Klavye Delikanlıları ekranı trolledi mi?

Sosyal medyada bolca kullanılan trol, trollemek nedir, diye soranlara en kestirmesinden açıklama yapalım hemen.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yaşamın insana indirdiği büyük tokatlardandır, hayallerle gerçeklerin başkalığı. Sanal dünyanın hayatımızı işgal etmesiyle hayallerini bambaşka boyutlara taşıyanlar içinse bu tokadın acısı daha da ağırlaşmakta. Çünkü sosyal medyadan alınan gaz bir anlamda hayatımızın gerçeklerini trollemekte.

Sosyal medyada bolca kullanılan trol, trollemek nedir, diye soranlara en kestirmesinden açıklama yapalım hemen. Aslında trol’ün balıklara zarar veren avlama şeklinden, İskandinav folklorundaki çirkin ve haraç kesen masalsı karakterlere… Çeşitli tanımlarını yapmak mümkün. Günümüzdeyse, sosyal medyada atılan yemle dikkatleri bir yöne çekmek ve insanları oraya toplamak anlamına da kullanılabilir… Tahrik edip kızdırmayı hedefleyen mesaj bombardımanı şeklinde de tanımlanabilir. Hiç kuşkusuz sosyal medyanın pirleri bu konuya daha derin açıklamalar getireceklerdir. Ama hepsinin ortak noktası, hedef şaşırtarak yönlendirme olmakta neticede.

Nasıl ki, sürekli aynı yönde içeriklerle karşımıza gelen dizilerin beynimize yaptığı da bundan ibaret… Yani klişe öykülerle, dayatma yaşam tarzlarıyla ve amacını aşan mesajlarla beynimiz trollenmekte! Şimdi alttan alta değil de, doğrudan trollüğü işleyen bir dizi var ekranda… Sanal dünyanın yarattığı özgürlüğü keşfetmenin ardından gerçek dünyadaki varlıklarını, sanal âlem olanaklarıyla değiştirmeye soyunan gençlerin hikâyesini yansıtma niyetli ‘Klavye Delikanlıları’.

Murat Şeker ile Ali Tanrıverdi’nin imzasını taşıyan senaryosuyla ve Murat Şeker’in yönetmenliğinde ekrana taşınan Süreç Film yapımcılığındaki diziyi, başlı başına bir trol saymak mümkün. Zira internetle ve teknolojik gelişimle birlikte kendini gösteren ne tür marazlı konu varsa onları ele alan ‘Klavye Delikanlıları’ yaratacağı farklı söylemle hem yayınlandığı gecenin dikkat toplayanı olmaya, hem de ilgi gösterdiğimiz dizilerin içeriklerinin kofluğunu ortaya koymaya müsait bir yapıda. Dolayısıyla algılarımızı-beynimizi trolleyenleri, trolleme kapasitesine sahip bir iş olarak da görebiliriz ‘Klavye Delikanlıları’nı! Peki, bunca özelliğine karşın ilk bölümüyle ekranı trollemeyi başardı mı? İşte bu noktada söylenecek çok söz var. Dizinin içeriğinden başlayalım.

KLAVYE DELİKANLILARI’NDA NELER VAR?

Esasen, ‘Klavye delikanlıları’ gerçek hayatta sıkça karşımıza gelen bir yakıştırma. Takma isimleri kendilerine kalkan yapıp sosyal medyadan alabildiğine döktürenlere, her konuda fikir beyanında bulunup hoşlarına gitmeyenlere verip veriştirenlere denmekte kısaca. Bazılarının gözünde, kimi zaman yaptıkları hakaretli eleştirilerle, ünlülerin-zaptiyeliğe soyunan zevatın tepkisini çeken sözlük yazarları da klavye delikanlısı ya… O da başka. Hani ‘Varsın sözlükte istediğini yazsın. Kimin umurunda’ demek varken… Üstüne üstüne gidilmesini hiç anlamadığım çok tepki örneği yansıdı medyaya. Hatta işi karşılıklı atışmanın ötesine taşıyıp yüz yüze restleşmeye vardırarak, klavye delikanlılığından suç türetenleri de gırla. Velhasıl insanların, internetle-sosyal medyayla sınavında dibe vurduğu nokta, klavye delikanlılığı!

İşte efendim, ekrandaki ‘Klavye Delikanlıları’ da aşağı yukarı aynı doğrultuda girişini yapıyor televizyon dünyasına. Gerçek hayattaki eziklikten kurtulmak için ellerine geçirdikleri laptop’ı nimet sayan laklakçı klavye delikanlılıklarının teknolojik suçlarla harmanlanmış hali, baştan sona toplumumuzun-gençliğimizin pürmelâli olarak çıkartılıyor karşımıza. Başlangıç olarak karakterlerini tanıtarak işe koyulan yapımda, gerçek hayatımızdaki tiplerin cümlesi mevcut. Bu da karakterlerle izleyiciyi hemencecik kaynaştırıveriyor.

Sanki atomu parçalıyormuşçasına, telefona ve sosyal medyaya odaklanan gençlere, ‘okey’i alternatif sunan Hiko Dayı… Örnek bir dayı mı? Kesinlikle hayır. Çünkü zaten dizinin olayı iyi örnek olmak değil, kötülerden mesaj yollamak! Rasim Öztekin’le pek denkleşen Hiko Dayı simitleri lüplerken biz de onu böylece sindiriyoruz hemen. Gelelim kankalara… Onların sorunlarının kaynağı, çocukluk yılları ve kuzen Volki… Bayram’ın asosyalliği, çocukluğunun anne-baba baskısıyla kısıtlanmasından kaynaklı... Ana-baba kavgasının içinde kardeş büyüten Kerem de ‘Yavşak=Bit yavrusu’ atarlanmasıyla ortaya çıkıp ‘Yiyemeyeceğin salatalığı eline almayacaksın’ noktasına erişen saman alevi. Çocukluk böyle de gençlik yılları farklı mı? Ceren-Bayram olayı ‘yiyicilik’ üstüne… Kerem derseniz kız arkadaş karşısında, ‘Abiler oldu kurabiye’ kıvamından ‘Ne verim abime’ ezikliğine düşmekte. Vah ki ne vah. Çare? İnternette!

Gençler kendilerini, yitip giden hayallerini ve ezikliklerini anlatadursun… Senaryonun asıl konusunu beklerken geçen sürede; ince işlerden alınan kalın dersleri zihinlere işlemesi… Kerem ve Bayram’ın heder olan hayatına karşın her daim işini bilen Volki’nin uyanıklıkla örülü dünyasına zıplayıp ‘Selam vereni borçlu çıkartma’ olayına övgü dizmesi… Ve ‘Ha Ali Veli, ha Veli Ali’ dedirten, bütün dünyayı betonlaştırma heveslisi Veli Bayramoğlu benzetmesi gibi detaylarla izleyicisini karakterlerine adapte eden yapım Amerika’dan dönen kıvrak kıvırtak lolipoplu Volki ile derinlemesine dalıyor mevzuya. Tut, tutabilirsen gayri.

Seyran’ı da üniversite ortamından ekibe dâhil ederek yolunu çizen konunun hedefi belli… Şampanya kadehinden hallice afetlerle dolu ortamda klavye ve telefon üstünden gerçekleşen her türlü dolandırıcılığa ayna olmak ve ‘Keşke eline bir de kırbaç verselermiş’ dediğim Güneş Hanım karakteriyle yeni nesil dolandırıcılık işini, ‘Halkı değil, halkı sömürenleri sömürme’ zeminine oturtmak! Tabii bu meyanda bir yığın iğnelemeler ve göndermeleri de yağdırarak.

Allah için, ilk bölüm de gayet başarılı bir şekilde hedefi tutturuyor hani. Hem sıkılmadan izlettiriyor kendini, hem de kararında tebessüm ettirip toplumsal yozluklara bolca taş vuruyor bipler elverdiğince. Buraya kadar her şey iyi güzel ama asıl sorun sonrası? İlk bölümde, beklentileri karşılayan ‘Klavye Delikanlıları’ devamında ne yapacak? Bu noktada ufukta tehlike sezer gibiyim… Neden derseniz… Sebep açık seçik ortada... ‘Demedi’ dedirtmemek için ona da bakalım hemen.

KLAVYE DELİKANLILARI’NIN TEHLİKELİ YÜZÜ

Bölümün başlamasıyla birlikte #klavyedelikanlıları etiketi ile Twitter’ın Türkiye gündeminde yer alıp 12 saat 40 dakika TT listesinde kaldığı açıklanan ve Somera’nın reyting analizine göre 3 Ekim’de sosyal medyada en çok konuşulan programlar sıralamasında birinci olarak sanaldan gelen övgülerin hayal dünyasına dalan ‘Klavye Delikanlıları’nın televizyon ölçümü ne yazık ki bu tablo kadar yüz güldürücü sayılmayacak türden. Total’de 4.1 reytingle altıncı sıradan başlangıcını yapan dizi, AB’de 3.8 reytingle yedinci sırada kaldı.

Hani reytinge kafayı taktığımızdan değil, sırf kanallar buna bakıp dizilerin ömrünü biçtiğinden bu detayı veriyorum. Bana göre her şey tıkırında. ‘İşler Güçler’ havasını hissettiren absürd söylemi ve ‘Ulan İstanbul’ tadındaki ekip tablosuyla ekrana çıkan… Şampanyayı, sansüre inat gözümüze soka soka yudumlatan, buna karşın sürekli sansürlenen repliklerin varlığıyla muhabbet akıcılığı bozulan… Seyran’a ‘Lezbiyen misin’ diye sormaktan çekinmeyerek tabuları yıkan ‘Klavye Delikanlıları’nın Salı gecesine yüz güldüren bir soluk kattığını düşünüyorum. Dolayısıyla reytingi filan umurumda değil. Ancak ekran gerçeğinde bir dizinin uzun ömürlü olması için bu ayrıntı fazlasıyla önemseniyor.

Öte yandan ‘Klavye Delikanlıları’nın ayakta kalması hususunda beni asıl düşündüren şey, içeriğin tehlikeli yüzünden gelişen yoruma açık özelliğiyle tepki çekmeye müsait oluşu ve ileri aşamada senaryonun bize verebilecekleri!

Tarafları birbirine kapıştırma trollüğünden korsan taksiciliğe, ‘geçim kaygısı’ mazeretini getirerek yaklaşan içerik, ilk etapta eleştirel bir tat bıraksa da damaklarda… Senaryonun özünü teşkil eden teknolojik suçlar, günümüz dolandırıcılarına övgü mahiyetinde algılanmaya müsait yapıda kurgulandığından, ‘Klavye Delikanlıları’ tepkilere açık hale getirilmiş durumda.

Teknoloji geliştikçe teknolojik suçların da geliştiği gerçeğine vakıf olarak ortaya çıkıp Uraz Kaygılaroğlu’nun, eşcinsellikle züppelik arasındaki canlandırmasıyla ilgi çeken Volki’nin başlattığı öyküde Temiz Eller Suç Çetesi’nin ortamı sunulurken, her katta kendini gösteren suç türleri, komedi adına öylesine ballandırılarak yansıtılmış ki, olay maksadını aşmış.

İlk kattaki tırnakçılık mesela… Kapkaççılık, masraf çıkartmak için başvurulan masum bir iş olarak sunulmakta. Sokakları, halkın koklandığı bir mecra olarak gösterip ‘Kokusunu almadığın yemeği yemek bünyeye faydalı değil’ diyen Volki’nin insan zaafını sömürüye müsait göstermesi iyi de… İnternetten sahte ürün pazarlayıp halkın dolandırma suçunu ‘insanların zaaflarından girip ceplerinden çıkma’ mizahına bağlayarak normalleştirmesi hoş değil. Keza onca habere-uyarıya karşın halen para kaptıranların olduğu gerçeğinde telefon dolandırıcılığın ele almak güzel. Fakat ‘Vatan meselesi’ paniğiyle paraları kaptıran teyze üstünden eleştirirken, bu suçu, ‘İki söze kanacak kadar saf kalanları yolanlara aferin’ deme havasına büründürmek biraz ağır kaçmış.

İlaveten, Vildan Atasever’in Seyran karakteriyle, çalınan sorulara ve ders çalışmadan üniversite mezunu nasıl olunduğuna değinerek eğitim profilimizin resmini çeken ‘Klavye Delikanlıları’nda Seray Sever’in, mafyavari tipler olmayıp eğlenirken para kazandıkları saptaması da apayrı bir konu.

Tüm bunların ötesinde ‘Klavye Delikanlıları’nın içeriğini sürdürebilme problemi de mevcut. İlk bölümde karakterlerini tanıtıp konusunu detaylandırdı da… Bunun devamı nasıl gelecek? Haksız kazançla ve yasadışı işlerle elde edilen paraları havalara savurup müthiş özendirici bir şekle bürünen içerik, sonrasında ekibe sürekli telefon dolandırıcılığı-cinsel ürün satıcılığı gibisinden işler yaptırmayacak herhalde. Halkı sömürenleri sömürme mesajına bakarsak, banka vs gibi kurumların ya da kara paracıların kaz gibi yolunacağını anlamamız zor değil. Nasıl ki, savcı-polis baskınında bunu kısmen izledik. Gerçekçi ve güzeldi de doğrusu. Ama kolay mı her bölüm için farklı içerik bulup uzun uzun aynı performansta komedi yazmak? Kolay olmadığını ‘Ulan İstanbul’da gördük. Anlayacağınız baştan çok şey söyleyerek bir bakıma kendini tüketen ‘Klavye Delikanlıları’nın senaryosu da birkaç bölüm sonra konu sıkıntısı yaşamaya başlayıp tekrara düşebilir. Bu da zaten pek yüksek gelmeyen reytingleri daha da aşağıya çeker. Ayrıca böylesi dizilerin başta cazip gelerek izlenmesi, ardından absürd komedisiyle bezginlik yaratması da olanak dâhilinde. Örneklerle sabit!

DİYECEĞİM O Kİ; Tamirci Çırağı parçasıyla kulaklarımızın pasını alıp Cem Karaca’nın ne denli kaliteli bir sanatçı olduğunu bizlere hatırlatan… Zeki dokunuşlarıyla, izleyici zekâsını yok sayan yapımları trolleyen… Şablon olarak çokça benzeştiği ‘Ulan İstanbul’un sevimli suçlu olayını teknolojik ortama taşıyarak fark yaratmayı amaçlayan ‘Klavye Delikanlıları’nın, 39 bölüm ayakta kalmayı başaran ‘Ulan İstanbul’ kadar şanslı olması zor.

Çünkü hem ‘Ulan İstanbul’daki gibi uzun süreleri dolduracak yan öykülere, mahalle atmosferine sahip değil… Hem de toplumsal aksaklıklara dokundurma yönü onun kadar güzel olmakla birlikte ondan daha tehlikeli bir söylemde. Çünkü içerik en baştan halkın mağdur edildiği suçlara övgü dizer mahiyette çıkartıldı karşımıza!

İlk bölümden göze çarpan bu detayları saptamak bizden… Dikkate alıp ‘Klavye Delikanlıları’nı uzun ömürlü kılmak da televizyona yeni transfer olan Murat Şeker’den… Çakallarla Dans eden biri için reyting canavarıyla baş etmesinin zor olmayacağı düşüncesiyle… Bol şans.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal