Güllerin Savaşı'nda büyük hatadan dönülecek mi?

Ne güzel söylemiş Hz. Mevlana, ‘‘Ağızdan çıkan söz, yaydan fırlayan oka benzer. İkisini de geri getirmek mümkün değildir. Ok atılmadan önce iyi nişan alınmalı, söz söylenilmeden önce iyi düşünülmelidir’’ diye.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Böylesi derinlikli cümlelerle, gelişigüzel laf sarf etmeme gereği vurgulanmış ama ne fayda… Ortalık iyi-kötü dengesinden yoksun, hesapsız kitapsız konuşanlarla dolu. Sözün varacağı noktayı önemsemeyenlerin cevherleri, yaydan çıkan ok misali pırtlıyor bir yerlerden… Yenisi, eskisini aratıyor çam devirmekte. İnsanlar dünü unutup günü kurtarmaya çabalarken, geçmişte gelişigüzel sarf ettikleri ayaklarına dolanıveriyor... Kimi zaman da tükürüleni yalama gayreti inkârdan itirafa ya da hesap sormaya dönüşüveriyor. Artık gidişat neyi gerektirirse!

Tabii bu durum sadece aşk ile yanıp tutuşan, bal tutan parmağı yalama peşinde eline diline hâkim olamayan gerçek kişiler bazında geçerli değil. Dizilerin uzatıldıkça yoldan çıkan ya da kolaycılığa kaçan senaryolarında da sıkça karşılaşılan bir olumsuzluk, karakter dönüşümleri. Nitekim adıyla, tarihteki yaşanmışlığı hatırlatan ve Canan Ergüder’in harika performansıyla kendini kabullendiren ‘Güllerin Savaşı’ da, iyi-kötü kavramlarını ve kişisel değişim gerçeğini yoruma açan işlerden. Hem de mantığı zorlayan saçma sapan kadınsal çekişmelerle.

AŞK, HIRSLARA HOŞGÖRÜ KILIFI OLDU!

Kanal D’nin yaz dizisi olarak ekrana çıkan ‘Güllerin Savaşı’, aleyhte eleştirilere rağmen başarılı olmayı beceren işlerden. Dizileri finale yollama meraklılarının türettiği ‘Bitiyor’ yaygarasına ara ara hedef olarak ilerleyen yapım için nihayet gelecek sezonun da yolu göründü ufukta. Sevindik tabii. Ama Gülfem ile Gülru’yu, baba bir kardeş çıkartmaya doğru gidebileceğini düşündüğüm senaryo mantığındaki çarpıklıkları söylemek de lazım. Aksayan yönleri işaret ederken öncelikli hatırlatma, senaryonun tuhaf bir kısırdöngü içine sokulduğu konusunda...

Dizinin yayına çıktığı zamanlarda da söylediğim gibi, İngiliz tarihinde hanedanlıklar arasında taht hırsıyla yaşanan Güller Savaşı misali çarpıcı ve sürükleyici bir öykü çıkartmak mümkündü, isim benzeşmesiyle karşımıza gelen ‘Güllerin Savaşı’ndan da! Nitekim Canan Ergüder’in Gülfem’i sayesinde çekiciliğini yaratan dizinin senaryo mantığı gayet iyi gidiyordu başlangıçta. Ancak bizim dizilerdeki ‘çift yaratma’ tutkusu bu süreçte öyle bir devreye sokuldu ki, rekabet olayının özü de kişilikler-ilişkiler yumağıyla laçka edildi açıkçası.

Bizdeki senaryoların, gerçek yaşamın ‘olabilirlik’ olgusunun aksine karakterler geliştirmeleri ve bunlardan kendilerince iyi-kötü sınıflaması yaparak fanatik destekçilik yaratmaları, işi basite indirgemenin sonucu. Buradaki yegâne tolerans unsuru da ne yazık ki, ‘aşk’ olmakta!

Senaryo klişesi, mutlak surette zengin ve güçlü olan bir kadın yaratıp onu ‘kötü’ sınıfına sokuyor… Karşısında ‘iyi’ olarak yer alan kadını ise fakir ve mağdur pozisyonunda izleyiciye sunuyor. İkisinin ortak noktası olup çekişmelere kapı açan erkek de, bulunmaz Hint kumaşı… Tamam, klişeler istenildiği gibi yaratılsın milleti kusturana kadar kullanılsın da… Tersime giden konu, ‘aşk’ olayına sadece fakir ve fakir olduğu için de masum gösterilen kadının layık bulunması! Söyleyin bakalım… Fakir kız kötü olamaz mı? Zengin, kariyer sahibi kadınların aşk yaşamak hakkı değil mi? Gülfem ile Gülru’yu çok daha dişe dokunur bir çatışmacılık öyküsüyle karşı karşıya getirmek varken bir sezon boyu, Ömer’i kapma peşinde ‘ciğercinin kapısındaki Şero kedi’ misali dolandıran senaryo yaratıcılarımıza göre değil, demek ki! Bu mantık çerçevesinde de her türlü oyunbazlığa girişen Gülru’nun tüm yaptıkları, ‘Ama âşık’ mazeretiyle bir çırpıda siliniverdi… Ve güzelim ‘Güllerin Savaşı’, Gülru’ya yem edildi.

Pekiii… Çocukluğundan beri Gülfem’i kıskandığı aşikar olan ve hırsını şirin-saf kız duruşuyla kamufle eden Gülru’nun özentiyle gelişen aşkı, dolapçılığına mazeret de, Gülfem’in aşkı niye mazeret olmuyor? Aşkın değerli sayılması için ille de karşılık bulması gerekmez ki! Cihan’ın aşkını da Gülru için madara edenlerin yaptığı tam da bu oysa. Üstelik aşkı, tüm hırslara kılıf yaparak. Çift yaratacağız diye aşk böyle ucuzlatılmamalı. Akıllar karıştırılmamalı. Aşka yazık.

‘GÜLLERİN SAVAŞI’NDA YANLIŞ YOLA GİRİLDİ

Şimdi ‘Güllerin Savaşı’nın kısır döngüsünde gelinen son nokta, ailesiyle birlikte guguk kuşu gibi tünedikleri köşkteki huzurun içine eden Gülru’nun, Ömer’le yeniden ‘aşk’ oyununa başlaması. Bu ikisi böyle mutlu bir gidişatı hak ediyorlar mı? Olay, dizi de olsa gerçeğe örnek teşkil edeceğinden mantık ve vicdan gözüyle bakmak lazım. Dolayısıyla hak etmiyorlar.

Kötü kadın yapılan Gülfem’in suçu nedir? Gülfem ve Cahide’yi, Gülru’nun babasının ölümüyle suçlama formülü akıl edildiğinden beri komediye döndü dizi. Yani Yonca ve Çiçek aynı adamla kırıştıracak. Gülru, Mert’i madara edip Ömer’e kıvırtacak. Ömer, Salih’in hastalığını bile bile diretecek, adam sinirlenip can verecek. Bütün suç da Gülfem’e kalacak. Sevsinler mantığınızı.

Saçmalayan senaryo, suç unsuru olarak ‘resim gösterme’ olayına sığınıyor da… O resmi çeken kim, bunu Gülfem’e veren kim diye sorgulatmıyor millete! İnsaf yahu… Yonca, Çiçek’i tehdit etmemiş miydi o resimle; sonra da götürüp vermemiş miydi Gülfem’e? Bu olay tamamen es geçildi ve Gülru ile paragöz ailesi masumiyet kisvesiyle fink atar oldu ortalıkta. Şimdi de Gülru Hanım, sırf izleyici memnun kalsın babında, bir başka anlamsız gidişatla yine aşka yelken açtı.

Öte yandan bu yanlış yolda asıl suçlu, Gülfem ile Gülru’yu aynı kefeye koyduğunu söyleyip çark eden, Ömer! Gülfem’in hayatına yeniden girip onun yakınlaşmasına çanak tutan, sonra Gülru’yu gözüne kestiren Ömer ‘ortanın fitnecisi’ gibi. Sözde gerçeklerin peşinde ama sürekli bir şeyleri çomaklayarak allak bullak etme niyetinde. Kendisine kanarak, gerçekte Gülru’dan daha saf olduğunu ispatlayan Gülfem’le evlenmesi bile onun karaktersiz yapısının göstergesi.

Karaktersizlik demişken… ‘Güllerin Savaşı’nda maşallah karaktersizlik gani gani. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Üstelik bu ahlaksızlığın temel sebebi de, ‘fakir ama namuslu-her şeye rağmen gururlu’ triplerinde gezinen, gözünü köşke dikmiş telekulak müştemilat tayfası!

Yıllardır birlikte olduğu Mert’le nişanlıyken Ömer’e pas veren ve bu esnada defalarca Mert’i umutlandırıp oyalayan… Sonra sırf intikam bahanesiyle çocukluk arkadaşı Cihan’la, onu üzeceğini bile bile evlenen… Cihan’ın bahçesinde Ömer’e yumulup kocasını boynuzlayan… Dahası utanmadan Cihan’a acıyan Ömer’in başka bir kadınla sevgili olduğunu düşünmesine karşın pervasızca ona koşan Gülru, ahlaksızlıkta başı çekmekte. Bu nasıl iyilikse…

Yonca, malum… Tamer’i avlamaya niyetlenip, bu olmayınca babasını yolmaya kalkışan; aklı gidikken evlenen; sonra özüne dönüp paragözleşen Yonca’nın küçüğü Çiçek de ondan beter. Sanki çevresinde hiç erkek yokmuş gibi sen git ablanla yatıp kalkana yumul. Yuh mu pes mi, yoksa her ikisi mi? Ha şimdi evliler, âşık oldular ya… Hoş görebiliriz değil mi? Oh ne âlâ. Haspam, kendi midesizliğinden utanmıyor da babasına resmin gösterilmesine bozuluyor.

Ökkeş Yener ve annesinin sinekten yağ çıkartmaya çalıştığı ve bu yolda topaca döndüğü… Bir gecelik sarhoş ilişkisiyle Şevket’in başını ömür boyu yakan Mebrure’nin de saf köylü ayağına yatarak gemisini yürüttüğü ‘Güllerin Savaşı’nda Duygu da reziller kervanında… Cihan’dan hangi ara hamile kaldığı belli olmayan, üvey abisiyle para için al takke ver külah mazisi görülen Duygu’nun rezilliğini ‘hasta baba’ duygusallığına bağlayıp aklayan senaryo, bu hanım hanımcık kızcağızı Mert’le sevgili yapmakla yetinmedi. Bir de Mert’in eski nişanlısı Gülru’ya arkadaş-yardımcı yapıverdi. Şimdi üçü bir yerde. Hurraaa… Yelkenler fora. Cibilliyetsizlik gırla.

Peki, bunca ahlaksızlık arasında dizinin ‘kötü kadın’ mimlediği Gülfem’in ahlaki duruşu ne? Garibim, aşkını korumanın ve hep yangın olduğu Ömer’le evlenip hamilelik hevesinde Onur’u hayallemenin dışında ne yaptı? Ama senaryo mantığına göre bu bariz tabloya rağmen Gülfem kötü, diğerleri iyi! Hadi oradan, bu nasıl mantık böyle? Kadınlara biçilen rol bu mu? Yani sanki ‘O tadına bakmış, ben de eksik kalmayayım’ hırsıyla birbirinin erkeklerini ayartmak, onlarla büyük aşk(!) yaşamak mı dizi dünyasından kadının payına düşen? Kimi gerçek yaşamlarda olan bu da… Hiç değilse içeriği basitleştiren bu yaklaşım dizide böylesine yoğun işlenmeseydi.

Sonuçta; Senaryosundan yönetimine kadın imzası taşıyan, kadın karakterlerin hâkimiyetinde gelişen konuya sahip bir dizi olan ‘Güllerin Savaşı’nda senaryo gidişatı yanlış yola girdi! Bu yol, yol değil. Çünkü buradan sadece yozluk ve kofluk çıkar. Şayet yaz sonu tekrar ekranda olup gelecek sezonun da sonu görülmek isteniyorsa, onca şeyin ardından çok çiğ kaçan Gülru-Ömer ilişkisine balıklama dalınmamalı… Baştan beri sinsi bir tip havası estiren ve kötü yüzünü gösteren Gülru, ‘aşk’ adına körü körüne masumlaştırılmaktan vazgeçilmeli… Cihan ve Onur daha işlevselleştirilip olay gelişimleri sağlam temeller üstüne kurulmalı. Aksi takdirde gittikçe saçmalaşan ve kavram karmaşasıyla sinir bozan içeriğe ilgi çok sürmez. ‘Güllerin Savaşı’ yeni sezonda çabucak güme gider. Senaryo kolaycılığına kaçmak adına bizi, Canan Ergüder’in kıvrak oyunculuğundan önümüzdeki sezon boyunca da merhum etmeyin derim.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal