Striptizci erkekler ve Karınca Adam'la bayram keyfi

Havaların bunaltıcı sıcağıyla darlandığımız, Gezi Parkı olaylarını sıfırlayan kararla hayal kırıklığı yaşadığımız ve bir türlü kurulamayan hükümet çekişmesine bakıp ‘Biz boşa mı oy verdik’ diye iç kararttığımız şu günlerin toplumu kucaklayan yegâne güzelliği ‘bayram’ sevinci...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Hani deliye her gün bayrammış ya, o ayrı bir mesele. Biz akıllısından yaklaşalım konuya… Ve rutin programlarıyla durumu geçiştirip hiçbir özellik yaratmaz hale gelen ekranların bayramsızlığını kınayıp, her zevke göre filmin bulunduğu beyazperdenin geniş yelpazesinde öne çıkanlara bir göz atalım. Tabii bayrama dair birkaç kelam ettikten sonra… Adettendir ne de olsa.

‘Gerçek değişim, kimi eski şeyleri farklı görmeye başlamaktır’ demiş, Mental Tonic kitabının yazarı Richard Wilkins… Hakikaten geçen yıllarla birlikte değişen değer yargıları insanın olaylara bakışını da bir hayli etkiliyor. En basitinden bayram halleri… Pek çoğumuz küçükken büyüklerimizden defalarca duymuşuzdur, eski bayramların farklı olduğunu. Onlar şikayet ederdi ama bayramlar, çok özeldi bizim için… Yeni kıyafetler, gelip gitmeler, harçlıklar, annelerin haldır haldır iş yapması… Lunapark ve sinema keyfi de, benim çocukluğumun olmazsa olmaz bayramlıklarıydı. Birinde coşku, heyecan… Diğerinde hayal dünyama malzeme veren maceralar... Çocuk aklıyla düşündüğümüzde, o zamanlarda bulunmayan aletler dışında ne farkı olabilirdi ki eski bayramların? Hiç. Dolayısıyla kafamız basmazdı, anlamsız gelirdi bu yakınmalar. ‘Aman nine sen yaşlanmışsın’ der geçerdim mesela ben de.

Evet. O yıllarda bizim için farkı yoktu bayramların. Ama yıllar geçtikçe iş değişti. Biz de eskiye özlem duyup farklılıkları dillendirir olduk… Ve anladık ki, büyüklerimizin kast ettiği farklılık söylemi bayramlara değil, onları idrak eden insanların değişimine dairmiş. Menfaat düzenine ayak uydurdukça bencilleşen ve bayramları tatil niyetine kullanıp, özel günlerin tadını birlikte çıkarmaktan kaçınır hale gelen insanların farklılaşması şimdilerde daha da çoğaldı. Hele şu son 10-15 yılda pek çok şey eski özünü iyice yitirdi. Sevgiyle saygıyla yaşanan basit tatların mutlulukları, televizyondaki yapay reklamların tüketiciliğinde kaldı. Yani artık ben de, siz de rahat rahat dillendirebiliriz, ‘O eski bayramlar daha doğrusu insanlar nerde’ yakınmasını. Aşkı masal yapan, ekranlardan ‘Bayram Özel’ programlarının renkli tatlarını kaldıran ve hayata bakışı mekanikleştiren çağ değişimi, bizi de geçmişi mumla arar hale getirdi nihayetinde.

Elden gelen ne peki? Eski değerlerin hatırlanacağı nice bayramlara diyerek, eldekilerle çağa ayak uydurup günü yaşamaya devam. Bu doğrultuda herkesin kendince seçeneği olacaktır. Ben de izleyiciyi memnun edebilecek iki filmin kritiğini yaparak katkıda bulunmak istedim. Bunlardan biri ‘Magic Mike XXL/Striptiz Kulübü 2’, diğeri de ‘Ant-Man/Karınca Adam’… İkisinin de kahramanları, erkekler. Ancak ilkinin hedefi, kadınları sıkıntılarından kurtarmak… Diğerininkiyse, dünyayı kötülükten kollamak. Her iki türe de ne çok ihtiyaç var değil mi?

KADINLARI KRALİÇE HİSSETTİREN ERKEKLER

Çıplaklık dendi mi akla ilk gelen şey nedir? Genele yaygın cevap; ‘kadınlar’. Oysa çıplaklığın çağrıştırdığı cinsellik tek yönlü bir olgu değil ki! Bunun bir de, kadını etkileyen erkek yönü var. Ancak ne yazık ki erkek egemen görüşün hâkimiyeti yıllar boyu bu yönü gözden uzak tutmuş ve hangi alanda olursa olsun sürekli kadın bedeni öne çıkartılmış. Ancak bayramları yaşama biçimi de dâhil olmak üzere her konuda değişim yaratan çağın yenilikçiliği, bu alışkanlığı da kırdı. Nitekim gerek dizilerimizde, gerekse reklam panolarında belden yukarısı çıplak erkek görüntüleri sürekli kullanılmakta. Kaslarını geliştiren, dövmeleriyle hava atan erkekler kadar onları izleyenler de bundan hayli memnun üstelik. Sanki erkek bedeninin görsel çekiciliği yeni keşfedilmiş gibi, bu modaya rağbet gösterilme durumu yurdumuzda henüz çok taze olsa bile erkek dansçılarla olayı iyiden iyiye cinselleştiren Amerika hizmette sınır tanımıyor.

Savaş yorgunu Avrupa’dan, ‘daha iyi bir hayat’ ümidiyle kaçan bekar kadınların tuzağa düşüp belden yukarıları çıplak biçimde ‘ayıp’ danslar yapmak zorunda kaldıkları 1920’li yılların Amerikan rüyası,’Bir Zamanlar New York’ filminde de tüm acı çıplaklığıyla yansıtıldığı gibi kadını eğlence malzemesi yapan tek yanlı bir yaklaşım kıvamında. Ancak yıllar ilerledikçe kadınların potansiyel müşteriliği de keşfediliyor tabii. Nitekim kadın izleyici kapasitesini devre dışı bırakan ve artık bıkkınlık vermeye başlayan kadın bedenine karşı erkeklerin kaslı vücutlarını teşhir etme fikri gelişiyor. Böylece kökü, 1895 yılında Paris'te sergilenen ‘Divan Japonais’ adlı gösterinin yıldızı Moreno de Blansac’a dayandırılan ‘sahnede soyunma sanatı’na erkekler de dâhil oluveriyor.

Erkek striptiz kulüpleri hızla yaygınlaşınca, bu merak binlerce kadının izleyici olarak katıldığı festivalleri ve kişiye özel şovları da beraberinde getiriyor. Kadın memnuniyeti had safhada! Kolay mı onca yıl tek taraflı sömürüyle rencide olmak? Kolay değil. Ayırımı ortadan kaldıran gelişimin can damarı yine ‘para’ tabii. Erkek üstünlüğünü yerle bir etmenin keyfini sürerken, danslarını bir tür terapiye çeviren bu striptizciler sayesinde kendilerini ‘kraliçe’ gibi hisseden kadınların yarattığı ticari kapasite de çok büyük! Hal böyle olunca, erkek bedeninin dansçı teşhirinden dünya çapında azami derecede faydalanmak için gelsin ‘Striptiz Kulübü’ filmleri…

İlkini 2012’de izlediğimiz ‘Striptiz Kulübü/Magic Mike’, kaslı bedenlerin erotik şovlarıyla erkekleri kıskandırırken, kadınları büyülemişti adeta. Bu hayatın zorluklarını da arka plandan veren film, renkli konuşmaları ve cezp edici erkek vücutlarının hayran bırakan temalı dans becerileriyle romantizmi bütünleştiren başarılı bir çalışmaydı kısacası. Mike rolünde kendini yaşayarak gerçekçiliği hissettiren Channing Tatum’un, g-string’ini çekim esnasında kadınlara parçalatacak derecede etkili olan bu filmin kazandığı beğeni, nihayetinde devamını da getirdi.

Hayalindeki mobilya işini kuran ama yanındaki tek işçiyi sigorta yaptırmaya gücü yetmeyecek derecede az kazanan Mike ile çılgın grubu son bir şov için yeniden bir araya getiren ‘Magic Mike XXL’in, Miami – Tampa’dan festivalin yapılacağı Myrtle Beach’e uzanan yolculuğunda yine alabildiğine seksi çekicilik sergilenmekte. Ancak filmin bütün olayını sadece striptiz şov sanmayın… Kendileriyle belli sınırlar dâhilinde yakınlaşma kuran dansçı erkeklerin emeğini bolca para atarak ödüllendirmek için yırtınan kadınlar üstünden, tabu sayılan farklı olgulara dair mesajlar yakalamak da mümkün. Yani tıpkı ilk filmde olduğu gibi devamı da dolu dolu.

Erkeklerin kabalığı ve ilgisizliğinden tükenen ya da normalde ‘güzel’ olarak algılanmayıp yalnızlığa itilen kadınların patlamak için fırsat kollayan bastırılmış doyumsuzluğunu çok net hissedebiliyorsunuz mesela. Kadın patron tarafından sunulan ve hiçbir kriter aranmadan her kadını ‘kraliçe’ konumuna yükselten şovlardaki övgülü söylemde, cinsel özgürlüğün sadece erkeklere özgü olmadığı gerçeğini yaşayabilirsiniz… Ya da her insanın içinde ikinci bir cinsel kişiliğin yatabileceği olasılığını düşünüp kimseyi yargılamamak gerektiğini algılamak da, ‘Magic Mike XXL’in odaklandığı striptizci erkek olgusunun ötesine geçen mesajlarından!

Sonuçta; Dizilerimizdeki belden yukarısı çıplak erkeklerimizi bile imrendirecek görselliğin ve kıvrak danslardaki yeteneğin yanı sıra mizahı, müziği ve striptiz dansı dengelerken cinselliği de dibe vurdurmayan bir kombinasyon izleyip memnun kalmak isteyenler için ‘Magic Mike XXL’in bedensel şöleni, günlük stresten uzaklaştırıcı, harika bir bayramlık seçim olacaktır.

BOYUTUNA DEĞİL İŞLEVİNE BAK!

Erkeklerin çocukluktan itibaren en baş övgüsü, boy pos üstünedir. İri kıyımların, kahraman edasıyla ufak tefeklere efelenmesi neredeyse kurala dönüşmüştür… Aynı şekilde büyük devletlerin küçükleri ezme isteği de! İşte bu erkeksi kahramanlık merakını ‘özel güç’ takviyesiyle abartıp kurtarıcılar yaratarak tatmin etmek, çizgi romanlardan başlayarak filmlere uzanan bol kazançlı bir süreci de beraberinde getirmiştir.. Dünya genelinde ilgi gören bu ikonik süperliğin başını çekenler ise Marvel karakterlerinin seri öyküleri. Sıkça karşımıza çıkan ‘Avengers/Yenilmezler’ ekibi malumunuz… Onların kurucu üyelerinden olmakla birlikte şimdiye dek hayli ihmal edilen ‘Ant-Man’in küçük dev adamlığının macerası da, erkek egosunu doyuma ulaştırmaya yönelik güç gösterilerinin gecikmiş örneği.

Yıllar boyu beyazperdede pek öne çıkmaya fırsat bulamayan ‘Ant-Man’i nihayet ele almayı akıl eden Marvel, hikâyeyi 1989’dan başlatıp Rusya’nın elinde tehlikeli bir silaha dönüşebilecek çalışmalarını paylaşmak istemeyen Hank Pym’ın yumruklu istifasıyla açılışını yapıyor. Bu kestirme öfke gösterisinden günümüze gelen başlangıç, Robin Hood’luğa heveslenip hapse düşen Scott’un kavga dövüş tahliyesiyle de adım adım ‘Karınca Adam’lığa doğru gelişiyor. Farklı ırklardan seçilen yan karakterlerin mizahi katkısıyla şenlenen filmin kötü kahramanı da var tabii… Hank’e kızan Cross’un yarattığı eşek arısı kılıklı ‘Yellow Jacket’…

Karıncalarla iletişim kurmayı ve büyüyüp küçülmeyi sağlayan ‘Pym parçacığı’ sayesinde ortaya çıkarak yeni bir seriyi başlatan ‘Ant-Man’in en büyük handikabı, Marvel Evreni’ndeki hikâyesini konumlandırma aşamasında oluşu. Dolayısıyla ilk etapta büyük işler başaramıyor haliyle. Rusya’yı hedefleyen çatışmacı söyleminde, böcek boyutunda askerlerden oluşan orduların tehlikeli hayalciliğine daldırmanın ve vatandaşın cebinden elini eksik etmeyen bankaların soygun düzenini vurgulamanın ötesinde ciddi bir mesajcılığa girişmediği de kesin.

Buna karşılık onu çekici kılansa, tüm diğer Marvel karakterleri gibi, en güçlü kahramanların dahi kusurları olabileceğini sergilemesi ve baba-kız ilişkilerine yönelik naiflikleri… Nasıl ki, ‘Karınca Adam’lığı becerme sırrını ‘iletişim kurma’ olarak tespit eden yapım, yol gösterici babalığın önemini ve terk ediş olayının çocuklar üstündeki etkisini gayet ölçülü ve keyifli bir dille sunmakta. Aile bireylerinin özveriyle birbirlerine bağlanması gerektiğini ve çocuklar için en güzel hediyenin pahallı olanlar değil de, kendi özellikleriyle özdeşleşen türdeki oyuncaklar olduğunu saptayan ayrıntılar bu dili güçlendiren olgulardan.

Asıl kahramanlığın ‘iyi kalplilik’ ve geçmişteki yanlışları düzeltme isteği olduğunun altını çizerken Michael Douglas ile Paul Rudd’un performansından faydalanan ‘Karınca Adam’ın bana göre en özel sahnesine gelince… Kahramanlıkta bedensel ölçülerle övünmeyi marifet sayan erkeklere ders niteliğindeki ‘Karınca Adam’ın, Yenilmez ile yaşadığı aksiyon!

Kısacası; ‘Boyutuna değil işlevine bak’ ana fikrinin çıkartılabileceği ‘Ant-Man’, her erkeğin kasasında bir süper güç olabileceğini ve yeri geldiğinde bunu en iyi şekilde kullanabileceğini hatırlatacak türden yenilikçiliğe sahip bir başlangıçla çıktı karşımıza. Kahramanlık vasıflarının, emekliye çekilen ama hedeflerinden asla vazgeçmeyen yaşlı bilim insanı Hank Pym’dan hırsız Scott Lang’e geçirilmesi de bunu vurgulayan bir detay oldu. Dolayısıyla karıncalar dünyasını da tanıtarak onları ‘evcil hayvan’ vasfında sevimlileştiren ‘Ant-Man’in tüm bu özelliklerine bakıp ‘Büyükten küçüğe herkes için uygun bir bayramlık aile seyirliği’ diyebiliriz rahatlıkla!

Netice itibariyle; Seçim sonuçlarını erken açıklamanın bedelini dizi saatinde ‘belgesel’ yayınlayarak ödeyen ve belki de bunun yarattığı moral bozukluğunu taşıyarak ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’den, ‘Güldür Güldür Show’dan medet ummayı seçen… Veya her zamanki akışlarını sürdürme umursamazlığı sergileyen kanalların ‘bayram’sız ekranına alternatif olarak film önermeleri bizden… Neyde karar kılacağınızın tercihiyse, hep olduğu gibi size kalmış.

Kahramanlığı; magandalıkla gövde gösterisi yapmanın, kadınları dövüp öldürmenin, trafikte canavarlaşmanın ötesinde algılayan erkeklerin çoğalması temennisiyle… İyi bayramlar.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal