‘Tarz’ınızı da alın gidin!

Silikonlu memişlerin resimlerini paylaşarak ya da ipe sapa gelmez açıklamalar yaparak sosyal medyanın diline düşmenin tarz olduğu günümüzde, ekran destekli saçmalıklar sayesinde ‘insan’ denen varlığın anlamı da giderek yozlaşıyor.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Dizilerin ajitasyonuna alıştık… Magazinin yarattığı anlamsızlıkları çoktan geçtik… Ama akılları sıra ‘moda’ adına insanlara bir şeyler sunmak ve ‘tarz’ları yarıştırmak için ekrana çıkartılanların sergilemeye başladıkları çirkinliğe karşı suskun kalmak da bir yere kadar.

Dikkat çekmek için bu kadar zırvalamaya, insan olgusunu bu denli dibe vurdurmaya gerek var mı? Kendilerince giyindiklerini farz ettiğimiz bayanların podyumda salınmanın ardından giriştikleri çene yarışında yaşananları, ‘şov’ mantığıyla izah etmenin mümkünü kalmadı artık.

Öyleyse bu abartılı cazgırlaşmaya sıkı bir eleştiri yapmanın, içeriklerindeki yozlaşmaya ciddiciddi dikkat çekmenin vaktidir.

‘BU TARZ BENİM’ TÜRÜ PROGRAMLAR ‘İNSAN HASADI2 MI?

Ekranlarımıza renk katmak için hazırlanmış gibi görünen ama gerçekte sömürünün dik âlâsı olan yapımların işleyiş mekanizmasını tarif etmek için Wachowski kardeşler imzalı ‘Jüpiter Yükseliyor’ filmi çok güzel denk düşüyor bana göre…

Basın gösteriminde izlediğim yapım, insanların para-güç-şöhret peşinde koştururken asıl önem vermeleri gereken şeyin ellerinden akıp giden ‘zaman’ olduğunu işaret edip, birbirimizi yediğimiz Dünya’yı da yaratıcı hanedanlıkların ‘hasat yeri’ olarak nitelendirmişti. Kısacası filmin içeriğine göre biz dünyalılar, tepedeki güçlerin kendilerini diri tutmak için ihtiyaç duydukları enzimi sağlayan birer üründük.

Yaratılma gerekçemizle ilgili enteresan bir bakış açısı! Öte yandan filmin bu teması, dünyadaki insanların kendi aralarında yürüttükleri sömürü düzeniyle de rahatlıkla özdeşleştirilebilir nitelikte… Ki buradan da, hem çok değerli olan zamanımızı çalan, hem de ruhlarımızı hasat edip varlığımızdan beslenen televizyon programlarına varabilir ve ‘Bu Tarz

Benim türü programlar insan hasadı mı’ diye sorabiliriz! Sorduk gitti.

Şimdi çevremizde onca yozluk- yolsuzluk varken tek derdimiz televizyon programlarının yozlaşması mı, diye düşünmek mümkün. Ancak her ne kadar kimilerince kabul edilmese veya önemsenmese dahi televizyonun tüm toplumlar üstünde yönlendirici bir etkisi olduğu kesin.

Biz de bu mantıkla değerlendiriyoruz zaten ekranı ve sömürü çarklarının ürünü olan ‘Tarz’ları.

Peki, nedir bu ‘Tarz’ programlarıyla alıp vermediğimiz? Yok, biz öyle kızlar oralarını buralarını açıyorlar da bir yerlere mi hazırlanıyorlar, şeklinde kafayı takacak değiliz. Çünkü namusun ‘ora bura’ olayına odaklanmaktan ya da giyim kuşamdan çok öte olduğunun bilincindeyiz.

Dahası nasıl ki dini yozlaştıranları algılamak için görülmesini tavsiye edeceğim ‘Timbuktu’ filminde, kendi kendilerini Cihat askerleri olarak görevlendirenlerin kafalarına göre yasakladıkları her şeyi özel yaşamlarında gizlice yaptıklarını görmek mümkünse, insanların başkalarının ahlak bekçiliğine soyunmalarındaki ikiyüzlülük de her daim aklımızdadır. İlaveten oraya çıkanların hiçbirinin kolundan sürüklendiği de yok. Hepsi kendi inisiyatifleriyle oradalar.

Dolayısıyla ‘Bu Tarz Benim’ programlarıyla ilgili eleştirimiz, dış görünüş ahlakçılığından ziyade insan olgusunun deformasyonunu ve ekran kalitesizliğini tetiklediğiyle ilgili olacak!

Bu akılcılıkla bir TV 8’e, bir de Show’a bakıyoruz… Tablo hep aynı. Sunucuların ortam kızıştırıcılıktaki eşdeğer performanslarıyla ekrana çıkartılan ve yarışmacısından jürisine ‘Yok aslında birbirinizden farkınız’ dedirten ‘Bu Tarz Benim’ler reyting uğruna kapışmalarını kıyasıya sürdürürken, tarza heveslenenlerin kişiliklerini yok saymayı ilke edinmişler adeta.

Tamam. Daha önce Show’a iki kez para cezası kesen, şimdi de TV 8’i affetmeyen RTÜK bu cezalarla, reyting uğruna insan onurunun hiçe sayıldığını bir nebze saptıyor. Ama bunun etkisi nereye kadar? Programın getirisi, cezaların götürüsünden fazla olduğu sürece parayı veren düdüğü öttürmeyi sürdürüyor nihayetinde. Yozluk da, başladığı yolda devam…İşin fenası, yarışmacı niyetine çıkanların reytingci şovlara alet olmayı kabullenmesi! Mahalle kavgası benzeri konuşmaları izleme meraklıları da hesaba eklenince ekranların tarzları, tam şahbazlaşıyor.

Böylece yarışmacıların birbirlerini küçük düşürdükleri konuşmaları ve onlardan aşağı kalmayan jüri tarzlarını ön plana çıkartarak vermeyi ‘müşteri toplama’ mantığına oturtan kanalların, her alanda yontula yontula mumla aranır hale gelen, ‘kalite’ olgusunun bir kez daha yozlaşma modasına kurban gitmesine katkısı da kaçınılmaz oluyor.

Tüm bu bileşenden açığa çıkan asıl suçlu kim derseniz… Tabii ki ekran başındakiler! Gerçi reytingler öyle çok tepelerde değil ama… Gerçekten size sunulanlardan hoşnut değilseniz, insan onurunun bu denli aşağılanmasından şikâyetçiyseniz göstereceksiniz tarzınızı. Ya eleştirmeyeceksiniz ya da bu ‘Tarz’ların gelişmesine çanak tutmayacaksınız kardeşimmmm…

Sonuçta; izleyenler olduktan sonra biz istediğimiz kadar yırtınalım, tepki gösterelim ne yazar?

Ali yazar, Veli bozar… İnsanlar göz yumdukça küplerini doldurur yine ‘Tarz’lar.

GERÇEK ŞU Kİ, HİÇBİRİNİZ DE TARZ DEĞİLSİNİZ!

‘Bu Tarz Benim’ programlarından süzülen bir diğer sakillik, tarzlarını oturtamamış olmaları!

Nedir bunların tarzı? Moda yarışması mı, kavgacılık becerisi mi yoksa dedikodu performansı mı? ‘Tarz’ yarışması diye meydana çıkıp böylesi bir tarzsızlık sunmak ancak bize mahsustur.

Tarzın başlangıcı sunucudan olur. Ama ne gezer? Sunuculuktan yorumculuğa dönüşerek had aşan söylemlerle yarışmacıların hedef alınması, ‘Yemezler’ şeklinde konuşulması ilgi çekici bir tarz olarak görülüyorsa… Yazıklar olsun ‘sunuculuk’ kavramına. Balık baştan kokarmış.

Yarışmaların bütününe baktığımızdaysa, her anlamda ‘Tarz’ olgusu yerlerde sürünmekte…

Görünürde saygı söylemi ve giyim tarzı seçimi ön planda ama… İzlediğimiz tabloda ne saygı, ne de moda adına bir olumluluk yok. Hani neredeyse, saygı gösterme kılıfıyla yedirilmeye çalışılan süreçte, ukalalık ve terbiyesizlik ‘dobralık’ olarak adlandırılarak ödüllendirilir halde.

Podyuma değil ringe çıkarmışçasına bilenerek hazırlanan yarışmacıların birbirleriyle tehditkâr konuşmalarını geçtik, kulislerde yaşananları gelip kamera önünde gammazlamaları, hakaret etmeleri çok vahim. Zira bunlar, haksızı haklı çıkartma yanlısı yarışmaların baş tarzı oldu.

Hal böyleyken birbirlerini sinir krizleri geçirtecek hale getirenlere, yorum işini davalık olma noktasına vardıranlara… Butik övünmeleri-sponsor dövünmeleri derken bir yığın şamatayla

‘Elenmek istiyorum’ halleri yaratıp ‘Bu varoşların arasında olmak istemiyorum’ diyenlere bakıp buralarda yer alanların ‘Tarz’ olduklarını düşünebilir miyiz?

Bu nasıl bir yarışmacılık anlayışıdır? Edepsizce bağırıp çağırana niye kimsenin gıkı çıkmıyor?

Kendisinde pervasızlık hakkı gören ve hiçbir engellemeyle dizginlenmeyen yarışmacılık performanslarına karşı ‘Burada torpilin gücü mü konuşuyor yoksa önceden yazılmış bir kurgu mu sahneleniyor’ diye sorgulamamak imkânsız.

‘Dur bakalım ne olacak’ tarzında sahne alan jürinin de iler tutar yanı yok. Bunları sessizce seyretmesine, sonrasındaysa dedikoduculuk yapanın ekmeğine yağ sürercesine konuyu didikleyip ismi öne atılan yarışmacıya yüklenmesine pes! Adeta sahtecilikle akıtılan gözyaşının, ihbarcı küstahlığın destekçisi gibiler.

Ayıp kavramının ‘kayıp’ hale getirildiği yarışmalarda jüriden biri çıkacak ‘Arkadaki dedikoduları gelip burada söylemeyin’ diyecek… Tam ‘Aferin’i yapıştıracağımız sırada sunucu bilmiş bilmiş araya girip, ‘Yarışmacıların tavır edecek ve konuşacak durumları yok’ gazını ortama salacak… Kışkırtıcılığın tavan yaptığı yerde bir diğer jüri çıkacak, ‘Bunlar da jüri mi ya’ dediği iddiasıyla hedef tahtasına oturtulan yarışmacıya ‘saygısız insan’ etiketini yapıştıracak.

Ondan sonra ortalık yangın yeri… Neymiş? Yarışmacı terk edip gidemezmiş!

Arkadaş, insanların kıyafetlerini bırakıp kendileriyle uğraşmaya başlarsanız bal gibi de gider.

Şayet gerçekten onurlu bir insansa… Orada direktiflerle hareket eden bir şovcu olarak değil de, hakkıyla yarışmak isteyen bir katılımcı olarak bulunuyorsa gitmesi de gerekir zaten.

Haaa… Bir de kıyafetleriyle ‘Tencere dibin kara, seninki benden kara’ durumu yaratarak yarışmacılara yönelik eleştirileri iyice koftileşen jürisel tripler var, bu ‘Tarz’ parodisinde…

‘Bu ne şımarıklık, bu ne saygısızlık’ deyip sözüm ona çılgına dönen jürinin podyumda yürüyen yarışmacıyı görmemek için önüne aksesuarları çekmesini, yarışmacıya karşı bir protesto olarak değerlendirmek ne mümkün! Jürinin bu tavrı doğrudan doğruya ekran başındakilere karşı algılanır. Çünkü bu tarz protestoculukla yaratılan görsel çirkinlik jüri olma bilinciyle bağdaşamaz. Dahası bir jüri üyesinin protesto etmeye de hakkı olamaz. Beğenmediğine karşı tavrını, oyuyla-değerlendirme gücüyle gösterir. Ama gerçekler değil de, sahte kişiliklere tam uyan şov maskeleri revaçtaysa o zaman iş başka… Değil çiçek, ağaç bile koysan yeridir. Buna karşılık tüm tarzlar jüriye ve yarışmacılara ait olmayacak ya… Bizim de elbet vardır bir ‘Tarz’ımız. Şayet seyirciye saygı gösterilmeden, yarışmacıların kişiliklerini zedeleyici eleştirilerle, dedikoduculuğa-kavgacılığa prim verilerek programcılıkta ve jürilikte ısrar ediliyorsa… Yarışmacılardan bazılarının rakiplerini rencide etmesine, çirkinleşmeyi hak sayar hale gelmesine, insan onurunun paspasa çevrilmesine göz yumuluyorsa… Koyuver gitsin.

O zaman biz de tümünüze karşı eleştiri satırlarımızı döktürür, baş parmağımızı da aşağı çevirerek ‘‘Gerçek şu ki, bu dejenere şovlarınızla hiçbiriniz de takdire değer tarz değilsiniz.

Dibe vurdurduğunuz ‘Tarz’ınızı da alın gidin’’ deriz!

Anibal GÜLEROĞLU