Dizi analizi: Kral Kaybederse... Kral Kaybeder mi?

Ahlaki değerlerle oynamaktan kaçınmayan mantık rezaleti... Kardeşinin, arkadaşının, akrabasının kocasına göz koyup erkek peşinde koştururken yuva yıkıcı hale gelen kadın aymazlığı... Ve marifet gibi pervasızca sergilenen şiddet... Bıkkınlık yaratan maddi potansiyelli gerçek hayat hikayelerinin olayı bunlardan ibaret.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Kral kaybeder mi?

‘En büyük keşif, kendi içindeki potansiyeli fark etmektir’ demiş psikanaliz bilminin babası Sigmund Freud. İnsanların ne kadarı kendi içindeki potansiyeli fark edip kişisel yaşamlarında ve toplumsal gelişimde etkili olma yeterliliğine sahiptir bilinmez ama...

Yaşamın gerçeklerine bakıldığında bazılarının saklı potansiyelleri fark edip bu keşiflerinden alabildiğince fayda sağladıklarını görebiliyoruz kolaylıkla. Nasıl ki, kurgu sektörünün son dönemlerdeki en büyük keşfi de, psikiyatrist kaleminden çıkan ‘gerçek hayat hikayeleri’! Bu noktada yapılan keşfin olumlu bir sonuç doğurduğunu söylemek mümkün mü peki?

Maddi getiri açısından cevabın ‘Evet’ olduğu muhakkak. Bunun ötesi koca bir sıfır. Zira psikiyatrik vaka diye yedirilmeye çalışılan benzer kurguların içeriklerinde keşfedilecek yeni bir şey yok. Fütursuzca sergilenen erkek çapkınlığı...

Ahlaki değerlerle oynamaktan kaçınmayan mantık rezaleti... Kardeşinin, arkadaşının, akrabasının kocasına göz koyup erkek peşinde koştururken yuva yıkıcı hale gelen kadın aymazlığı... Ve marifet gibi pervasızca sergilenen şiddet... Bıkkınlık yaratan maddi potansiyelli gerçek hayat hikayelerinin olayı bunlardan ibaret.

İşin fenası yaratıcı senaryo yazma becerisi gösteremeyen sektörün, kendilerini düzeltmek yerine, bu tarz öyküleri peşpeşe ekrana sürmekten vazgeçmemekta. Bunun son örneği de, cümle değeri yine ve yeniden budayan ‘Kral Kaybederse’ oldu nitekim. Özünde kralın kaybedeceğini aktarmaya niyetli bir işti ama... Bize asıl düşündürdüğü, ‘Bitli baklanın kör alıcısının bol olduğu bir düzende kral kaybeder mi’ oldu! 

Hal böyleyken ortama bir kez hakim olan, istediği gibi at koşturmasına alkış tutulan kralların asla kaybetmeyecekleri ve her durumdan bir şekilde kazançlı çıkmayı başaracakları gerçeğinde ‘Kral Kaybederse’ hakkında birkeç kelam edelim dedik biz de.

GİTMİŞ NAKİ, GELMİŞ KENAN...

Bir bakımevinin duvaları arasından Kenan Bey’in yaşlılık haliyle açılışını yapıp 30 yıl kadar öncesine dönerek ‘Avcının avına av olma’ sürecine giden yolun taşlarını döşemeye başlayan ‘Kral Kaybederse’ henüz ekrana çıkmadan eleştirileri de peşine takan işlerden. Eleştirilerin baş konusuysa içerikten ziyade Merve Dizdar ve Halit Ergenç isimleri oldu maalesef. 

Maalesef diyorum çünkü ne Dizdar’ın yaşı ne de Ergenç’in peruğu önemli değil. Her iki ismin de performanslarıyla karakterlerin hakkını verdiği bir gerçek. Dahası Dizdar’dan çok daha yaşlı görünen 20’lik üniversite öğrencileri mevcut. Ayrıca Dizdar’ın makyaj yapmasına takılanlar için de, ‘‘Fadime’nin yaşadığı aile ortamıyla ters düşerdi.

Doğal haliyle görünmesi gayet mantıklı’’ diyeceğim. Yanı sıra Halit Ergenç’in peruğunu eleştirenlere de yaşı geçkin erkeklerin peruklardan-boyadan-botokstan medet umarak ortalıkta fink attıklarını hatırlatmak isterim.

Hergün balona dönmüş yüzleri yetmezmiş gibi filitreden göz kanatan görüntüleriyle reklamlarda-dizilerde boy gösterenleri unutmak mümkün mü? Dolayısıyla amaçları üzüm yemek değil bağcı dövmek olanlara ‘‘Halit Ergenç’in peruğu da kadından kadına koşan Kenan’la gayet uyumlu olmuş’’ diyerek içeriği irdelemek istiyorum. 

Bu noktada üstünde duracağım detay, Kenan başta olmak üzere benzeşme hali! Zira senaryonun temelde hep aynı olduğu kurgularda isimler değişiyor ama kadınları küçümseyen, onları oyuncağa çeviren erkekler ve dahi bu gerçekleri bile bile böylesi erkeklerin peşinden koşan kadınlar asla değişmiyor... Tabii avcı(!) erkekleri av haline getiren masumiyet timsali dişli kadınlar da! İnsan ister istemez takılıyor bu benzeşmelere. Özellikle aynı kişinin kaleminden çıkan psikiyatri vakalarına dayalı gerçek hayat hikayelerindeki örtüşmeleri gördükçe... 

Öyle ki; daha önce de işaret ettiğimiz, ‘Zenginlerin dertleri de hep aynıymış’ dedirten bu ayrıntı her yeni işte daha batıcı ve itici hale geliyor. ‘Kral Kaybederse’deki Kenan ve anlatılan öykü temelinde çıta daha da yükseğe taşınmış mesela. Aynı kalemden çıkan örtüşmeler bambaşka işleri hatırlatır olmuş. Kenan’ın ve yaşam tarzının Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ‘Aşk Batağı’ adıyla sadeleştirilen ‘Bir Muâdele-i Sevdâ’ isimli romanındaki Naki Bey’i anımsatması gibi! 

Okuyanlar bilir... Okumayanlar için özetleyecek olursak... Bir yazarın, kendisiyle görüşmek isteyen Naki adındaki birinden aldığı mektupla başlayan roman yazara derdini anlatan Naki’nin ağzından aktarılan hayat hikayesine dayanmakta.

El bebek büyütülen, her istediğine sahip olarak yaşayan Naki, kadından kadına koşan kısa süreli ilişkileri keyfince yaşayan benmerkezci bir kişilik. Ancak onun bu rutinini üçüncü karısı Bedia bozar. Naki, başta onu önemsemez ama zaman içinde peşine düşer hale gelir. Malını, mülkünü hatta aklını kaybeder. Bedia’nın asıl sevdiğiyse Fatin adlı bir gençtir ki sonunda Naki’den boşanıp onunla evlenir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, romanın sonu nasıl biterse ben de aynısını yapacağım diyen, bir okurdan dolayı finaldeki ‘cinayet’ detayını değiştirdiği söylenen eserindeki tablodan anlaşılacağı üzere her iki kurgu da çokça uyuşmakta.

‘Kral Kaybederse’deki Kenan tıpkı Naki gibi yaşadıklarını yazara anlatan bir karakter. Her ikisi de yazara ruhsal paylaşımlarda bulunuyor. Huyları, yaşam biçimleri ve sonunda aşka kapılıp maddi-manevi düşkün hale gelmeleri bile aynı. Velhasıl ‘gerçek hayat hikayesi’ etiketinin altındaki psikiyatrik vakalar birbiriyle örtüşür hale gelmiş bu alemde. 

Sözün özü; ‘Gitmiş Naki gelmiş Kenan’. Tamamen tesadüf diyerek geçiştirelim mi? 

‘KRAL KAYBEDERSE’NİN SENARYOSU ÇOK YAVAN

İlk bölümünde, Fadime’nin evindeki kötü baba tablosu başta olmak üzere, abartılı sahneleri bol olan ‘Kral Kaybederse’nin başka eserle benzeşme halini işaret etmenin ardından dizinin içeriğine bakacak olursak... 

Halit Ergenç, Merve Dizdar, Aslıhan Gürbüz gibi isimlerin dışında hiçbir özelliği olmayan... ‘Gereğinden fazla özür dilersen hep suçlu duruma düşersin’ şeklindeki telkinlerin ötesinde izleyici psikolojisine etki edebilecek güçlü ayrıntılar içermeyen ‘Kral Kaybederse’nin senaryosu çok yavan. Kenan’ın dikkat çekici zengin kahkahası dışında geri kalanlar vasat klişeler. Akış hızlı ancak merak uyandırmayan, tahmini zor olmayan sahnelerin tadı yok. En azından başlangıç için durum bundan ibaret.

Öte yandan mantığa pek uymayan detaylar da mevcut. Onca zaman kocasından şüphelenmeyip sorgulamayan Handan’ın tek bir bilezikle uyanmasına inanabilir miyiz? Devamında onun yaşayacağı mağduriyeti hissedebilir miyiz mesela? Adam bakışları, tavırlarıyla avaz avaz ‘Seni aldatıyorum’ diye bağırıyor.

Gel gör ki, rahat hayatında gün öldüren Handan bunu anlamıyor öyle mi? Hadi canım. Tıpkı aynı çatı altında mercimeği fırına veren Orhan’la İfakat’in durumunu yıllarca göremeyen daha doğrusu görmezden gelen Gülgün gibi! Ama açık ederse düzeni bozulacak değil mi? Kapıya kadar gidip yüzleşmeden kaçmak da böylesi kadınların ikiyüzlülük klişesi işte. Onun için böylesi işlerde psikolojik filan takılmaya da gerek yok zaten. Ortalık bunlardan dolu.

Nasıl ki, zenginliğe ve gösterişli ortamlara tav olan fakir kız klişesi Fadime (Fadi) için de karalar bağlamaya ve durum içselleştirmesine gerek yok. Zira kendi iradeleriyle giriyorlar o topa. Hele bir de gol atma becerisini sergilerlerse aslan kesilip avdan avcıya dönüşüyorlar sonuçta. Çocukluk travmasıymış, alınan yaralarmış...

Geçiniz bir kalem. Nedense böylesi dram kasılan gerçek hayat hikayelerindeki travmalardan hep cinsellik çıkıyor! Ya çapkınlık, ya ‘Günahın Üç Rengi’ndeki gibi eşcinsellik, fahişelik, mazoşistlik ya da yaptıkları seçimler sonucu kendilerini suçlayanların ezikleşmiş cinsel dünyası... Gittikçe yavanlaşan kurgular hep aile kaynaklı cinsel yönelimlere dayanıyor neticede. Peki neden?

Toplumun aile yapısı mı çok müsait yoksa getirisi mi yüksek? Ya da her ikisi. Öyle ya da böyle bizdeki psikiyatrik kökenli kurguların özü, yaratıcılık açısından yavan ve benzer senaryoların ilgi görmesini sağlayan ‘cinsellik’. Vah bize!

SONUÇTA; Tıpkı komedi sanatının ‘küfür’ ve birbirlerinin benzeri sulu sepken skeçlerden ibaret olduğu yanılgısının izleyici algısına yerleştirildiği gibi... İnsanları kendileriyle yüzleştirmekten ve duygusal-kişisel sorgulama yaptırmaktan uzak, terapi gücünden yoksun psikiyatrik kurgular da ‘gerçek hayat hikayesi’ adı altında ekranlardan dayatılmakta. S

adece Halit Ergenç’in oyunculuk gücünden dolayı izlenmeye değer olan ve açılıştaki, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini gösteren, yaşlı Kenan tablosuyla kralların bir şekilde hep kazanacağını ortaya koyan ‘Kral Kaybederse’ de bunlardan biri olarak karşımızda. Üstelik sadece ekranda değil, dijital platformda da... Hani Kral Kenan, ‘Tavır her şeydir. Kapılardan öyle bir geçeceksin ki hiç kimse seni kovmaya cesaret edemeyecek’ diyor ya... İşte, gerçek hayat hikayesi diye sunulmanın potansiyelini keşfederek ortaya çıkanların olayı da bundan ibaret.

Kralların kaybetmediği gerçeğinde son söz filozof Erasmus’tan gelsin... ‘Körlerin ülkesinde tek gözlü adam kral olur’.

Anibal GÜLEROĞLU

gulerani[email protected]

www.x.com/guleranibal