Paramparça'daki kaza sahnesini övenin mantığına şaşarım

Yaptıkları işi ilkelere göre değil de beklentilere göre şekillendirme alışkanlığı arttıkça abartı ve yozlukta da sınır kalmadı. Bu durum gerek insanlara yönelik yorumlarda, gerekse reyting kaygısı güden kurguların kahramanlar yaratma mantığında alabildiğinde gösteriyor yüzünü. Bakış açımızın özü olan insaf tükenmiş bir kere! ‘İnsaf’ konusuna niye kafayı...

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Dolayısıyla komedi dünyamızın değerli isimlerinden olan ve Metin Akpınar’la birlikte oynadığı ‘Yasaklar’la geçmişten günümüze ışık tutarak, kafa yapıları aynı kaldığı sürece, değişimin imkânsızlığını gösteren Zeki Alasya’yla ilgili çirkin mantığa, insafsızlığın yaşamsal örneği olarak değineceğim kısaca… Kurgusaldaki reytinge oynayan insafsızlık noktasında da, ‘Paramparça’da mantığı yerler bir ederek yaşananları değerlendireceğim.

MANEVİYAT İSTİSMARINDAN BIKTIK ARTIK

Ne önemli bir gerçeği vurgulamış Mevlana Celâleddin-i Rûmî, ‘Sessizlik Tanrı’nın dilidir. Kalan her şey kötü çeviridir’ derken... Ve sanki bu sözüyle, günümüzde din bezirgânlığına soyunup kendilerini Allah’ın kelamlarını yorumlamaya vakıf görenlerin kötülüğünü de işaret etmiş!

Gel gör ki aklı olanın yasaklarla susturulduğu, ağzı olanın fütursuzca konuştuğu günümüzde son moda, ‘maneviyat istismarı’ olunca… Bu moda dâhilinde varlık göstermeye çabalayan kimileri tarafından inançlar da, cenazeler de çatışmacılık malzemesi yapılabiliyor neticede. Bilinçaltı mesajcılığı geliştiren dizilerin ufak ufak ‘din dersi’ne dönüşme sürecine girmesi bir yana, sosyal medya da insanlar arasında fikir düellosu başlatarak hem isim reklamı yapmak, hem de bir yerlere mesaj yollamak için oldukça verimli bir zemin olarak kullanılmakta.

Bir bakıyorsunuz ‘reklam arası’ lakırdısı yayılıyor sosyal medyadan ortalığa… Sonra biri çıkıyor vahşice katledilen bir kızımızın ardından tecavüz konusunda öfke uyandırıyor, abuk sabuk mesajlarla… Daha olmadı, yaşarken muhalif görüşte olanın vefatının ardından verip veriştiriliyor, ‘İnançlara saygı’ kisvesi altında ayrımcılığa girişiliyor laf cambazlıklarıyla. İnsaf yahu! Değerlere saygı bu kadar mı ucuzladı? Çenesini kapatması gerekenler nezdinde öyle olsa gerek ki, türlü cevherler yumurtlanıveriyor bir çırpıda!

Zeki Alasya için de yaşandı aynı insafsızlık. Bu konuya değinmemi isteyen ve onun Türkiye’yi güldüren değerli bir kişilik olduğunun altını çizen okuyucuların genel tepkisi, ‘Neden, toplumu gerecek mesajlar verildiği, farklı düşünenler hakkında çirkin açıklamalar yapıldığı’ yönünde.

Sahi neden? Neden, din âlimi misali söyleme girişerek sağ gösterip sol vuranlar ve alenen ‘mortocu’ kimliğine bürünenler, insana saygının her dinde esas olduğunu unutarak gidenin arkasından döküyorlar cevherlerini. Amaç ne? Katiller, tecavüzcüler, darbeciler dâhil olmak üzere kimseye ‘Kötü bilirdik’ denmediğini düşünmeyenler, ‘rahmet okuma, vefat’ gibi manevi kelimelerin kapsama alanını belirleme yetkisine mi sahipler? Herkesin kendini göstermek için din istismarına girişmesinden bıktık artık. Sanırsınız Tanrı’nın rahmeti onların tekelinde!

Ne var ki, Zeki Alasya’yı malzeme yaparak bir kez daha ayrık otu pozisyonuyla dikkat çekmeye uğraşanlar, bu gereksizliğe girişirken her canlının bir gün ölümü tadacağını ve sevaplarla günahların sadece Allah’ın takdirinde olduğunu düşünmüyorlar bile.

Düşünmedikleri bir diğer ayrıntı ise cenaze namazı Levent Camii’nde kılınan Zeki Alasya’nın, vefatının üstünden yıllar geçse bile her daim eserleriyle canlı kalacağı ve rahmetle anılacağı! Peki ya, yaşarken ‘Yasaklar’la cümlesine lafını çakan Alasya için yasakçı mantık üretenler? Onları kaç kişi hatırlayacak ve rahmetle anacak? Kul övse de kendini, Allah bilir kalbini.

Nur içinde yat sevgili Zeki Alasya… Kimileri algılayamasa dahi çok şey anlattın mizahınla.

BU KAZA SAHNESİNİ ÖVENİN MANTIĞINA ŞAŞARIM

Hani bir söz vardır… ‘Ufak at civcivler yesin’ denir, bir konuyu inandırıcı olmayan biçimde abartarak anlatanlara. ‘Paramparça’ dizisi de, bu sözü sıkça akla düşürenlerden. Duygu aktarımlarını, aile ilişkilerini ve paragözlük abartısını geçtik son olarak bir ‘kaza’ yaşattı ki bize, insafı da mantığı da yerle bir etti. O ne hesapsız kitapsız abartıydı öyle…

‘Dizi sektörü eskiden daha güzeldi’ diyen rahmetli Zeki Alasya’nın, jöndam yani kayda değer kadın oyuncu göremediği kurgu dünyamızda beğendiği Nurgül Yeşilçay, Gülseren karakterinin gücüyle bir çığır açtı adeta! Kaza olayına baştan beri meraklı olup bunlar sayesinde bölüm dolduran ve tüm karakterlerini sağ salim kurtarma becerisi sergileyen ‘Paramparça’ için maşallah bir kaza sahnesi çekilmiş ki, saçmalıklarıyla cümle filmlere-dizilere örnek…

Okulda kopya şımarıklığıyla terör estiren ve yine kötünün kötüsü kıvamında sunulan Hazal kızımızla nüfus annesi Gülseren takside… Şoför aptalca bir telefon kavgasına girişmiş, arabayı savura savura gidiyor. Yoldan çıkıyor ama profesyonel şoförümüz frene basmayı akıl bile etmiyor. Üstelik arabanın daha hızlandığını görüyoruz. Sanırsınız adam icra olayına bozulup intihara niyetlenmiş. Bu neyse de, asıl insaf dedirten komedi bundan sonra başlıyor. Araba şantiyede takla atıp çukurdan aşağı uçuyor. Burun üstü de yere konuyor. O esnada Hazal’ın tarafındaki kapı açık. Sonra? Sahnenin devamında Nurgül Yeşilçay yani Gülseren, yüzündeki iki dandik sıyrıkla sapasağlam çıkıyor arabadan. Şoför, başı direksiyonda durduğuna göre ölmüştür herhalde. Hazal da yerde yatıyor ama bacağı arabanın altında. Breh, breh, brehhh…

Şimdi 350 bin TL harcandı diye övünülen ve abartıla abartıla reklam edilen, hatta kimilerince ‘İyi tasarlanmış, iyi oynanmış’ övgüsü alan bu sahnenin gerçekçi okuması şöyle oluyor…

Öncelikle arabanın kaza durumunda mantık yok. Öyle bir uçuşta aracın daha ileriye gitmesi gerekir. Ayrıca arabadan net biçimde görüldüğü üzere şoförün önündeki hava yastığı da açılmamış. Neden? Eski araç da değil üstelik. Hadi bozuk çıktı ve açılmadı diyelim. Hazal’ın bacağı nasıl oldu da arabanın altında kaldı? Bunun için Hazal’ın araba takla atıp uçarken dışarı fırlaması ve aracın da onun üstüne yuvarlanmış olması veya arabanın yan devrilmesi gerekir ki, böyle bir durum yok… Yani arabanın bu pozisyonuyla bacağın altta kalması mümkün değil.

Neyse tut ki dramatik çekicilik yaratmaya hevesli yönetmenimiz tüm kuralları ‘Paramparça’ ederek arabayı uçurdu, Hazal’ın bacağına kondurdu. Ya sonra? Be hey kurtarma ekibi, o vinci uzatıyorsunuz da ucunda niye bir kurtarma elemanı yollamıyorsunuz… Ki, vincin kancasını adam gibi bağlasın arabaya? Ama olur mu hiç… O zaman Gülseren’e yani Nurgül Yeşilçay’a böyle olağanüstü(!) performanslı bir kahramanlık etiketi nasıl yapıştırılacak değil mi?

Dahası Gülseren Hanım vincin kancasını alıp arabanın içinden dolayarak sağlamca sabitlese yine kurtarılacak durum. O ne yapıyor peki? Tutuyor kapının kenarındaki tavana parmağının ucuyla kerhen iliştiriyor ve bammm… Bir trajik sahne daha patlatıyor yönetmen… Araba Hazal’ın bacağına düşüyor. Sahte haykırışlar, heyecansız heyecan yaratma yapaylığı, gereksiz telefon konuşmaları ve Özcan ile Keriman’ın komedisi. Aşağıda da Gülseren’in Herkül gücü!

Annelik gücüymüş… Hadi oradan atmasyoncular. Tut ki bacak gerçekten sıkıştı. O durumda yapılacak ilk iş, bir destek bulup arabanın altına sıkıştırmak. Ardından Hazal’ın bacağının altındaki yumuşacık toprağı yavaş yavaş eşeleyip bacağı çekmek.

Oysa Cihan’ın ‘Amma da güçlüymüşsün’ övgüsünü, kendisi de o sahneye inanmadığı için hayretle ve donuk bir ifadeyle karşılayan Gülseren’imizin ne yapıyor? Cep telefonu bir elde... Öteki eliyle de arabayı tutup tutmadığı bile belli değil. Sadece omuz vermiş itiyor gibi görünen bir pozisyonda arabayı hareket ettiriyor. Bu esnada ayaklarının bastığı yer ikide bir gösteriliyor ama ne yazık ki o ayaklarda itme gücünün belirtisi hiç yok. Dahası itiş sahnesini tam vermeme kurnazlığındakiler, toprağın yumuşak olduğunu ve arka tekerlerin gömülüp ilerleyemeyeceğini de unutmuş zahir. Onlar var güçleriyle Gülseren’i kahraman yapma telaşında. Hayda bre pehlivan Gülserennn… Dayan sırtınla… Nasılsa kolaydır senin için itmek 900-1000 kg ağırlığı, hem de kaygan-gevşek toprakta. ‘Annelik gücü’ var ya işin ucunda!

Aklıma gelmişken sorayım… Yahu normalde o bacağın haşat olması da gerekmez miydi bu durumda? İki sefer araba düştü üstüne ne de olsa. Herhalde şoförün varlığını göz ardı edenler bunu da önemsememiş o kargaşada. Anlayacağınız ‘Paramparça’ büyük övgülerle müthiş bir komedi sergiledi bize. Üstelik çocukların bile inanmayacağı bir basitlikte. Bunca abartının ve mantıksızlığın sergilendiği kaza sahnesini övenin aklına şaşarım ben de.

Sonuçta; Zeki Alasya’nın ardından laf üreten mantıkta da, Gülseren’i ön plana çıkartmak için yaratılan bu dandik kazada da insaftan eser yok! Her ikisi de istismara yönelik akla zarar haller! Ne var ki, abartıları-insafsızlıkları övenler olduğu sürece istismarlar da sürer gider.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal