Yalı Çapkını ve Sakla Beni taciz ve şiddeti reytinge dönüştürüyor

Anlayacağınız taciz ve şiddet şikayetleri izleyiciyi uzaklaştırmak yerine diziye yönlendirdi. ‘Sakla Beni’ de bu yönelişi eli boş bırakmadı tabii. İçeriğini, dozu daha da artan, şiddet ve yozlaşma sahneleriyle doldurarak ‘Hem eleştiririm hem izlerim’ diyen riyakarlığı fazlasıyla tatmin etti. 

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Artık bıkkınlık yarattınız!

‘O kadar bıkkınım ki devam etmeyi midem kaldırmıyor’ demiş modern romanın öncüsü Gustave Flaubert. Sıradanlıktan kurtulabilmek için sınırlarını zorlayan bir kadının hikayesini anlatan ‘Madam Bovary’ romanıyla dünya klasikleri arasına giren yazarın bıkkınlığa dair bu sözünü günümüzde ekranlardan bize dayatılan diziler için rahatlıkla kullanabiliriz. 

Zira yozlaşmış klişelerle, şiddet yüklü karakterlerle, birbirinin benzeri içeriklerle ekrana çıkartılan işler ve kendini tükettiği halde devamda ısrar eden yapımlar çok bıktırdı. Öte yandan ‘Aile yapısı’ hassasiyetinin sürekli dillendirilmesine ve şiddetin-tacizin eleştiriliyor gibi görünmesine karşın ekran cephesinde parlayan işlerin genelde bu özellikleri abarta abarta gözümüze sokanlar arasından çıktığı da bir gerçek.

Hal böyleyken ‘Yalı Çapkını’nın başı çektiği bu tarz yapımların bolluğuna bakıp bir yandan bıkkınlığımızı dillendirmek bir yandan da ‘Bu dizilerin amacı ne’ diye sorgulamak kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla bu türden rekabetçilikte dikkat çeken iki yapımı ele alalım dedik biz de...

‘SAKLA BENİ’YE TEPKİLER NEYE YARADI?

Hizmetçi halasının yanında sığıntı olarak büyüyen İncila’nin zengin çocuğu Mete’ye aşkını, her istediğini almaya alıştırılan şımarık Naz’ın hastalıklı ruh haliyle harmanlayıp buradan doğacak çatışmayla izleyiciyi toplamayı hedefleyen ‘Sakla Beni’, ilk bölümden şimşekleri üzerine çeken yapımlardan. Gerçek hayat hikayesi etiketi altında cümle değerleri budaya budaya ilerleyen dizi mantığına adeta tüy dikmeyi hedefleyenler üç karakterin çocukluk dönemindeki ‘evcilik’ sahnesiyle ‘Bu kadar da olmamalı’ dedirtti çoğu izleyiciye malumunuz. Dedirtti de ne oldu? Hiç. 

Gerçi orta yerde fiili bir taciz hali yoktu. YSöylemin ötesinde yerde kıyafetleriyle oturan Naz’ın neden çığlık attığı, odada iki çocuk arasında neler yaşandığı yoruma açık bırakılmıştı. Lakin bu sahnenin varlığını görmezden gelmek de imkansızdı. Çünkü niyeti apaçık meydandaydı... Taciz üstünden merak uyandırıp reyting kapmak!.. Ki, sosyal medyadaki tepkiler sayesinde hedef fazlasıyla tutturuldu. İlk bölümüyle Total’de 12’inci sırada yer alan yapım AB’de sekizinci, ABC’de dokuzuncu olabilmişken ‘çocuk tacizi’ söylemlerinin verdiği rüzgarla ikinci bölümde hızla yükselişe geçti. Total’de sekizinci, AB ve ABC’de altıncı olurken devamında Total’de altıncı, AB’de yedinci, ABC’de beşinci sırada yer aldı. 

Anlayacağınız taciz ve şiddet şikayetleri izleyiciyi uzaklaştırmak yerine diziye yönlendirdi. ‘Sakla Beni’ de bu yönelişi eli boş bırakmadı tabii. İçeriğini, dozu daha da artan, şiddet ve yozlaşma sahneleriyle doldurarak ‘Hem eleştiririm hem izlerim’ diyen riyakarlığı fazlasıyla tatmin etti. 

Asude Kalebek

Peki, iyi güzel de... ‘Alan memnun, satan memnun’ tablosuyla yol alan bu riyakarlığın arka planı ne olacak? Bu, üstünde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir konu. Zira hep işaret ettiğimiz üzere, ‘Alt tarafı dizi. Gerçek hayatta çok daha büyük rezillikler yaşanıyorken dizilere kafayı takmamak lazım’ şeklindeki klişe savunmalarla geçiştirilemeyecek bir yozlaşma sürecine hız vermekte böylesi içerikler. Daha net ifadeyle ekranda yerini alıp sorgusuz kabullenişle desteklenen her çarpıklık gerçek hayattaki yansımalarını daha mübah kılıp normalleştirecektir. Bunu algılamamak için zihinsel körlük gerekir.

Nitekim İncila-Naz-Mete üçgeninde yaşananları bolca gırtlak sıkmalı şiddet ve çirkinleştirilmiş cinsellikle sunmayı tercih ederken üslubunda hayli net olan ‘Sakla Beni’, bu noktada üstüne düşeni layıkıyla yapmakta. Naz gibi psikolojik sorunlu bireylerin sapkınlıklarını, İncila gibilerin ezikliklerini ve onlara yancılık yapan ailelerin çarpıklıklarını ‘doğal’ göstermedeki başarısının özendiriciliğini ve yönlendiriciliğini inkar etmek mümkün mü? Ne diyelim... ‘Aile yapısı-ahlak’ gibi kavramlara karşı mangalda kül bırakmayanlara tepkileri boşa düşüren bu sınır tanımazlık hayırlı olsun.

‘YALI ÇAPKINI’NIN İÇERİĞİ DALLAS’I DA GEÇTİ!

İçerikleri haykırıştan, şiddetten geçilmeyen dizilerimiz çok gözde ya... Peki bunların hikaye bazında bir numaraları var mı? Cevap elbette ki hayır. Çünkü bölümler boyu işlenen yegane konu, erkek avcılığından ibaret. Zengin erkeği kapmak için kadınların verdiği mücadele ve aile içi hırsları tatmin için gerçekleştirilen entrikalar olmasa hepsi de koca bir hiç. Nasıl ki, sadizmle mazoşizm karışımı aile yapısından medetle yola çıkıp gerçek hayattaki psikiyatrik vakaların üstüne tüy dikerek ekranda zirveye yerleşen ‘Yalı Çapkını’nın tüm olayı da bundan ibaret. 

Nitekim iki bölüm öncesinden başlayan özetleriyle bıktıran ve yeni sezonunu yürütecek konu bulamadığı için gidenleri geri getirip buradan durumu kotarmayı tercih eden ‘Yalı Çapkını’ dön baba dönelim kıvamında bir yozlaşma sunmakta. Hangi ara hamile kaldığını bir türlü çözemediğimiz Pelo’yu damdan düşercesine karnı burnunda haliyle karşımıza getiren senaryo, Pelo ve annesinin erkek kapma mücadelesi yetmiyormuş gibi bir de Pırıl ve arkadaşını yamadı hikayeye. Ferit ve Pelo’yu yakınlaştırırken Seyran gözden çıkartıldı iyice. Kocasıyla yan yana gelemediğinden doğum kontrolünü kendiliğinden yapıp İfakat’in ilaç çabasını gereksiz kılan Seyran güçsüz-zavallı konumuna düşürülüp iyice ötelendi. Bu da yetmezmiş gibi gerek mimikleri gerekse konuşmalarıyla hayli itici ve eğreti duran Nükhet’in intikam şamatası çıktı. Herkesi ve her şeyi didik didik eden Halis Ağa ve İfakat ne hikmetse Nükhet’in hastalığını ve geçmişini hiç sorgulamadan kabullenirken ahlaken ipin ucu iyice kaçtı.

Seyran’ı sevdiğini söylerken en ufak sıkıntıya dahi gelemeyip cümle haltı yemeyi hak gören Ferit’in şerefsizlik örnekliği bir yana... Karısına aldırmadan aynı çatı altında yengesi İfakat’le iş tutması yetmiyormuş gibi kızı yaşındaki Dicle’ye ev tutup hallenen Orhan’ın azgın teke pervasızlığı çıktı başımıza. ‘İlk deneyimi kontrolümüz altında olsun’ kafasıyla hizmetçisini Ferit’in koynuna yollama ve gelin adaylarını soyunmaya zorlama sapkınlığındaki İfakat’in rezilliği deseniz... Evlere şenlik bir tablo.

Peki ya, evli adamı karısından ayırtmak için türlü oyunlar oynayıp sonra da mağdura yatan Pelo’nun ve yardakçılarının kadın gururunu ayaklar altına alan entrikacılıklarına ne demeli? Keza yeni evlendiği kadını eski karısıyla aynı evde oturtup Pelo’nun namus bekçisi kesilen Yanık dayının... Ve dahi sırf soyadını sürdürme kaygısıyla Ferit’i Seyran’dan boşanıp Pelo ile evlenmeye zorlayan Halis Ağa’nın aile algılarına nasıl bakmalı? 

Kısacası; En gariban pozisyonundaki Suna’nın bile Kaya’nın gerçek düşüncelerini öğrendiğinde, Seyran’ın aksine aklını kullanıp dik durarak, ‘Entrikacılıkta ben de varım’ restini çektiği ‘Yalı Çapkını’nda aile de ahlak da dibin dibinde. Cümlesinin tek derdi Ferit’le Seyran’ı ayırmak olan içerik de bizlere sunduğu bu ‘kimin eli kimin cebinde belli değil’ akışla Dallas’a rahmet okutmakta. Gerçi Müge Anlı’da ortaya dökülen çarpıklıklarla Dallas’ın aile yapısını mazbut kılan nice gerçek hikayeye meraklı olanlara fark etmez bunlar ama... Orta yerde duran ve yansıttığı örneklerle toplumsal yozlaşmaya çanak tutan çarpıklıkların dizilerin atmosferlerini özümseyen yenibeyinler üstündeki etkisini de düşünmek gerek. Dahası bıkkınlık yaratan bu işleri midemiz de sabrımız da kaldırmıyor artık.

SONUÇTA; Gerçek hayatla paralel şekillenen kurguların amacı çok net. Kötülüğü, şiddeti doğallaştıran diziler erkeklerin birden fazla kadınla aynı çatı altında yaşamasını, sahiplenilen mal gibi takdim edilen kadınların erkeği elinde tutabilmesi için okumayı unutup çocuk doğurması gerektiğini... Velhasıl erkek egemen bir yaşam biçiminde iş çevirme şeytanlığıyla öne çıkmanın ötesine geçemeyen kadının erkeğe bağımlılığını ve zavallılığını açık seçik dikte etmekte topluma. Toplumdaki yozlaşmalar dizi içeriklerinin yanında hava cıva kalıyor kuşkusuz ama... Bunları normalleştirmek, pervasızlığın ve ölçüsüzlüğün de önünü açacaktır her şekilde. Devamında işin ucu nereye varır bilinmez. Onun için bir kez daha vurgulayalım dedik, hikayeyle gerçeğin iç içe geçtiği bıkkınlık yaratıcı yozlukları. Hani aile ve ahlak husularında toplumsal hassasiyetimiz çok yoğun ya... İşte o hesap.

‘Artık bıkkınlık yarattınız’ diyerek tepkimizi gösterdiğimiz yazımızda son söz filozof devlet adamı Cicero’dan gelsin... ‘Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler’. Anlayana sinek saz, anlamayana davul zurna az.