Hayat Şarkısı’ndan geriye kalanlar

Gidenin arkasından konuşulmaz derler ama… Bana göre yanlışlar her daim söylenmeli ki doğrulara haksızlık yapılmasın.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Nietzsche’nin ‘Sanki tüm hayatım boyunca yanlış melodiyle dans etmiş gibiyim’ sözünü çok severim. İnsan hayatının metazori yanlışlarla nasıl ziyan olduğunu, melodik benzetmeyle ne de güzel koyar ortaya. Hayat şarkısını kendince notalarını tıngırdatırken, bizi de ister istemez mecbur eder ayak uydurmaya. Yaşadıklarımızın, doğrularımızdan ve arzularımızdan çok farklı olduğunu bile bile sallanıp dururuz, bize layık görülen hayat şarkısının ruhumuzu ezip geçen nağmeleriyle. İnisiyatifimiz dışında gelişen bu süreçten alınan zevk ne kadarsa artık…

Nitekim benzer bir durum, reyting denilen tartışmalı sisteme göre yalap şalap şekillenerek kalite darboğazına sürüklenen diziler için de geçerli. Nasıl ki, yaşamı dayatmalarla geçenlerin tablosuyla paralel en taze yansıma, televizyon dünyasındaki yolculuğunu sonlandıran ‘Hayat Şarkısı’ndan geriye kalanlarda… Sanki bölümler boyu yanlışları, doğru olarak göstermiş gibi!

‘HAYAT ŞARKISI’ BİZE NE MESAJLAR BIRAKTI?

Gidenin arkasından konuşulmaz derler ama… Bana göre yanlışlar her daim söylenmeli ki doğrulara haksızlık yapılmasın. Bundan dolayı baştan itibaren içeriğindeki şeytaniliğe dikkat çektiğim, ara ara da karakter yapılanması üstünden ele aldığım ‘Hayat Şarkısı’nın da ardından saptamalarda bulunmak istedim. Çünkü onca dolap çevirenlerin mutlu mesut ve zengin hayat sürmesi, üstüne üstlük bir de haklı konuma sokulması yanlış. Yaşananlar, dizi dahi olsa, insani değerler adına rahatsız edici bir durum. Dahası, göründüğü kadarıyla mavi boncuk dağıtan bu finali alkışlayanlar epeyce fazla. Bu ise ‘Kişisel hedefe ulaşmak için istediği dümeni yapmakta sakınca görmeyen sonunda kazançlı çıkar’ fikrinin yükselen değer olduğunun kanıtı.

Maalesef, yaşamda mazlumun ve hakkının verilmesini bekleyenin hep ezildiği bir gerçek… Ancak bu demek değil ki, uygulama böyleyse biz de yanlışların üstüne gitmekten vazgeçelim. Hal böyleyken iyiliği alta alan her durumu saptamak elbette vazifemiz. Bu doğrultuda edepsizleri ve ortama göre kişilik sergileyenleri ihya eden hayat gerçeğinden, ‘Hayat Şarkısı’nın masumiyetle alakası olmayanları masumlaştıran final tonuna geçecek olursak…

Orijinalinin tadından ve gelişiminden hayli uzak biçimde ekranlarımıza konuk olan ‘Hayat Şarkısı’, ilk andan itibaren kendi kafasına göre şekillendirdiği öyküsünden ziyade, birbirinden sempatik oyuncularının performanslarıyla ayakta duran ve sevimliliği kılıf edinerek yanlışları akıllara işleyen mesajcılığıyla dikkat çekiciydi. Düğün şamatalı parlaklığına rağmen hayli kara bir ton sunan finali de aynı mantıkla getirildi zaten. Bu mesajlar nedir derseniz… Sıralayalım.

HÜLYA GİBİ KADINLARIN ‘MUTLU SON’ HAKKI SAVUNULAMAZ!

‘Hayat Şarkısı’nın en sakıncalı karakteri Hülya oldu. Çünkü her ne kadar yaptığı katakulliler Burcu Biricik’in performansı sayesinde aşkın ve mağduriyetin hoşgörüsüyle özdeşleştirilse de, özünde alabildiğine hesapçı bir kadındı. Bayram’ın giderayak itirafıyla ‘Gelinlerin yüz karası’ sıfatına kavuşan Hülya’nın 50 cm’lik boyuyla araba camı taşlayarak başlattığı evlilik inadı asla aşkla-sevgiyle bağdaşamayacak türdendi. Hırsızlığı, yalancılığı ve edepsizliği çocuk şirinliğiyle soslanarak izleyiciye yedirilen Küçük Hülya’nın o yaştan itibaren yoksulluktan kurtulma hevesiyle para ve zenginlik düşkünlüğü aşikârdı. Senaryo, karaktere dönüşüm yaşatıp tecavüz mağduru haline soksa bile Hülya’nın asıl hedefi, zengin koca bulup yırtmaktı. Kerim de en uygun fırsattı. Dolayısıyla Hülya’ya bakıp ‘İyi ki vazgeçmemişsin’ diyerek mutluluğu hak eden bir kadın profili çizmek yerine… Çocukluktan amaç edindiği zengin hayat uğruna babasının ölümüne sebep olan, ablasının ve Kerim’in gelecek planlarını bozan, çevresindeki herkesi kullanan Hülya’da sevginin önemi ne kadar diye sorgulayıp ‘Böylesi kadınlar sadece kendini düşünür. Yeri gelince guguk kuşu gibi yuva dağıtır’ gerçeğini algılamak daha doğru olur.

Anlayacağınız Kerim’in hayatını nükleer deneme sahasına çeviren Hülya, ‘Görürsün bak ben seninle evleneceğim’ dediği günden itibaren gözünü kör eden aşkın değil, hep arzuladığı zenginliğin-farklılığın peşinden koşmuş durumda. Yani yaptığı onca oyun hiçbir şekilde mazur görülemez. Oysa ‘Hayat Şarkısı’nın bu karakter üstünden mesajı, çok farklı yönde... Erkeği kafeslemek isteyen kadınların aşk bahanesiyle şeytanileşmesi sakıncalı sayılmaz misali yansıdı bize. Sorarım… Kerim, altınlarla oynayan aile yerine, orta halli bir babanın çocuğu olsaydı Hülya böylesi aşk ateşiyle yanar mıydı hiç? Tabii ki hayır. O halde kimse kalkıp da mutluluğun Hülya’nın hakkı olduğunu savunmasın… Savunmasın ki, gerçek hayattaki kadına yönelik aymazlıklara çanak tutulmasın ve ‘Dolapçılık prim yapar’ algısı daha az işlensin beyinlere! Artık kısmet, bundan sonraki işlere.

MELEK’E LAYIK GÖRÜLEN SON, İYİLİĞİN CEZALANDIRILMASI

Hülya’nın doğurmayı hiç istemediği Bahar’ı sırf yetimhaneye veya başka ailenin eline düşmesin diye sahiplenip büyüten… Ve bu zaman zarfında hak etmediği suçlamalara maruz kalan Melek karakteri, ‘Hayat Şarkısı’nın yanlış mesajcılığının kurbanı! Nilay’a dahi koca bulup mutlu son hazırlayan senaryo, Ecem Üstündağ Özkaya’nın canlandırdığı Melek için önce huysuzluk ve deliliği, sonra da bir başına yaban ellere gidişi layık gördü.

Kurduğu düzeni Hüseyin’in peşinden koşturmasıyla bozup ilk günden ayrı evde mutsuz evlilik yaşamaya mahkûm edilen Melek’e çocuğunu da düşürten dizi bu karakteri adeta günah keçisi durumuna soktu. Böylece, Melek’e layık gördüğü sonla, iyiliğin cezalandırılacak bir davranış biçimi olduğu ve mutlu yaşamak için herkesi ezip geçmek gerektiği mesajı verildi. ‘Hayat Şarkısı’nın gerçekçiliği adına doğru, hayatın hakkaniyeti adına yanlış bir son!

‘HAYAT ŞARKISI’NIN ERKEK ALDATMASINA GÜZELLEMESİ

Finaldeki Hüseyin-Zeynep dansıyla ‘Zavallı sabırlı Melek nasıl da erkek hevesine ve kadın oyunbazlığına kurban gitti’ diye bir kez daha düşündüren ‘Hayat Şarkısı’nın bir başka mesajcılığı da, bölümler boyu erkek aldatmasına yönelik güzelleme tablosu sunması oldu. Bu hususta Hüseyin ve Bayram üstlerine düşeni layıkıyla yaptılar doğrusu.

Zeynep’le babasının zoruyla evlendiğini ve mutsuz olduğunu sıkça tekrarlayan Hüseyin’in Melek aşkı başta öyle bir sunuldu ki, bu adamın sevgisinin derinliğine, gerçek mutluluğu Melek ile yakalayabileceğine inandık. Kendisinden kaçan Melek’ten önce de boşanma niyetinde olan Hüseyin’in sevdiği kadınla güzel bir öyküsü olsun diye bekledik. Ancak bu kanatta romantizm yaratmak yerine, karaktere ve öyküye takla attırmayı tercih eden senaryo ikinci sezonunda Hüseyin’i alabildiğine hoyrat bir tipe dönüştürdü. Kendi ısrarcılığıyla kafeslediği Melek’le evlendikten sonra 180 derece değişerek ‘hevesi geçen evli adam’ pozuna giren Hüseyin, birdenbire eski karısına aşkını keşfetti. Çocuğunu düşüren yeni karısı Melek’i umursamayıp Zeynep’in şeytanlıktan melekliğe dönüşme oyununa alet olarak bir çocuk da ondan peydahlayan Hüseyin’in yaptıklarını hoş göstermeye çalışırken alabildiğine sahteleşen ‘Hayat Şarkısı’, evliyken aldatmayı marifet sayan erkeklere ‘aşk’ adı altında güzelleme dizdi.

Türk erkeğinin aile babası figürü olarak sunulan Bayram derseniz… Sözde en büyük aşkı, uğruna şiirler yazdığı Süheyla… Ama adam Bade’nin annesiyle gizli ilişki yaşamış onca yıl. Sonra da ‘hata’ pişkinliğiyle Bade’yi kabul ettirdi, işkembesi geniş Süheyla’ya. Ama yetmedi. Filiz Ahmet’in canlandırdığı Nurgül’e de sarktı. Kılıfı, yine şirinlik. Ardından mazideki Mahsa geldi. Bahanesi, sıkıntıları atlatma moral motivasyonu. Velhasıl, Bayram Bey’in kırdığı cevizler de ‘evli erkeğin aldatması normaldir’ diktesiyle servis edildi algılara. Mustafa Ceceli’nin aldatmasına tepkileri ‘Sanki evliyken aldatan tek erkek o mu’ mantığıyla karşılayanlar için Hüseyin ve Bayram Bey cephesinde yaşanan ihanetlerden sorun olmayabilir ama… Böyle düşünenler bir yana, ‘Hayat Şarkısı’nın bölümler boyu muziplikle ve çoluk çocuk bahanesiyle harmanladığı ‘erkek aldatmasına güzellemeler’ olayı, akıllara kazınan yanlış bir mesajcılık.

SONUÇTA; Total’de 12’inci AB’de dördüncü sıradan veda eden ‘Hayat Şarkısı’, yanlış melodiyle dans etme misali, yanlışların doğru diye yedirilmeye çalışıldığı, hakkaniyet ve aşk kavramlarının yok olduğu bir süreç izletti bize! Gözlüklü Kerim’in taşı sırtına yediği günden, Hülya’nın Kerim’i aydınlatmak için düğünde terk etme dramatikliğini ‘tost’a bağlama anına dek süren akışta yegâne gerçek duygu ve aşk olayıysa, bölümden bölüme gelişen tipiyle kendi tarzını yaratıp yeni sezonda başrolü mutlak hak eden Olgun Toker’in, Mahir kanadında çıktı karşımıza… Yanı sıra Bahar’dan ‘Anneciğim seni çok seviyorum’ sözünü duyarak vedalaşıp giden Melek de, sevgiyi hak edenlerdendi.

Gel gör ki, düzenbazlıkta sınır tanımayan Hülya ile birdenbire kötü kadınlıktan iyiliğe terfi ettirilen Zeynep hiç hak etmedikleri biçimde mutlulukla ihya edilirken Mahir ile Melek’in payına, hüzünleriyle baş başa kalıp çekip gitmeler düştü. Velhasıl tıpkı hayat gibi ‘Hayat Şarkısı’ndan geriye kalanlar da hak etmeyenlerin baş tacı edilmesi, hak edenlerinse gözleri nemli kışkışlanması! ‘Hayat Şarkısı’yla resmedilen, düzenbazların ayakta kaldığı dünyada… Uğurlar ola, adalet ve aşka…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal