Kış Güneşi niye parlayamadı?

‘Kış Güneşi’ ekranda yüzünü gösterdiği ilk andan itibaren sergilediği tabloyla, izleyiciyi kavrayamadı. Başarılı isimleri bir araya toplayan iyi bir projenin nasıl sönükleştirileceğinin örneğine dönüştürüldü adeta.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

İnsan psikolojisini etkilemesi ve yaşamsal önemiyle sıkça kendinden bahsettiren… Güneşin hareketlerine göre hesaplamalar yapılarak inşa edilen Karnak Tapınağı’nın içine vuran ışınlarıyla Antik Mısır’da kış mevsiminin habercisi olan ‘Kış Güneşi’ nihayet ekranda da çıktı karşımıza. Gerçi haber sıkıntısı yaşandıkça gündeme sürülen konserve habercilik ürünü sağlık bültenleri sayesinde televizyonda sıkça yer bulmuşluğu var ama… Şimdiki hali Endemol Shine’ın Türkiye’deki atağından bir yansıma. Ancak ne yazık ki ‘Kış Güneşi’yle Shine’ın işbirliğinden beklenen parlaklık vuramadı reyting sıralamasına.

‘Filinta’ dizisinde başarılı iş çıkartan Altuğ Küçük ile Serhat Tutumluer’i yeniden bir araya getiren ‘Oyunbozan’ı izleyiciyle buluşturmaya hazırlanan Show TV, güzel bir hamle yaptı… ‘Mayıs Kraliçesi’ni yolcu etmenin ardından mevsimsel merakını ‘Kış Güneşi’yle sürdürdü. Lakin dizi bolluğunda kafası karışan izleyici bu merakın hakkını veremedi. İkinci bölümüyle totalde 22’inci sırada yer alan yapım, AB’de 18’inci oldu. Tabii bu sonuç, başlangıcın 28’inciliği ve 23’üncülüğüne kıyasla daha iyi. Yani ‘Kış Güneşi’ batış değil yükseliş eğiliminde! Peki, neden böylesine geriden gösterdi yüzünü? ‘Kış Güneşi’nin kıymetinin tam bilinmediği kesin. Ama öte yandan parlama gücünü kıran bulutlarla gölgelendiği de bir gerçek.

‘KIŞ GÜNEŞİ’ NİYE PARLAYAMADI?

Güzel olan ancak her zaman görülemeyen şeyleri vurgulamak için kullanılan ‘Kış güneşi gibi ayda bir doğar’ şeklindeki deyimle de yaşantımızda yer eden ‘Kış Güneşi’, gerek ilgi uyandırma potansiyeline sahip içeriğinden, gerekse Şükrü Özyıldız-Şenay Gürler-Hakan Boyav-Mehmet Esen gibi beğenerek izlediğim oyuncularından ötürü merakla beklediğim bir yapımdı. Tanıtımlar üstünden değerlendirdiğimde bu ekipten iyi iş çıkacağını düşünüyordum. Nitekim yanılmadım da. Ne var ki ‘Kış Güneşi’ ekranda yüzünü gösterdiği ilk andan itibaren sergilediği tabloyla, izleyiciyi kavrayamadı. Başarılı isimleri bir araya toplayan iyi bir projenin nasıl sönükleştirileceğinin örneğine dönüştürüldü adeta. Dizi için ilk sözüm, kesinlikle kötü bir iş olmadığı ama ekrandaki doğuşunda sorun bulunduğu yönünde. ‘Kış Güneşi’nin sorunu nedir dediğimizde… Bu tarz dizilerin sıkça yaptığı yanlışlar çıkıyor karşımıza.

Baş hata; Show TV’nin sanki gün kıtlığına gelmiş gibi bu diziyi haftanın en yoğun olduğu geceye koyup ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ ve ‘Hayat Şarkısı’ rekabetçiliğine sokması! Bu çekişmede ‘Aşk Yeniden’ ve ‘Eve Dönüş’ iyiden iyiye kan kaybetmişken, ‘Gecenin Kraliçesi’ veda etmeye hazırlanırken bu günün tercihi resmen diziyi harcatmak!

Kanalın sorumluluğunun ötesinde ‘Kış Güneşi’nin, ilk bölümüyle her izleyici zevkine hitap edememesi de önemli bir unsur. ‘İnsan ailesine ne kadar yabancı olabilir ki’ vurgusuyla kardeşinin uykusunu kendi uyanışı yapmak için hareketlenen Efe’nin, Kadimsel aforizmalar eşliğinde eve yollanışıyla açılışını yapan dizi izleyiciye yabancı kaldı. Kolayca ilgi çekecek bir ilk bölüm akışı sunmadı. Bölüm finalini baştan verme modasına ayak uydurarak 20 yıl öncesine giden, oradan günümüze gelip mekânlar-kişiler arasında dolanarak öyküsünü-karakterlerini duygusal tempoda tanıtmaya koyulan ‘Kış Güneşi’nin bu tarzı güzel. Ama maalesef pek çok yapımın başına iş açtı. Seyirci genellikle düz biçimde ilerleyen basit öyküleri ya da kabadayımsı dille işlenen yapımları seviyor. Çünkü bunları içselleştirmesi kolay oluyor.

Devamında gelen aksaklıksa, bu tarz çalışmalarda her şeyi bir bölüme sığdırma telaşının hâkim oluşu… Sanırsınız ‘Ne kadar ekranda kalacağımız belli değil’ korkusuyla çabucak aktarılmak isteniyor her şey. Bunun sonucunda mantığı öteleyen sahnelerin yarattığı boşluklar çıkıyor ortaya. Nasıl ki burada da aynı olumsuzluk, 20 yıl öncesinin kazasından itibaren devrede. Öyküye esas teşkil eden bu kazanın gerçekleşme biçimi hiç tatmin edici değil. Küçük Efe annesinin ihanetine şahit olmuş, arabaya saklanmış. Buna ne gerek var? Oğlunun arabaya saklandığını gören babaysa hem çocuğa laf yetiştiriyor hem de yoluna çıkan kamyonu sollama derdinde. Normalde aklı başında bir şoförün öyle ıssız bir yolda önüne aniden çıkıp sağa sola yalpalayan kamyona karşı daha tedbirli davranması gerekir. Oysa telaşlı babamız tam da sakat bir yerde geçmeye kalkıyor. Sonra o etabın devamında arabayı durdurup beklemek de neyin nesi, diyorsunuz. Gördükleriniz saçma geliyor. Belli ki kamyonun niyeti kötü... Bas gaza kaç. Biri o devrin lüks aracı, diğeri hurda kamyon. Değil mi? Ama yok. Baba şaşkın bakışlarla bekliyor ki kamyon gelsin aşağı atsın. Çocuk deseniz arabadan uzağa fırlamış ve hiçbir yerine bir şey olmamış. Bunun dışında Mete’yi taksinin içinde görecek kadar keskin göz olan Nisan’ın, yüzü, saçlarının arasından görünen Seda’yı tanıyamaması… O durumda arkalarından koşmak yerine arabayı yoldan çekmenin derdine düşmesi de sorun. Tabii hepsi bu değil. Başka sahnelerde de mantıkla bağdaşmayan detaylar mevcut ama sıralamak uzun olur.

Ayrıca ‘Kadın dediğin ateşli, işveli olmalı’ sözüyle erkeklerden yana tavır alan Leyla ile ‘Ateş dediğin harlanmak ister’ diyerek kadın penceresinden ilişkilere bakan Sumru cephesi başta olmak üzere içeriğiyle fark yaratmaya müsaitken, inandırıcılığı zedeleyen ayrıntılarla sıradanlaştırılması da ‘Kış Güneşi’ni etkileyen olumsuzluklardan! Evet… Oyuncular kaliteli, öykü iyi… Başlangıç da gizemli ve merakı tetikleyen türden. Ancak sonrasındaki gidişatta yaşananların bir kısmı izleyicinin konuya ısınmasını engellediği gibi öyküye inanmasını da mümkün kılmıyor. Misal, Kadim’i takibe koyulan Efe’nin oteli bulması... Düz yolda takip yapılmıyor ki Kadim’in nerede indiğini görsün! Hadi bunu geçelim… Peki, parmaklarını aynı anda kanatan Mete ile Efe’nin karşılaşma süreci? İkisinin karşılıklı sahnesine diyecek sözümüz yok. Şükrü Özyıldız iki farklı karakteri layıkıyla canlandırdı ama bunun dışındaki ayrıntılar boşlukta kaldı. Öyle lüks bir mekâna rezervasyonsuz ve paspal kılıkla girmenin başarılması… Mete’yi izleyen Kadir’in restoranda Efe’nin tuvalete gidişini göremeyip yağmurlu karanlıkta fark etmesi… Konuşmak için sanki hiç yer yokmuş gibi Beykoz’a gidilmesi… Dahası, Efe’nin kabanını çıkartıp Mete’ye vermesi… Hepsi de harika müzik eşliğinde gözlerini yuman Mete-Efe buluşmasını zedeleyen yönler. İlaveten Efe’nin aileye dâhil oluş sürecinde de inandırıcılığı engelleyen ayrıntı dolu. En basiti, uzun zamandır kimsenin uğramadığı eski eve giden Mete görünümlü Efe’nin bulduğu video kamera… Yıllar öncesinden kalan kameranın aküsünü her an dolu mu tutmuşlar da pat diye çalışıverdi anlayamadım. Kadim’i öldürmek isteyen Kadir’in yakalanışı-sorgulanışı-kaçışı ayrı bir sorun. Kadim, Efe’ye kimliğini açık etme diyor ama kendisi içeride Kadir’in olduğunu bile bile defalarca Efe diyerek konuşuyor. Adam sağır mı? Tabii ki duyuyor. Sonra adamı yumruklayıp odadan çıkmak ne iş? Öyle dandik bağlanan biri yalnız bırakılır mı? Yabancı yapımlardakine benzer sorgu atmosferi yaratılmak istenmiş ama…

Bunların dışında arka arkaya ekranda yer bulan dizilerin özelliklerini taşıması da ‘Kış Güneşi’nin olumsuzluklarından! İş ortağının tekere çomak soktuğu için öldürülmesi, yıllar sonra çocuğunun intikam için ortaya çıkması sürekli işlenmekte. Moda sektörü de dizilerin demirbaşına dönüştü. Mert-Nisan birlikteliği de, çocuksuz ve zorla yürütülen evlilikler kervanından… İzleyici tüm bu klişelere bakıp benzeşmeler yakalıyor. Bu da dizinin çekiciliğine darbe vuruyor. Mesela Efe’nin Kadim tarafından başka bir aileye teslim edilmesi, kocasını ve çocuğunu kaybeden Leyla’nın Mazhar’la evlenmesi ‘Mayıs Kraliçesi’ni hatırlattı bana.

SHOW TV, ‘KIŞ GÜNEŞİ’Nİ DE HARCAMA!

Gelelim asıl soruna… Artık bir ekran klasiği oldu, Show TV’nin kayda değer işleri harcaması. Hani Show’da başlayan her dizi için insanın yüreği titriyor… Acaba kaç bölüm yayında kalabilecek diye. Öyle ki izleyicide ister istemez bir güvensizlik oluştu. Çok yazdık ama… Sürekli dizi harcanması, izleyiciyi kaçırır diye. Gel gör ki, gayet başarılı bir iş olan ‘Acı Aşk’ da reyting kaygısına kurban edilme sırasında. Hal böyleyken Endemol Shine’ın daha az masrafla işi yürüttüğü ve diğer yapımları kadar parlatma ihtiyacı hissetmediği ‘Kış Güneşi’ için izleyicide önyargı oluşması kaçınılmaz. Yanı sıra ekran başındakilerden, daha önceden izlenmeye başlanan dizilerden vazgeçip Salı gecesini, tanıtımı hayli kısıtlı tutulan ‘Kış Güneşi’ne ayırmasını beklemek de biraz hayalcilik.

Sonuçta; Efe’nin Fatma anasının dediği gibi ‘Gün gelir iyi dediğin kötü olur, kötü dediğin de iyi’ mantığıyla diziyi hak ettiği biçimde değerlendirelim ve Show TV’ye ‘Kış Güneşi’ni harcamaması yönünde seslenelim. Reytinglere bakıp hemen enseyi de karartmayalım. Zira gelen rakamların yönü aşağı değil yukarıya. Bunu, bölümler ilerledikçe fark edilebileceğinin işareti olarak kabul etmek lazım. Üstelik maliyet açısından, onca reklama rağmen 25’inci, 22’inci olup erken final kararı aldıran ‘Gecenin Kraliçesi’ gibi büyük hayal kırıklığı yaşayanlara oranla daha avantajlı. Dizileri sıkça yolcu ederek öne çıkan Show TV şu an için sonuçlardan memnun olmasa bile, hem yapıma hem izleyiciye şans tanınmasından yanayım. Çünkü dizi aksaklıklarına rağmen çoğundan iyi ve kendini gösterebilecek potansiyelde. Kısacası sürprizci televizyon dünyasında bugünden yarına ne olacağını yüzde yüz kestirmek kolay olmasa da… Kaliteli bir seyirlik niteliğindeki ‘Kış Güneşi’nin kendini ifade etmeye yetecek makul bir süre ekranda kalmaya hakkı var diyoruz. ‘Kış Güneşi’ güzel ama kıymet bilene!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal