Hayat Şarkısı’nın şeytani mantığı!

Hülya için ‘ithal’ dedik çünkü özgün senaryo kavramını yok edercesine dizi dünyamıza musallat olan Güney Kore sevdasını verimli bir biçimde sürdüren ‘Hayat Şarkısı’, bilindiği üzere 50 bölümlük ‘Flames of Desire’ isimli yapımın uyarlaması.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Kötülüklere alkış tutmanın, yanlışları savunmanın hızla yaygınlaştığı günümüzde insanların şeytani yönleri nasıl da masumlaştırılıyor, farkında mısınız? ‘Yaşadığımız cennetten bizi attıran şeytanı içimizde aramalıyız’ diyen Goethe’yi haklı çıkartırcasına yükselişe geçen içimizdeki şeytani mantıklar tüm değerleri yıkarak değerlerimizi tersyüz etme peşinde. Toplumsal yaşamda zekici düzenlenen algı operasyonlarıyla suni gündemler yaratılırken, bunların uzantıları ekranlarımızdan beyinlerimize işlenmekte.

Öyle ki; gün, cennetten insanı kovduran şeytanın insanların içindeki varlığıyla yükselişe geçtiği gündür diyebiliriz. Nitekim bu yükselişi siyasetten uluslararası ilişkilere, çalışma hayatından adalet dağılımına pek çok alanda gözlemlemek mümkün… Bizim alanımız televizyon olduğuna göre orada belirginleşen şeytani mantıkla devam edelim sözümüze.

Şimdi ortalık cadı kazanına dönmüşken, kanallar sıra sıra kapatılıyorken ‘Televizyondaki şeytanilik de ne ola’ diyerek sözlerimizi küçümseyenler çıkabilir. Ancak hatırlatırım, televizyonda yaygınlaşan şeytani mantık hepsinden önemli! Çünkü olayı, bir siyasi büyüğümüzün göçmen sayısının yerel vatandaştan fazla olduğu yerde kültür erozyonu yaşanacağına dair saptamasıyla paralel bakış açısından değerlendirdiğimizde, dizilerde yoğunlaşan şeytani mantığın yaşamdaki olumsuzluklara zemin hazırladığı gerçeği inkâr edilemez biçimde önümüzde durmakta. Bu nedenle dizi deyip geçmiyor, hepsinin içerik mantığını ince ince irdeliyoruz. Tabii yıkıcı değil, yapıcı gözle!

Hedefimizdeki yapım, başlıktan da anlaşılacağı üzere ‘Hayat Şarkısı’… Yayına girmeden ön değerlendirmede bulunduğum ve başarılı olacağı yönünde görüş bildirdiğim bir işti. Ancak Olgun Toker’in Mahir’i başta olmak üzere tüm canlandırmaları çok başarılı bulduğum, severek izlemeye başladığım dizinin gidişatını sevemedim. Bade-değişik yeğen gibi tiplerle tarz yaratmaya çalışırken, dizideki söylem mantığının giderek rayından çıktığını gördüğüm için de bazı saptamalarda bulunmak istedim. Malum, testi kırılmadan tedbir almak lazım!

EZİK KADININ ALTERNATİFİ DİŞİ ŞEYTAN MI?

Romantik komedilerin gereğinden fazla saf kızlarının ipe sapa gelmez halleri, aşk üçgenlerinin zengin erkekleri bir anda kendilerine bağlayıveren sözüm ona masum ezikleri, ağalı töreli işlerin dayak yiyen mağdur kadınları derken… Kadınların küçümsenmesinden bir hayli bıkmıştık. İşte tam da bu bıkkınlığın üstüne yeni bir kadın tipi çıkıverdi… Kafası her cinliğe işleyen, çevirdiği dümenler aşkla şirinleştirilen dişi şeytanlar! Misal ‘Kara Ekmek’teki Asiye-Selen… Geçmişte ‘Kara Melek’i de sevmiştik ya, yeni dişi şeytanlar daha bir donanımlıydı. Biz de hemen kol kanat gerdik bu yeniliğe. Yeni dişi şeytanımız da Kanal D’nin ‘Hayat Şarkısı’nın ithal Hülya karakteri… Hem de mevcut haliyle bunların en sevimli ve etkili örneği durumunda.

Hülya için ‘ithal’ dedik çünkü özgün senaryo kavramını yok edercesine dizi dünyamıza musallat olan Güney Kore sevdasını verimli bir biçimde sürdüren ‘Hayat Şarkısı’, bilindiği üzere 50 bölümlük ‘Flames of Desire’ isimli yapımın uyarlaması. Tabii bizdeki dizi mantığını yansıtan biçimde... Yani tıpkısının aynısı yolda ilerlerken, komedi tadını artırmak için yaratılan gereksiz abartılar(Bade’nin kapı kırışı gibi) ve yanlış yorumlamalara sebep olacak eklemelerle.

Bunlar bir yana… Geçmiş-şimdiki zaman dengesini Cem Karcı ve Mahinur Ergun sayesinde gayet dozunda tutup, 12 sene öncesine dönüşlerinde Sibel Melek Arat’ın şahane biçimde canlandırdığı Küçük Hülya’nın çekiciliğinden maksimum oranda faydalanan… Bunu yaparken de karakter bozukluğunun doğuştan geldiğini gösteren ‘Hayat Şarkısı’nın, aşırı iyilikleriyle yaşamın doğasına aykırı duran kadın karakterlerden bunalan izleyiciye yeni bir soluk sunduğu kesin. Lakin bu yeni soluk, dozu gittikçe kaçan bir olumsuzluğu da beraberinde getirdi. Dizi, ‘kadın’ kavramına farklı bir bakış açısı yaratırken ezikliğin alternatifi olarak, çekicilikle kötülüğü bünyesinde barındıran, korkulası ‘dişi şeytan’ figürü koydu önümüze. Üstelik alabildiğine tehlikeli bir biçimde! Nasıl derseniz…

Şimdiye dek hemen her dizide ortalığı karıştırmaya çabalayan pek çok dişi şeytan modeli görmüşlüğümüz var tabii. Ama ‘Hayat Şarkısı’ndaki onlardan çok farklı. Zira diğerleri, dizilerin iyilerine zarar vermeye çalışan kötü kadınlar olarak zaten mimli ve izleyicinin sempatisinden uzak. Buradaysa Hülya, bütün dolapçılıkları görünmez kılan ‘aşk’ ve ‘çocukluk’ pelerini sayesinde melek gibi sunulmakta. Babasının ölümüne sebep olup ablasını boş yere lekeleyen, tuzaklarla eğitimine engel olduğu Kerim’i bile kandırarak kendini sevdiren, Filiz’in çocuğunu sahiplenerek kendi geleceğini garantileyen, öyle veya böyle kurulmuş bir evlilikte çocuğuyla birlikte kendi haline yaşayıp giden Zeynep’i yoldan çıkartarak yeni bir kötü kadın yaratan, masum kadın ayaklarına erkekleri parmağında oynatan Hülya bunu hak ediyor mu peki? Etmiyor tabii. Hal böyleyken, izleyicinin farklı kadın duruşuna duyduğu ilgiden alabildiğine yararlanmak isteyen dizide, Hülya’nın dişi şeytanlığı abartıldıkça abartılıyor. Perukla, gözlükle, eşarpla havalı kamuflajlar yaratıp ‘şef’leştirilen; fütursuzca ortalıkta cirit atarak değme mafyatiklere taş çıkartırcasına planlar yapan Hülya, attığı her adımda öylesine kolay başarıya ulaştırılıyor ve haklı gösteriliyor ki, ‘Erkek dünyasına başkaldıran kadın ikonu’ haline getirildi neredeyse. Hülya’ya övgüler dizenler, imrenenler gani gani. Şeytan ayrıntıda gizliyken, mantık bunun neresinde? Kafam karıştı şimdi. Yani biz çocukluk sıkıntılarına ve aşk olgusunun hatırına, Hülya’nın çevirdiği dolapları hoş karşılayıp attığı kazıklara bakarak ‘Aman ne güzel. Ezik kadının yerini dişi şeytan almış’ diye sevinelim mi? Dizinin mantığı bu yönde de…

Öte yandan kadınların erkekler karşısında dik durduğu, şapşallıklarla ezikleşmediği dizileri izlemek arzulanan bir durum. Ama burada önemli olan kadının eylemlerindeki mantığın kabul edilebilir türden olması! Peki, durduk yere insanların hayatını altüst eden, geleceklerini etkileyen Hülya’nın çabasının mantıki dayanağı ne? Sakın papağan gibi ‘aşk’ denilmesin. Bit kadar çocukken yaşanan mini karşılaşmada neyin aşkı gelişir yahu? Güldürmeyin insanı. Zaten orijinalinde de öyle haykırılan çocukluk aşkı filan yok. Cem’le şansını deneyip avucunu yalayan Hülya’nın yegâne aşkı, para-zenginlik! Bu nedenle saftrik Kerim’le romantikleşmeye geçip flörte koyularak aşk halleri sergilemeye başlayan Hülya’nın sevilecek, özenilecek ve övülecek bir tarafını bulmak imkânsız. Buna karşılık ‘Hayat Şarkısı’ bu noktada, ayakları üstünde duran kadınla, sahtekâr-çıkarcı-kötü kadın kavramlarını birbirine karıştırarak alabildiğine yanlış izlenim yaratmakta. Bu izlenimin yaratılmasının temeli de, ne yazık ki dizinin orijinaliyle aynı doğrultuda başlamamasına dayanmakta. Bunu izah etmek için orijinalin başlangıcını kısaca özetleyelim.

‘HAYAT ŞARKISI’NDA HÜLYA’YI MAZUR GÖREMEYİZ ÇÜNKÜ…

Bölümler boyu hiç falso vermeden dolaplar yapan, her soruna anında çözüm üreterek ‘Cümlesi aptal mı da kanıyor’ dedirten Hülya’nın şeytaniliğinde algı yanılgısının baş nedeni, dizinin başlangıcı dedik ya… Burcu Biricik’le ‘Şeref Meselesi’nin istediğini elde etmek için elinden geleni yapan Kübra’sının mağdur havasını bir kez daha yaşatmaya soyunan ‘Hayat Şarkısı’, hatırlarsanız ayazda titreyen fakir çocukluğuna elveda diyerek taze bir hayata merhabaya hazırlanan Hülya ile onu bırakıp kaçan Kerim’in nikâh sonrasından yapmıştı başlangıcını. Kerim Cevher’in terk ettiği Hülya’yı izlerken onun öfkesinden etkilenmiş, kazık yemiş tüm kadınlar adına pay çıkartmıştık biz de. Taze gelin Hülya’nın, orijinalinden bir eksikle iki oğullu hale getirilmiş Cevher Ailesi’nin evinde 12 yıl öncesinin anılarına dalmasının ardından karşımıza getirilen küçük Hülya’yla tanıştığımızda bu karaktere sempatimiz iyiden iyiye pekişmişti. Göz boyayan takkenin düşmesi için bölümlerin ilerlemesi gerekti. Yani dizi, orijinalin aksine Hülya’nın gerçek yüzünü sonradan gösterdi, baştan ailevi mağduriyeti verilip sempati yaratıldı ki izleyici toplansın. Ancak bu taktik hem orijinaline ters düşmesine sebep oldu, hem de karakterin mazur görülecek bir yanının kalmaması sonucunu doğurdu.

Oysa orijinal senaryo, gelecekten geçmişe uzanarak karakterleri doğru analiz etmeye zemin hazırlayan bir yapıya sahipti. Ana-oğul tartışmasının ortasından başlayıp geçmişini sorgulayan genç kızın intiharıyla şok olan kadının dramatik sahnesinden açılışını yapmış, sonra çocukluk yıllarına dönmüş ve oradan yürümüştü olaya. Annelerini küçük yaşta kaybeden iki kız kardeşin çocukluk yılları da 11-12 yaşından başlamıştı orada. Yani bizdeki gibi büyümüş de küçülmüş değildi Hülya’nın muadili ve yaptıklarının mantıklı yönü daha fazlaydı. Dolayısıyla bu sahneleri babasının fakirliğinden yılmış bilinçli bir kızın para özlemi olarak görmek ve ileride yapacağı entrikaları ona gör değerlendirmek mümkündü. Daha net ifadeyle ‘Hayat Şarkısı’nda, gece vakti dağ bayır ortalığa dökülüp ‘Seninle evleneceğim, zengin koca alacağım’ diye tutturan küçük Hülya’nın ‘Kafadan çatlak mı bu’ dedirten tavırlarından daha fazla kabullenebiliyorsunuz, Na-Young’un öyküsünü. Üstelik onun evliliğe giden süreçteki tavırları da, pervasızlığı ele almış Hülya’dan daha günahsızdı. En basitinden… ‘Hayat Şarkısı’nda Kaya, Melek’e bir şey yapmamışken ortalığı velveleye vererek babasının ölümüne, ablasının karalanmasına sebep olan Hülya’ya karşın, orijinalinde Kaya karakterine denk düşen çırağın ablayla ilişkiye girdiğini ve babasının ölümüne üzülen Na-Young’un Hülya gibi mahallede çığırtkanlık yapmadığını düşünürsek… Orijinal eserdeki kadınsı şeytanlık daha masum kalıyor sonuçta.

Ayrıca zenginlik saplantılı Na-Young’un babası belirsiz hamileliğini vererek ilerleyen orijinal dizinin, anti kahramanını yaratırken onun nasıl bir dönüşüm süreci yaşadığını anlamamızı sağlayan pek çok detayı başlangıçta ortaya koyduğunu da belirtelim. Babası tarafından ikinci plana itilerek hırçınlaşan ve paranın gücünden medet uman bir kız portresi çizen orijinal senaryo, paragöz kızımızın okumak için gittiği büyük şehirde kafeslemeye çalıştığı otobüs şirketi sahibi sevgilisiyle evlilik muhabbetini… Hamile haliyle baba ocağına dönüşünü ve babası belli olmayan bebeği düşürmek isteyip vazgeçişini, ablanın kız kardeşine ayak bağı olmasın diye bebeği saklayıp öldüğünü söylemesini baştan işlemişti. Böylece ilk etaptan Na-Young’un aslında iyi biri olabilecekken şartlar yüzünden dönüşüm yaşadığını ve bir kız çocuk annesi olduğunu görmüştük… Ki bu da ‘Hayat Şarkısı’nda Melek tarafından sahiplenilen ancak nereden, nasıl geldiği sürpriz olan Bahar bebeğe denk düşmekte! Orijinalin dahası da var ama yerlisinin heyecanını bozmamak adına konu gelişimini bu kadarla sınırlı tutuyorum.

Sözün kısası, Na-Young ile Hülya aynı gibi dursalar da kumaşları çok farklı. Bizdeki dişi şeytan çok tatlı ama bir o kadar da sakıncalı. Anlayacağınız ‘Hayat Şarkısı’ndaki kadın karakter yani Hülya’nın mantığı maruz görülemeyecek derecede sorunlu. Sorunu da, kimilerinin işaret ettiği gibi psikiyatrik vaka değil, doğrudan para hırsına dayalı bir durum! Bunu tedavi edebilecek bir klinik olduğunu sanmıyorum. Hoş tedavisi olsa bile dünyada bu hırsla şeytanlaşanlar öyle çok ki, hastane-doktor yetmez.

Sonuçta; En akıllı ve kızılmaması gereken erkeğin, Hülya’nın gerçek yüzünü hemen gören Cem olduğu ‘Hayat Şarkısı’, dizi yönüyle başarılı bir iş. Fakat Hülya’nın zengin koca haykırışlarıyla başlayıp kocayı-parayı elde tutmak için giriştiği operasyonlarla anti kahramanını yücelten… Ahmet Mümtaz Taylan’ın dizinin sevilmesine büyük katkıda bulunan Bayram karakteriyle ‘Belli bir süre sonra evli çiftlerin kardeşe dönüştüğünü, dolayısıyla erkeğin gizli kaçamaklarının doğal olduğunu, kadının kocasıyla ilgili her şeyi bilmemesi gerektiğini’ vurgulayan dizide, şeytani kadın mantığının özene bezene öne çıkartılmasını itici buldum diyorum. Dahası asıl itici ve tehlikeli olan husus, bu mantığın kadınlar tarafından güle oynaya benimsenmesi; Hülya’ya destek çıkılması, onun şeytani zekâsının meftunu olunması. Demek ki, içlerde saklanan şeytan pek çokmuş ve çoğunluk, dizideki Hülya’nın suretinde kendi gizli şeytanlarını bulup sevmiş! Oh ne güzel. Bu sevgiden gani gani faydalanılır artık.

Öyleyse biz de noktayı koyarken, hedefine ulaşmak için abla-baba demeden herkesi kolayca harcayan Hülya’nın kötülüklerine mazeret üretip mazur görenlere… Eski kırığıyla edepsiz kızını kolayca karısına kabul ettiren Bayram’ın gizli zorbalığını ve boşanmadan aldatmak formülü üstüne yaptığı nasihatçiliği sessizce hazmedip emeklilik triplerini gülerek izleyenlere ‘Şeytanınız bol olsun’ diyelim mi? Gönül elvermiyor ama… Çoğunluğun baskısıyla gerçekleşen kültür dönüşümünde her şey mubah nasılsa!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal