Hicran’ın senaristinden çarpıcı açıklamalar…

Gündemin gerçek sorunları öteleyen gidişatı ve yaşamın olanca kıyıcılığı orta yerde dururken televizyon dünyasının perde arkasında da emek harcamaları tam gaz yol almakta. Bu sezonun hak etmediği halde ekrana veda ettirilen yapımlarından olan ‘Bana Artık Hicran De’nin medyaya şimdiye dek yansımayan yüzünde de böylesi bir nahoşluk söz konusu.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Reytingleri bahane edilen, ardından ‘Senaryosuna dokundurmak istemeyen Coşkun Irmak’ın kanalla kavga ettiği’ yönündeki haberlerle medyada yer alan dizinin senaristi bu konuda hayli dolu. Kendisiyle yaptığım özel söyleşide, daha önce Binnur Kaya olayı ve Yahşi Cazibe, Nuri gibi dizi problemleriyle medyada sıkça yer alan, Süreç Film’le aralarındaki münasebete dair düşündürücü açıklamalarda bulundu.

‘Paranın bir ederi, bir de değeri var. Benim derdim ederiyle’ diyerek, eşiyle birlikte kaleme aldığı ‘Bana Artık Hicran De’ senaryosunun uğradığı emek haksızlığını ve yapımcıyla gelişen hak talebi sürecindeki olumsuzluğu aktaran senarist, resmiyet kazanacak olan davasının galip gelmesi durumunda çok şeyin değişeceğini vurguladı.

Dizinin kaldırılmasından dolayı kendisine yakıştırılanların yersizliğine de değinen Coşkun Irmak, hem olayın öteki cephesinden bakmamızı sağlayacak paylaşımlarda bulundu, hem de sorularımı samimiyetle cevapladı…

COŞKUN IRMAK’TAN DOBRA DOBRA

Eski yazılarımda defalarca altını çizdiğim üzere, ‘röportaj’ olayına hep temkinliyimdir… Ki bunun gerekçesini de, ‘röportaj verenlerin samimiyetine inanmamak’ olarak açıkça ifade etmişimdir. Ancak her durumun istisnalarının olduğu da bir gerçek.

Yazarlığını, pek de bilinmeyen ‘müzik adamlığı’ özelliğindeki hassasiyetle besleyip roman ve tiyatro oyunları yaratan… Nihayetinde ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ ile senaristlik gücünü de gösteren Coşkun Irmak bu kategoriye girenlerden.

Açıklamalarında ne magazinsel çıkışlar var, ne de reklam kaygısı güden yersiz abartılar… Üstelik uğradığını söylediği haksızlık, bir şeyler üreten ama emeğinin hakkı yenen herkesin derdine tercüman olan cinsten.

Kısacası; ilk bölümüyle kötü sayılamayacak bir sonuç alıp, farklı konusuyla ve oyuncu kadrosunun uyumuyla parlamaya müsaitken, bunların dışındaki faktörlerle ışığı karartılan ‘Bana Artık Hicran De’ dizisi başta olmak üzere çeşitli konularda açıklamalarda bulunan Irmak’ın sözleri dobra dobra!

Bu dobralıktan yansıyanlar ise uyutmalık değil, başka hakların yenmesinin önüne geçebilecek ibretlik detaylar… Dolayısıyla bunları kamuoyuyla paylaşmamak hata olurdu. Bu girizgâhtan sonra Coşkun Irmak’la söyleşimize geçecek olursak…

‘BASINDA ÇIKANLAR KÜLLİYEN YALAN’

Senaryosunu, eşi Gülizar Irmak’la birlikte kaleme aldığı ‘Bana Artık Hicran De’ dizisi için görüşmelere 2014 yılının Ocak ayında başladıklarını belirten Coşkun Irmak bu tarihten sonraki gelişmeleri ve yöneticilerle kavga ettiği hakkındaki gerçekleri bakın nasıl anlatıyor…

-Dizinin başlangıç sürecinde yaşananları özetler misiniz? Yayın gününden, senaryoya müdahale haberlerine… Nasıl bir tablo oluşturuldu ‘Bana Artık Hicran De’ dizisinde?

Geçen Ocak’ta görüşmeler başladı. Ondan bir ay önce ağır bir ameliyat geçirmiştim. Güya en az bir yıl iş yapmayacaktım. Ama ısrarlar ve Gülizar’ın da hikâyesi olunca, hani o kadar da yorulmam, dedim. Mart’ta senaryoları teslim etmeye başladım. 4 bölüm verdik. Anlaşmamız öyleydi. Daha önceki deneyimlerime binaen, sözleşmeye senaryonun tesliminden sonraki hafta içinde ücreti yatırılır, şartı koymuştum. Başta sorun çıkmadı. Paramı aldım. Temmuz başı dendi çekim için. Yaz sonuna doğru başlandı. Yönetmen toparlanamadı. Mekânlar da öyle… Yapım şirketi bakımından amatör, laçka bir süreç… Ben hemen uyardım ‘Bu böyle iyi çıkmaz, zaman daralıyor, kalite düşer’ diye. Dikkate almadılar. Mekânlar ortaya çıkınca baktım ki istediğim gibi değil. Ben, önceden mekânları görmek isterim. Ona göre senaryoyu düzenlerim. Burada bunu yapamadım. Ayrıca cast’ta da çok zorlanıldı. Yine de magazin baskılarına rağmen çok iyi bir cast oluştu. Fakat yönetmenle senaryo üzerine karşılıklı oturup bir kere bile konuşamadık.

Basında ‘Burnu büyük, senaryoya müdahale ettirmiyor’ şeklinde haberler çıktı. Bana sokaktan geçen biri dese, senaryoda şurası yanlış, diye... Eğer doğruysa uykum kaçar. Benim için önemli olan akıldır. Basında çıkanlar özellikle yayıldı… Bir defa bana kanaldan hiç öyle talepler gelmedi. Külliyen yalan. Değişiklik talebi olduğu zaman da makulse kabul etmişimdir, değilse reddetmişimdir. Çekincelerim varsa da belirtmişimdir. Bunların hepsinin yazışmaları var. Yani söylediklerimin hepsi belgeli.

Günü belli oldu. İtiraz ettim. Yapımcıya söyledim… Gidin kanallar görüşün, anlatın ikna edin, bunun günü bu değil, mağlup başlarız dedim. Yok, dendi… Sonra gelip bana Pazar’dan Çarşamba’ya alındı demeyin diye de ikaz ettim. Ha tamam, filan dendi. Dört bölümde kötü reytingler aldı ve bu iş kaldı.

‘İYİ GÜN ANLAŞMALARI İŞİ TERSİNE DÖNDÜ’

-Dizinin sonlanmasının ardından asıl sıkıntınız başlıyor galiba… Yapımcıyla ne gibi sorunlar yaşadınız? Gelinen aşama nedir?

Şimdi her şey günlük. Bütün anlaşmalar, iyi gün anlaşmaları. Bundan sonra işler tamamen tersine döndü. Beşinci bölümü ödemişlerdi. Ben, 6-7-8’inci bölümleri göndermiştim. Onları ödemediler. Bunlar hiç gündeme gelmedi. 12 bölümü senaryo olarak da verebilirdim. Ama mekâna, cast’a koşturmaktan uğraşamadım. Hâlbuki çatır çatır 12 bölüm yazabilirdim. Kötü niyetli olsam bunu yapardım en azından. Şimdi burada bir parantez açalım.

Çekim süreçlerinde yapımcıya ‘Kuş’ isimli film projemden bahsettim. Kayışdağı’ndaki deposunun bir bölümünü bana açtı. ‘Sen çalışan herkesin parasını vereceksin, geri kalan hizmetleri ben ilişkilerimle sağlayacağım’ dedi. Nitekim öyle de oldu. Bu süreçte dizi kalktı. Ben, üç bölümlük senaryo ücretlerimi talep ettim. Ama alamadım. Diğer yandan filmin yollandığı stüdyo da beni sallıyordu. Başta önemsemedim. Giderek midem bulanmaya başladı. Sebebini sorduğumda filmimin, dizi yapımcısının talimatıyla alıkonduğunu öğrendim. Yapımcı, filmime karşı üç bölümlük senaryo ücretimden vazgeçmemi istedi. Bunu kabul etmedim. Gürültü patırtı sonrası mail atıp film çekimime 100 bin TL harcama yaptığını söylendi. Parayı ödedim, filmimi aldım ve Süreç Film-Ali Gündoğdu’dan harcama dökümü istedim. Cevap alamadım. Akabinde karşılıklı görüşmeler sonucu, ‘Kötü olmayalım’ babında, senaryo ücretinin yarısını kabulü ve filme yapılan makul harcamanın dökümünün çıkartılıp üstünün bana iade edilmesi şeklinde, anlaşmaya gittik. Ancak yollanan döküm şişirilmiş ve gerçekleri yansıtmayan bir meblağ olunca, bu işin böyle olamayacağına karar verdim. Şimdi gelinen son noktada… Bu ve bir iki konu daha var. O noktalarda meslek örgütümle birlikte harekete ediyoruz. Hukuka taşınacak.

ŞİMDİYE KADAR NEDEN MEDYAYA YANSIMADI?

-Peki, sizin senaristler örgütünü de arkanıza alarak sürdürdüğünüz bu senaryo savaşınız niçin medyaya şimdiye dek yansımadı?

Şu anda işte sizle taşınıyor. O noktayı da açıklıkla ifade edeyim. Ben sizle niye görüşüyorum? Sizin kendinize ait bir dünyanız var. Ona göre yazıyorsunuz. Başkaları da var. Ama bu magazinin bir parçası onlar. Magazinin içinde yer almak zorunda kalmak başka bir şey… Ama onun tamamen bir parçası olmak bu tamamen kişisel bir tercihtir.

Bir de ben, kişisel olarak ağlayıp sızlanmaktan hoşlanmam. Ben gerekli girişimleri yapmadan önce demeç versem bu sızlanmak olur. Her işimi şimdi yoluna koydum. Benden çıktı, hukukun konusu oldu. Yani ben kamuoyuna ağlayıp sızlamıyorum.

‘MESELE, PARANIN GÜCÜNE DAYANARAK EMEĞE İHANET EDENLER’

-Hukuki yola gidiş sebebinizin nedeni sadece ödenmeyen paranızı almak mı?

Mesele para değil. Yani paranın gücüne dayanarak emeğe, kaliteye ihanet edenler… Bana verilecek para o insanların diğer harcamalarının yanında büyük meblağ değil.

Bunu niye anlattım… Ben bunları hukuken yerden yere vursam, onların nezdinde hiç önemi yok.

Benim bütün amacım, senaristleri terbiye etmek! Asla ve kata bunlara eyvallah etmesinler. Sözleşmelerini düzgün yapsınlar ve peşine de düşsünler. Çok kişi bunlarla uğraşmak istemediği için lanet edip bırakıyor parayı. Eğer örgütlenirseniz, sizin gitmediğiniz yere başkası da gitmez. Yani grev kırıcılığı olmaz.

-Senaristler Birliği’nin bu tarz olumsuzlukları önlemede bir etkisi yok mu?

Senaristler Birliği’ni çok olumlu buluyorum. Özellikle İlker Barış çok özverili çalışıyor. Bu işlerle uğraşırken kendi yazacağınız zamanınızdan verirsiniz. Bu işler böyledir. İlk başından beri ben de İlker’le beraberim. Ben, örgütlülüğe inanan biriyim. Örgütlülük, birlikte yürümektir. Öyle aidat vermekle, gelip gitmekle olmaz.

- Peki, hem yapımcı hem senarist olanlar da var. Benzeri haksızlıklarla karşılaşıldığında örgütlenme olayı hangi yönüyle ağır basar sizce?

Herkes hangi şapkasını giyerken hangi eylemi yaptıysa, o eyleme o şapkasıyla sahip çıksın. Çeliştiği durumda da o şapkaları önüne koyup düşünsün.

Yapımcı ağır basıyorsa… Ancak senarist bir şey yazmazsa kimse bir şey yapamaz. Güçlü bir örgüt olursa, önüne gelen yazamaz. Yurt dışındaki senaristler örgüt grev kararı alınca uyuyor. Bizde de zamanla bu oluşacaktır.

‘SENARİSTİN REÇETESİ BELKİ DE GİDİP GARSONLUK YAPMAK’

-Örgütlerin işlevselliği nereye kadar? Günümüz şartlarında tek tipleşmeye başlayan içeriklerle senaryo yönlendirmeleri gözlemlenmekte. Bu durumda şartlara uymayan senarist pasifize edilebilir mi? Burada örgüt işlevselliği geçerli olur mu?

Geçerli olur. Bir tek şey biliyorum, işlevsel olmalı! Geçmişte olduysa bundan sonra da olabilir. Profesyonellik, bir işi her ne pahasına olursa olsun yapmak değildir. Başka yazan çıksa da senaristlik, daha genel anlamda yazarlık ölmez. Her çağda ‘yazar’ sıfatını vereceğiniz kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Eğer her şeye rağmen yollar tıkanmışsa belki de senaristin reçetesi, gidip lokantada garsonluk yapmak olacak!

‘PATRONLAR PARALARINI, EMEKÇİLER KÜLTÜRLERİNİ BİRİKTİRİRLER’

-Sektörün emekçileri arka plana atan yozlaşmış düzenine karşı hukuk savaşınızdan ne tür bir beklentiniz var?

Paranın bir ederi vardır, bir de değeri vardır. Burada benim derdim, şu kadar kuruşu oradan almak değil. Belki ben daha fazla masraf edebilirim. Şunu kimse unutmasın… Patronlar paralarını biriktirirler. Onların derdi odur. Emekçiler de kültürlerini biriktirirler.

Ben hayatımda 2-3 tane dava kazanmışımdır, hepsi ama ibretliktir. İçtihat oluşturmak bakımından önemli şeylerdir. Bu dava da öyle, içtihat oluşturmak bakımından… Özellikle televizyon sektöründe bu telif hakları, sözleşmeler, hakların alınıp verilmesi daha çok yeni Türkiye’de… Bunlar oturacak.

Bugün beni çok önemsemeyebilirler, üç beş kuruş olarak görebilirler onlar. Ama eğer bu dava başka türlü sonuçlanacak olursa her zaman hepsinin karşısına çıkacak!

-Umudunuz, davayı kazanmaktan yana mı diyelim?

Dava; kazanacak mıyım, kaybedecek miyim diye açılmaz. Yapılması gereken bir iş vardır o aşamada. Benimki atılması gereken bir adımdı. İnşallah kazanırım. Meslektaşlarım adına da bir kazanım olacaktır bu. Bu nedenle şahsi avukatla değil, örgütümle açıyorum davayı. O şekilde kazanıldığında yarın öbür gün herkes ciddiye almak zorunda. Şahsi tarafı bende zaten. Meslek tarafı da ortak olsun.

‘BANA ARTIK HİCRAN DE’NİN HİKÂYESİ İÇİN YENİDEN UMUT VAR MI?

Dış dünyadan negatif şeyler alıp kendi içinde bunları olumluya dönüştürmeyi başaran ve oturup ‘Televizyonun durumu ne olacak’ diye tartışmayı gereksiz bulan Coşkun Irmak, bildiği kadarıyla ‘Bana Artık Hicran De’nin yapımcı vs. gibi etkenlerden dolayı başka kanala gitme girişimi gerçekleştiremediğini, olduysa da bu sürecin bilgisi dışında kaldığını söylemekte…

Ancak bu demek değil ki, ekranda farklı bir dizi izleme şansı doğuran güzelim hikâye hepten çöpe atıldı, reyting canavarının hacamat ettiği dizilerin tozlu raflarına yollandı!

‘Ben genel hikâyem bitmeden senaryoya başlamam. Finali görürüm. Bunun için de hikâyeci önemlidir’ diyen Coşkun Irmak, hikâyenin sunum aşamasında senaryo-yönetmen-oyuncu olgularının devreye girdiğine dikkat çekerek, dizilerde hikâyenin ve sağlam karakter oluşturmanın önemini dile getirmekte. Ona göre de, bu dizinin hikâyesi hakkını bulamamış…

‘Hikâye yeniden düzenleniyor çünkü hakkını bulamadığı düşünülüyor’ diyen ve televizyon dünyasını GDO’lu bulup dizilerin basit dilini ‘sağlam karakter’ oluşturmamaya bağlayan Coşkun Irmak, oyuncular açısından da finalini üzülerek karşıladığı dizinin yapım-yönetmen ayağıyla fiyasko olduğunu yinelerken, bu doğrultuda hikâyenin başka bir isimle baştan yoğrularak sıfırdan can bulacağının sinyallerini de vermekte.

Anlayacağınız yeni sezonda görme müjdesi erken olsa bile, böyle bir düşünce akıllarda var. Projenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için önümüzdeki sezonu beklemek ve olayı akışına bırakmak lazım. Temennimiz, bu özgün hikâyenin ekranlara taze bir soluk getirme olanağı bulması yönünde!

COŞKUN IRMAK’LA SÖYLEŞİYİ NOKTALARKEN CEVAP HAKKI BAKİ…

Çok çalışmaktan yorulan ve müziğe-sinemaya doğru yelken açıp dizi olayını hayatın akışına bırakan Coşkun Irmak, çok yönlü mesleki kimliğiyle dolu dolu bir kişi nihayetinde…

Hal böyleyken söylenecek söz, sorulacak soru bol. Üstüne bir de konu, televizyon çarklarının aksaklıkları olunca… Dahası tiyatrodaki kıpırtılardan, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde başlayacak Yazarlık Atölyesi’ne uzanınca… Ve dahi sinemanın bağımsız filmlerle sızılacak dünyasına, olaylı bir süreçten geçilerek yaratılan ’Kuş’ bakışıyla dalınınca… Sohbet de koyulaştıkça koyulaşıyor ister istemez. Okuyucunun da sabrı bir yere kadar, değil mi ama!

Dolayısıyla burada ele alamadığım görüşlerini başka bir yazıya saklayıp Coşkun Irmak’a teşekkür ederek kendisini, yaşamın vapur yolculuğundan duyulan basit ama büyük keyiflerinin güzellikleriyle baş başa bırakalım…

Yanı sıra, Coşkun Irmak’ın belgeli-kayıtlı iddialarından dolayı cevap hakkı doğanlara köşemizin her zaman açık olduğunu belirterek koyalım noktamızı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal