Dilek Taşı, Bambaşka Biri... Yeni diziler ne kadar başarılı?

Nitekim sade suya tirit çorba misali bir tablonun sergilendiği yaz ekranının ardından değişik bir şeyler izleme umuduyla beklediğimiz yeni sezon için de durum aynı. Kanalların peş peşe izleyiciyle buluşturdukları yapımlarda değişim mantığından eser yok.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yeniler değişim getirdi mi?

‘Her şey değişir. Değişmeyen tek şey değişimdir’ demiş Efesli filozof Herakleitos. Halkın anlayışsızlığına ve haksız zenginleşmelere karşı eleştiriden çekinmeyen ünlü filozof böyle demesine demiş ama... Herakleitos’un ‘yığın’ olarak gördüğü anlayışsızlar sayesinde değişimler gerektiği gibi gerçekleşemiyor hayatta. Dolayısıyla akıp giden yaşamdaki senaryolar temelde aynı kalıyor; yaşam oyununun aktörleri ve mekanları değişse bile hikayeler öncekileri çağrıştırarak gelişiyor çoğunlukla. 

Nitekim sade suya tirit çorba misali bir tablonun sergilendiği yaz ekranının ardından değişik bir şeyler izleme umuduyla beklediğimiz yeni sezon için de durum aynı. Kanalların peş peşe izleyiciyle buluşturdukları yapımlarda değişim mantığından eser yok. Hangisine baksak ya başka senaryolarla örtüşen detaylar görüyoruz ya da önceden yapılan işlerin unsurlarını komedileştirerek kullanan ‘parodi film’ havasını hissediyoruz. Böylece ‘Yeniler değişim getirdi mi’ sorusu bir kez daha hayal kırıklığıyla cevaplanıyor. İşte size iki örnek...

PARODİ KIVAMINDA ‘DİLEK TAŞI’...

Yaşam kültürümüzden midir yoksa başkalarının acılarından beslenme dürtüsünden mi, bilinmez... Dram düşkünlüğümüz oldukça fazla. Kurgularımızın çoğu bu bilinçle şekilleniyor nitekim. Geçmişte ‘Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili, Bu Kalp Seni Unutur Mu, Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ gibi örneklerle akıllarda yer eden dönem dizileri de dramın toplumsal olaylarla harmanlanmış örnekleri. 

Gel gör ki, izleyicinin acı-tatlı anıları canlandıran; yaşanmışlıkları hissettiren dönem işlerine yönelik ilgisi bir süredir gözardı ediliyordu. Geçmişi ele alan kahramanlık işleri ekrana sıralansa bile yakın tarihte yaşanan 80 darbesinin öncesi ve sonrasında geçen dramatik öyküler rafa kalkmış gibiydi. Bu sezon eksiklerine, hatalarına rağmen akıllarda yer eden böylesi dönem dizilerinin çekiciliği ve mesajcılığı yine hatırlanmış. Lakin alelacele hazırlanmış gibi duran ve cümle özensizliğiyle sırıtan bir dönem dramı çıkartılmış ortaya. 

Aslında söylem kaygısını fazlaca belli eden ‘Dilek Taşı’ için dönem dramı demek ne derece doğru? Bunu da sorgulamak lazım. Zira ‘Kulüp’teki performansından itibaren kendini sürekli aşmaya başlayan Salih Bademci ve Mustafa’nın kızı Cemre’yi canlandıran Lena Naz Kalaycı’nın doğal tatlılığı dışında dikkat çekici ciddi özelliği olmayan dizi baştan itibaren sergiledikleriyle dramdan ziyade ‘parodi’ niteliğinde! Neden derseniz...

Öncelikle dizideki dram mantığını masaya yatırmak lazım. Mesela Mustafa’nın başını derde sokan ve diziye temel teşkil eden fabrika basma olayı fazlasıyla sallapati. Karısını kurtarmak isteyen ve kızının geleceğini hiç düşünmeden harket eden Mustafa’nın işçi grevini umursamayan bir patrondan kıdem tazminatı istemek için fabrikaya dalması; kapıdaki görevlilerin buna izin vermesi mantıklı mı? Kaldı ki, Mustafa kıdem tazminatı istediğine göre sigortalı işçi. Öyleyse karısı neden sigortanın sağlık sisteminden faydalanmıyor da Mustafa kasadan ‘Hakkım’ diyerek para çalıyor? Bu parodi gibi sahneler olsa olsa ‘İşçiler sermaye düşmanıdır ve zorbalığı hak görür’ algısına yaramaz mı? Neyse...

Bu algı oyunlarını geçip Mustafa’nın patronunun ölümüne bakacak olursak... Parodinin zirvesi adeta. Adam masada dandik bir şeyin üstüne düşüyor. Sanırsın koca bıçak sırtına saplanmış gibi yere yığılıyor. Mustafa durur mu? Parayı alıp kaçmak yerine hemen elini adamın kanına bulayıp yardım isteme komedisi pardon dürüstlüğü sergiliyor. Patronun fırsatçı kardeşi de kıytırıktan ağız kapatıp sözde abisini boğuyor ve suçu Mustafa’ya atıyor. Adamın kendini koruma zahmetine katlanmadığı bu sahne ‘Tetikçinin Oğlu’ndan mı esinlenilmiş ne! Ah yaratıcılık ahhh... 

Sonra efendim gelsin hapishane ve köşk parodileri... Mustafa, ölen patronun kardeşinin selamıyla iki yerinden şişleniyor ama maşallah kızı sözkonusu olunca aslan gibi kükreyip dev gibi adamı bir tokatta yere seriyor. Şişleyen adam da yattığı yerden kuzu kuzu bakıyor. Ama Mustafa bu durur mu? Adamları yere sermesi yetmiyor. Hapishane müfettişi gibi ara ara ortaya çıkan Yılmaz Abi’nin verdiği gazla havalanıveriyor. Koştur koştur fabrikaya giderken kızını hiç düşünmeyen, sonrasında ‘Kızım da kızım’ diye tutturarak dram körükleyen Mustafa su basmalı tünel de kazıyor, isyan çıkartıp ‘Prison Break’ misali hapisten de kaçıyor. Kimlik tespitinin henüz yapılamadığı bir dönem olmalı ki, arkadaşı Hüseyin’in kendini Mustafa diye tanıtıp intihar etmesi sayesinde özgürlüğüne kavuşup köşke geliveriyor. Hani orada da Figen ve ‘Dönence’den ilhamla Sinan’ı da yanına alıp kayıkla denize açılan küçük Cemre’den başka kimse kendisini tanımıyor ya... At kapağı köşke. Bundan güzel parodi olur mu?

Velhasıl; Birkaç saniyelik el basmasıyla ölüveren fabrika müdürünün ve kardeşinin baştan savma varlıklarıyla parodisini başlatan ‘Dilek Taşı’ dram değil parodi. Karikatürize olmayan tek bir karakter ve sahne yok.

Sanki çocuğun öyküsünü bilmiyormuş gibi anlattırıp her kelimede göz yaşı döken ve bit ayıklamadaki pratikliğiyle çığır açan Figen’den, öyküdeki tek görevi hizmetçi Figen’i azarlamakmış gibi durmakla birlikte Figen’den aldığı cevapları sineye çekerek patronluğu dibe vurduran Macide’ye... 80’li yılların aerobik tutkusunu en abartılısından köşkün bahçesinde sergileyen Sevda dahil uçana kaçana sulanmakta sakınca görmeyen uzatmalı nişanlı minibüsçü Kenan’dan... Fıstıksız içki içemediği söylendiği halde hiç fıstık yemeden kafayı çeken Rüçhan’a... ‘Sokağa çıkma yasağı sadece teröristlere değil mi’ şeklindeki bir repliğe kurban edilen havai(!) Ebru’dan... ‘Asmayalım da besleyelim mi’ diyerek hapishane avlusunda henüz yargılanmamış mahkumlara gözdağı verip dandik göndermede bulunan hapishane müdürüne... Ve dahi abuk sabuk hareketlerle ölümden korkma halleri sergileyen solculardan, abartılı bir konuşmayla karikatürlüğün zirvesine çıkan yetimhane müdiresine... Cümlesiyle dramı komediye çeviren ve siyasi söylemlerden özenle kaçınarak dönemsel renksizliğini ortaya koyan bir yapım ‘Dilek Taşı’. Vardır elbet bu parodinin de bir amacı. Hem reyting aldığı sürece önemi var mı?

‘BAMBAŞKA BİRİ’ GERÇEKTEN BAMBAŞKA MI?

Sırlarla örülü öykülerin son dönemlerin gözdesi olduğu malumunuz. Psikolojik detayları ve suç çözümlemelerini de içerik unsurlarından yapıp bu süreci uyumlu çiftlerin aşkıyla taçlandırarak gelişen böylesi yapımların yeni örneğiyse, FOX ekranında yerini alan ‘Bambaşka Biri’. Peki... Ethem Özışık’ın kaleminden çıkıp Neslihan Yeşilyurt’un yönetmenliğiyle hayat bulan ‘Bambaşka Biri’ gerçekten bambaşka mı? 

İçerik ve karakterler yönünden ele aldığımızda ortada değişim yaratan bir bambaşkalık görmek ne yazık ki pek mümkün değil. Zira ünlü haber spikeri kimliğinin yanı sıra cani kimliğiyle de gördüğümüz Kenan ile İstanbul’a yeni atanan idealist Savcı Leyla’nın cinayet ve sırlarla örülü bir yolda ilerlemesi üstüne kurulan içeriğe hiç yabancı değiliz. 

Şöyle ki; ‘Bambaşka Biri’nin öykü temeli dijital platform dizisi ‘Aktris’le fazlasıyla örtüşmekte. Orada ünlü yıldız Yasemin’in geceleri kadınları taciz edenlerin hayatını sonlandıran bir caniye dönüşümünü izlemiştik. Buradaysa aynı misyonu ünlü haberci Kenan üstlenmiş durumda. Gerçi Yasemin’in yaptıklarının bilincinde olmasına karşın Kenan işlediği cinayeti hatırlamıyor gibi ama... Yine de çoklu kişilik bozukluğu veya ikizi olma şeklindeki gerekçelere bağlanabilecek bu durum temeldeki benzeşmeyi görünmez kılamıyor. Dahası Yasemin’in görgü tanığının bir evsiz olma hali de aynen mevcut. Burada da olay mahallinde Kenan’ı gördüğünü söyleyen kişi yine bir evsiz şeklinde sunuldu. Tabii bu meczup gibi tanıtılan adamın (Ki, Kenan’ın gerçek babası olması da muhtemel) Kenan’ın Cumhuriyet Başsavcısı babasıyla ilişkisi olduğu farkıyla!

Öte yandan aşkla işi birbirine karıştırmayacağını ve mesleğini yapmada ne denli katı olduğunu biraz da abartıya kaçarak sergileyen Leyla’nın sert savcılık tablosunu ‘Yargı’nın katı savcısı Ilgaz ile bağdaştırmak olası. Keza aynı Leyla’nın mesleğini icra ederken takındığı tavırlardan ve ikide bir su şişesini kafasına dikme alışkanlığından Ceylin havası da esmekte... Ki, Ceylin’in başına buyruk çalışma alışkanlığı Kenan’a da adapte edilmiş sanki. Bir karakter tuttu mu onu sürekli kopyalamak şart mıdır? 

Sözün kısası; Özünde ‘Ateşpare’ romanıyla benzerliğini daha önce vurguladığım ‘Aktris’ ile ‘Yargı’nın içerik-karakter harmanı gibi bir ilk izlenimle karşımıza gelen ‘Bambaşka Biri’, dizi performansı yönüyle iyi olsa da değişim yaratabilecek bir bambaşkalığa sahip değil maalesef. Dolayısıyla gerçekçi eleştiri adına, kimilerinin yaptığı gibi Hande Erçel’le Burak Deniz’in oyunculuğuna(Ki, bana göre bu konuda ekstra bir sorun bulunmamakta) takılmak yerine bu tarz detaya dikkat etmekte fayda var.

SONUÇTA; Değişim, kolay iş değil. Bunun için istek, gayret ve bilinç gerek. Hani ‘Sen değiştiğinde kaderin de değişir’ der ya bir Portekiz atasözü... İşte bakış açıları ve algılar değişmedikçe, yaşam ve kurgularda karşımıza çıkan-çıkartılan senaryolar hep birbirinin benzeri olacak. İzleyenler de kendilerini çevreleyen kısırdöngüyü fark etmeden bunları yenilik diye kabullenecek. Değişim getirmeyen yeniler hayırlı olsun.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal