Kanatsız Kuşlar değil, ahlaksız kuşlar

Çünkü gerek farklı yapımların ajitasyonlu karması olarak gördüğüm içeriği, gerekse abartılı rolleri ve söylem mantığı bana hiç samimi gelmemişti.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Kanatsız Kuşlar’da sorun büyük!

‘Adaletsizliklerin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir’ der Platon yani Eflatun, ‘Devlet’ isimli kitabında. Adaletsizliğin ve adil gibi görünme sahtekârlığının her devrin sorunu olduğunu anlatan bu sözün doğruluğu ciddi örneklerle gözlemlenirken, insanlar bazında da yanlışların en büyüğü, iyi-ahlâklı olmadıkları halde öyleymiş gibi görünmek-gösterilmek. Dolayısıyla kalitenin tesadüf olmadığı ve insanların(toplumların) karakterleri doğrultusunda davranışlar sergiledikleri, göz ardı etmememiz gereken gerçeklerden.

Nitekim her tür kötü davranışa kılıf bulmanın giderek yaygınlaştığı, ahlâksızlığın ahlâk söylemleriyle maskelendiği, yalanların gerçekleri yutup yok ettiği hayat düzeninde kurgu dünyasının tablosu da değişime uğramış halde. Özellikle yaşamımızın bir parçası haline gelen, hatta algı yönetimi için en avantajlı araç olarak görülen dizilerde hırslar tavanda.

Öyküler ve karakterler, Eflatun’un işaret ettiği ‘olmadığı gibi görünme’ detayıyla yaratılmakta. Tüm karakter bozukluklarını ve zaafları yüceltmek için devreye sokulan bu şekillendirme yöntemi sayesinde, özünde kötülük bulunan karakterler baş tacı edilip olumsuz davranışları özendirici hale getirilmekte. Kimileri istedikleri kadar ‘Dizilerin topluma iyi örnek teşkil etme vasfı yoktur’ gibisinden sözler sarf etsin… Böylesi ikiyüzlülüklerin, toplumsal kültürü ve kişisel yapıları şekillendirdiği ve etki-tepki açısından yozlaşmayı körüklediği inkâr edilemez. Nasıl ki, baştan sona büyük sorun teşkil eden ‘Kanatsız Kuşlar’ da aynı olumsuz mantığın pençesinde…

‘KANATSIZ KUŞLAR’ DEĞİL, ‘AHLAKSIZ KUŞLAR’…

İzleyicinin nabzına göre şerbet verip, mağduriyetten gelişen öykülere ve fakir kadınların zengin erkek aşkıyla ödüllendirilmesine yönelik meraktan faydalanmak kestirmeden dizi üretmenin baş unsurları. Dramatik söylemde abartıdan kaçınmayarak ekranda yüzünü gösteren ‘Kanatsız Kuşlar’ da aynı yolun yolcusu olduğundan, ilk bölümden itibaren takıldığım dizilerden. Çünkü gerek farklı yapımların ajitasyonlu karması olarak gördüğüm içeriği, gerekse abartılı rolleri ve söylem mantığı bana hiç samimi gelmemişti. Nitekim bölümler ilerledikçe bu yaklaşımımda ne kadar haklı olduğum da çıktı ortaya. Karakterlerin iyi ve ahlâklı olmadıkları halde öyleymiş gibi gösterilmeleri, dizinin en önemli sorunu haline geldi!

Bu sorunu detaylandırmaya Nefise karakterinden başlayacak olursak… İlk evrede hırsız kocanın ölümünün ardından dört çocukla bir başına kalan utangaç-namuslu-mağdur kadın olarak gösterilmek istenmişti izleyiciye. ‘Hırsız kocanın karısı ne kadar iyi ahlâklı olursa artık’ diye düşünürken, bu sunuma pek inanmasak da o aşamada kabullenmeye çalışmıştık, aile boyu pazar artığı toplayan Nefise’nin gururlu ve mazbut anneliğini. Ancak Muzaffer Bey kısmetine balıklama dalıp çocuk meselesini ‘Nasılsa hallederiz’ kafasıyla öteleyen Nefise her konuda falso vermeye başladı. Sağ gösterip sol vuran ahlâkçılık anlayışına uygun olarak başı öne eğik durup mahcubiyet ve masumiyet halleri sergiliyordu ama sözde dürüst davranarak kötülüğün nasıl iyilik olarak gösterilebileceği konusunda da adam ayartma profesyonelliği sunuyordu izleyiciye. Nasıl ki, ‘Önce anne’ sloganıyla sunulmasına karşın anneliği de, küçük kızını mutfak dolabına saklayıp sosis vermesinden ve ‘Annem annem’ diye yapmacık ilgi göstermesinden ibaret kaldı Nefise’nin. Ha bir de, küçük çocukmuş gibi oğluna şapka takması vardı ki, bu işin esprisi de şapkanın hırsızlıktaki kanıt olmasıyla çıktı ortaya. Paragöz Hala olmasa ortada kalacak çocuklarının varlığını sırf evlilik uğruna gizleyen ve kendisine güvenen adama karşı düzenbazlıktan çekinmeyerek kadınlık yönünün kofluğunu ortaya koyan Nefise’nin gerçek yüzü son bölümde iyice göründü. Hangi gururlu kadın evlendiği adamın hamile kalan eski sevgilisiyle aynı evi paylaşırdı ki? Gerçi şimdilerde alenen boynuzlanmayı ‘sevgiyle karşılayan’ kadınlar da var ama… Neticede ahlâkla bağdaşmıyor hiçbiri! Nefise’nin pozisyonu da tam bir rezillik. Saf mahalle kadını kadrosundan dizideki yerini dolduran ve boyunca çocuklarıyla birlikte yarattığı fırsatçılık halleriyle iyiden iyiye iticileşen yalancı Nefise’nin kendisine verilen değerli yüzüğü, laf ola beri gele borç ödemek için satmayı ve yerine yedekli sahtesini yaptırmayı kabul etmesine ne diyelim? Mecburiyet mi? Yani sürekli maraza çıkartan oğlunu adam etmeye çalışmaktansa yüzüğü satıp onun paçasını kurtarmak iyi anne örnekliği midir, sorarım size? Şimdi bu durumda büyük(!) aşktan gözü körleşen Muzaffer Bey, Nefise’yi doğal ve masum kabul edecek kadar gerzo olabilir ama… Bizim onu, ‘kanatsız kuş’ olarak görüp mağduriyetine inanmamız ve ona ahlâklı kadın dememiz mümkün olamaz. Aklıma gelmişken şunu da değinmek isterim… Nefise kaç yaşında evlenmiştir de aralarında onca yaş farkı olan dört çocuğu var? Bunun için Nefise’nin 15’inde evlenmiş olması gerekir ki, bu da karakter üstünden ‘çocuk gelin’ teşviki olarak görülebilir!

Sahte masumiyetiyle ve gerçekçilikten hayli uzak canlandırmasıyla insanı gerim gerim geren Nefise kadar ikiyüzlü pozisyonda olan bir diğer karakter, büyük kız Zeynep! Başta o da gayet doğrucu, fedakâr abla havalarındaydı. Lakin devamında ne doğruculuk, ne de fedakârlık göremedik. Birkaç garibanlık sahnesinin ardından Ahmet ile Onur arasında mekik dokuyan, estetikli-havalı kız haline geliverdi. Ahmet’in kendisine olan düşkünlüğünü bile bile onun dükkânında çalışması, ümit verir biçimde davranması… Bu arada postu serdikleri zengin köşkünde talih kuşu misali peşine takılan Onur’la flörtleşip öpücüğüne fırsat yaratacak yakınlığı göstermesi… Namusluluğun laftan ibaret kaldığını ispatlayan dizinin, ‘Biri olmazsa diğeri var elde’ babında, iki adamı birden idare eden Zeynep profilini çıkarttı ortaya. Annesinin dört çocuklu kadın olduğu gerçeğinin duyulmaması için Ahmet’in yüzüğünü takmasına müsaade etme zırvalığı da, annesinin zengin koca avcılığı bozulmasın diye taviz veren Zeynep ve annesinin ne denli yalancı-para meraklısı olduğu gerçeğini teyit etti.

Ortanca kız Cemre kanadına baktığımızdaysa… Para ve et yeme meraklısı, aşırı makyajlı ve isyankâr bir kız olarak karşımıza gelmişti başlangıçta. Sonra makyajı azaltıldı, kuaförde çalıştırılmaya başlandı. Yani onun dönüşümü olumlu yönde oldu bir nebze. Fakat arkadaşıyla bir partiye gidip, dizilerde yeni moda olduğu üzere, zengin havası atmaya heveslenince olumluluktan olumsuzluğa geçiliverdi yine. Eski sevgilisine nispet yapmak isteyen Burak’ın damdan düşer gibi ‘Sevgiliyiz’ demesiyle yaşanan bu gelişimde Cemre kızımız telefon sahibi olup işyerinde forslu konuma gelirken, dün bir bugün iki, seviliyor sandı kendini… Mi acaba? Hangi akıllı kız, şayet aklında para yoksa inanır böyle şıpın işi aşka? Hadi canım sen de. Gururluluk ayağına trip yapıp attığı telefonu geri kapması da bal gibi ahlâksızlık işte!

Gurur ve para demişken… Bir ikiyüzlü karakter de Nefise’nin oğlu, Emre… Fıldır fıldır gözleriyle diklenip Cemre’ye telefon için ayar çekmeye kalkışına bakan da onu çok namuslu biri sanır. Kendi yediği naneler buram buram kokarken, elin hırsız çetesini iki fingirdeşme uğruna Muzaffer Bey’in mallarına musallat ederken ahlâktan-namustan eser kalmıyor ne hikmetse. Annesini ve kardeşlerini bu kadar düşünen birinin, kendisine her fırsatta bela getiren o yamuk arkadaşlarla işi olabilir mi? Hırsız babanın hırsız oğlu işte… Armut dibine düşermiş nihayetinde! Sahi Muzaffer Bey’in garajını açmak nasıl bu kadar kolay olabildi? Zenginlerin evi yolgeçen hanım mıdır da ne kamera var ne güvenlik tedbiri? Tek bir bekçi koymuşlar kapıya, garajın kepengi de yarı açık duruyor zaten… Ohh.. Miss… Yerseniz nefis.

Limitsiz kartı anında kapan Azime karakteri derseniz… İlk bölümde nasıl da kollayıcı ve düşünceli davranıyordu Muzaffer Bey’e… Hatta o denli sıcak ve ilgiliydi ki, adamı kafeslemeye mi uğraşıyor diye düşünmedim değil doğrusu. Sonra tıpkı terslediği Nefise’ye karşı yaşadığı tavır dönüşümü gibi Muzaffer Bey açısından da farklılaştı halleri. Yediği kaba pisleyen, doyduğu kapıya nankörlük eden bir kâhya… Muzaffer Bey evin her şeyiyle ilgilenmeyi ona bırakacak kadar güveniyorken, adamın mal varlığına göz dikip başına çorap örmek için elinden geleni yapıyor maşallah.

Velhasıl; Dram değil komedi olan ‘Kanatsız Kuşlar’da mantık ve ahlâk hak getire. Fakir fukara ayağına zengin kapısına yamanmaktan, babalarının eviymiş gibi nimetlerden yararlanmaktan gocunmayan ve her daim fönlü-makyajlı gezinerek mağduriyet sözleri gibi dış görünüşleriyle de ne kadar yalan olduklarını açık eden karakterler, ‘Bunca dolapçılıktan ötürü dizinin ismi Kanatsız Kuşlar değil, Ahlâksız Kuşlar olmalıymış’ dedirtir halde!

‘KANATSIZ KUŞLAR’DA KİM İYİ, KİM KÖTÜ?

Zengin erkeklerin, üstünlük egolarını tatmin etme ihtiyacından olsa gerek, fakir kadınlarla aşk yaşama merakını Muzaffer Bey ve Onur üstünden şekillendiren ‘Kanatsız Kuşlar’da karakterlerin arka planında gizlenen ahlâksızlık kadar, kimin iyi kimin kötü olduğu da tartışmaya açık bir sorun.

Dizinin görünürdeki iyi kadını Nefise… Onun rakibi olan Tuğba ise senaryoya göre kötü olan. Peki, niye kötü? Paraya kavuşmak için peşine takıldığı Muzaffer’le evlilik aşamasındayken ondan sakladığı çocuğunun açığa çıkmasından dolayı mı? Eğer bu kötülükse, Nefise nasıl iyi kişi oluyor? Nefise’nin de amacı refah içinde yaşamak değil mi? Onun da Muzaffer’den gizlediği çocuğu yok mu? Var, hem de Tuğba’nınki gibi bir tane de değil… Kazık kadar dört çocuk! Bu durumda, kendisine yapılan haksızlığa tahammül edemeyen ve sinsice ortama sızan Nefise’yle Azime’nin gerçek yüzlerini ortaya çıkartmaya çalışan Tuğba neden kötü kadın oluyor da, Nefise aşkı hak eden masum kadın haline sokuluyor? Tuğba’ya haksızlık yapılıyor. Dolayısıyla Muzaffer’i dört koldan sarmaya hazırlanan, Emre aracılığıyla soyulmasına sebep olan ve gerçek çaresizlikle-saflıkla uzak yakın ilgisi bulunmayıp doğrudan safı oynayan kurnaz tilki Nefise için ‘Kanatsız Kuşlar’ın asıl kötü kadını diyebiliriz rahatlıkla!

‘Kanatsız Kuşlar’da soru işareti yaratan bir diğer ikili, Ahmet ile Onur… Senaryo, Ümit İbrahim Kantarcılar’ın canlandırdığı Onur’u, Zeynep’i seven asıl erkek olarak, yüceltmeye çalışırken Ahmet Varlı’nın hayat verdiği Ahmet’i de psikopat âşık konumuna sokmak için elinden geleni yapıyor. Ahmet kanadında her bölüm işi daha abartarak yol alan senaryonun iki erkek-bir kadın çatışmasından ilgi çekmeyi hedeflediği aşikâr… Lakin Zeynep’i en zor anında yalnız bırakmayan, onu ve kardeşlerini sokakta koymamak için dükkânını açan, babasıyla papaz olmayı göze alıp her daim Zeynep’i kollayan Ahmet’in bu özverili aşkına karşılık damdan düşer gibi birdenbire yeşeren Onur’un sevgisinin havada kalışı da ortada. Dahası, Ahmet’in iftiraya uğramasında ve karakola götürülmesinde Onur’un takındığı tavırdaki çifte standart meydanda… Zeynep’e masum havasında konuşuyor, odaya dalıp polislerin yanında Ahmet’i kışkırtıyor. Yani o da öyle sütten çıkmış ak kaşık biri değil. Sadece Ahmet gibi duygularını öfkeyle belli etmek yerine, sessiz sakin davranıp saman altından su yürütmeyi tercih eder konumda. Bu nedenle bana göre ne olduğunu net şekilde gösteren Ahmet, zengin bebesi Onur’dan daha tercih edilesi biri. Hem diyorum ki, şayet Onur zengin bir adam olmasaydı, Onur’un karşısında onursuzlaşarak gerçek yüzünü ortaya çıkartan Zeynep yine de onu seçer miydi? Yoksa beyaz eşyacı Ahmet’in peşine mi takılırdı? Cevap belli de… Dizi işte!

Gelelim Zeynep ile kuzeni Emel ikilemine… Şirketteki evli müdürüyle ilişki kuracak kadar iş dünyasının gerçeklerine hâkim olan Emel de dizinin kötülerinden olarak sunuluyor izleyiciye. Asıl hedefi Onur olan Emel’in bu amacına ulaşmak için Ahmet’i kışkırtıp devreye sokuşunu da izledik. Buraya kadar hesapçılık tamam ama… Onun yolundaki taş olan Zeynep kanadındaki gerçekleri de akıldan çıkartmamak lazım. Emel’le Azime’nin evine sığınan Zeynep ve kardeşleri, dağdan gelip bağdakini kovan konumunda değiller mi? Hem Zeynep de başı sıkıştığında Ahmet’i kullanıp onun sayesinde düze çıkınca Onur’a çark ederken çok mu iyi bir kız pozisyonunda? Anlayacağınız tıpkı Nefise’yle Tuğba’nın durumunda olduğu gibi burada da kötü görünen iyi, iyi görünen kötü. Yok aslında birbirlerinden farkları da diyebiliriz.

Ve her konuşması, kapı köşelerinden dinlenen, her yaptığı gözlenen Muzaffer Bey’in iyilik tablosu… Fatih Al tarafından ustaca yansıtılan karakterin iyiliği de sorgulanmaya müsait. Adam, sırf üvey anne sendromundan ve ayrıldığı karısına kızgınlığından çocuk düşmanı kesilmiş adeta. Hayatına girecek kadını seçerken alabildiğine bencilce bir fikir dayatıyor… Kendi mevcut oğlunun dışında… Çocuksuzluk! Bunu diyebilen bir erkeğin iyiliğinden, sevgisinden bahsetmek mümkün müdür? Reklam yıldızları Tuğba ile ilişkisinde de, Nefise’yle yakınlaşmasında da hep aşktan ziyade ‘oğluna iyi anne arama’ kaygısı ön planda. Yani kadın değil bir nevi bakıcı istiyor evine. Kaldı ki kendi oğlu da annesiz değil. Kadın, Muzaffer’in bencilliğinden yılmış olmalı ki, boşanıp oğlunu da beraberinde götürmüş. Ayrıca ne olursa olsun Tuğba’yı kolundan sürükleyip arabaya bindirmesi ve sırf gerçeği söyletmek için duvara çarpmaya ramak kala aracı durduracak kadar saçmalaması da iyi birinin yapacağı şey değildi. Gerçeği, bilimsel yoldan açığa çıkartmak varken böylesine dengesiz bir tavır sergilemek sorunlu kişiliğin daniskası! İlaveten küçücük çocuğun hislerini düşünmeden onu evde istemediğini açık açık haykırması… Tuğba’yla, sözde çok sevdiği Nefise’yi aynı evde oturtması da Muzaffer Bey’in ne derece duygusuz ve kadına değer vermeyen biri olduğunun göstergesi. Sözün kısası, başarılı iş adamı, âşık erkek falan filan… Bunlar düğün gecesini hiçe sayıp arabasının çalınması karşısında birden aslanlaşıp ortalığı birbirine katacak kadar fevri davranan Muzaffer Bey’in iyilikten hayli uzak, bencil biri olduğu gerçeğini ötelemeye yetmiyor. Bencilliğin de oldukça zararlı bir kötülük şekli olduğunu hatırlatırım!

ÖZETLE; İçeriğindeki iki yüzlülükten, dengesiz davranışlarıyla yozlaştırıcı mesajlar yayan karakterlerinin sahteliğine… ATV’nin ‘Kanatsız Kuşlar’ı ekranın en sorunlu dizisi! Zira evleneceği kadını soruşturma ihtiyacı hissetmeme saflığındaki Muzaffer Bey’in, aşkla kamufle edilmiş bencillikteki, erkek tablosu dayatması bir yanda… Erkeksiz kadının hayata tutunma çabasının, entrikacılık ve iş bilircilikten ibaret olduğu fikrini algılarımıza işlemekle görevli ‘Yere bakan yürek yakan’ Nefise’nin inandırıcılıktan uzak pozları diğer yanda… Dayan gönlüm, dayanabilirsen bu masumiyet ve iyilik safsatasına.

İki erkeği durduk yere birbirine düşman edip burnu havada tiplerle olayın seyrine dalarak sözde aşkı, özde zenginliğin refahını seçen Zeynep kanadındaki Onur-Ahmet çekişmesi derseniz… Abartılı bakış ve mimiklerle psikopatlık gerilimi pompalanmaya çalışılsa dahi, ikili arasında yaşananların çekiciliği, klişelerin de altında… Anlayacağınız Seda Türkmen’in canlandırdığı Tuğba dışındaki tüm karakterlerin amacını aştığı dizide, küçük çocuklar da dahil olmak üzere, karakterlerdeki sahtelik tavanda.

Şimdi bu tabloya bakıp, iyilik mantığını hiçe sayarak ilerleyen senaryonun ‘Kanatsız Kuşlar’ı ‘Ahlâksız Kuşlar’a dönüştürdüğü ve hâlihazırda ahlâki açıdan ekranın en sorunlu dizisi konumuna getirdiğini kabullenmemek mümkün mü? Görünen köy kılavuz istemez. Hal böyleyken bunca saflık yapaylığını izlemeye mecbur edildiğimize mi yanalım, yoksa iyilik-ahlâk diye cümle sinsiliğin ve çıkarcılık hesaplarının yutturulmasına mı kızalım? Hem kızsak ne çare? Dizi karakterlerini yozlaştırarak iyilik-kötülük, dürüstlük-ahlâksızlık kavramlarını çorba edenlere… Topluma, ‘Kadınlar şeytani yaratıklardır’ mesajı verme alışkanlığındakilere… Ve duruma göre her şeyi yapmanın mubah olduğu algısını yaratanlara ne denebilir ki?

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal