor.

Hayır demeyi öğrenmediğimiz sürece, daha kötülerini yaşamaya devam edeceğiz.

Bir hizmetin, ister somut olsun, ister soyut (fikri), bedelsiz veya değerinin çok daha altında verildiği her an, sektörümüz bir darbe daha alıyor.

Soyut veya somut olsun, geliştirilen her fikir, yapılan her çalışma bir emek gerektiriyor.

Dolayısıyla, empati kurulamamış absürt talepleri normalleştirdiğimizde, kendi işimizi küçümsüyor oluyoruz. Bunun sonu kimse için kazanç değil, kayıptır.

Bu arada bir sürü reklam veren dostum, arkadaşım var.

Bu yazıyı yanlış anlamayacaklarını umuyorum. Sadece kendi ajansım adına değil, benzer durumları sürekli yaşayan meslektaşlarım adına da yazıyorum.

Amacım bağcıyı dövmek değil…

Hepimizin empati kurması gereken hele ki böyle zamanlarda, emeğe saygıyı tekrar hatırlatmak istedim hepsi bu.

Kalın sağlıcakla.