Görmemişin Fi'si olmuş

‘Fi’nin reyting kaygısından uzak başlattığı yolculukta göze çarpan ilk olumsuzluk, psikolojik takılan öykünün gizemli görünmeye çabalayıp da gerçekten gizemlilik duygusu yaratamaması!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Hiçbir şey ölçüsüz tenkit veya aşırı övgü kadar zararlı olamaz’ demiş Goethe. Oysa tenkidin de, övgünün de ölçüsüzü-ayarsızı alabildiğine. Eleştiri, denge isteyen ince bir iş neticede. Doğru değerlendirme yapabilmek için ayarı kaçırmadan bakmak lazım olaylara. Dolayısıyla ‘Ben neymişim’ dedirtmemek ya da başarıyı yok saymamak için övgüde ve tenkitte kantarın topuzu hassas olmalı! Peki, bu kuralı takan var mı? Gerçek yaşamda övgülere kanıp eleştiriye kulak tıkamayı adet edinenlerin, tepeden bakan ruh haline bürünüp, herkese kafa tutarcasına boy göstermesi bir yana… Kurguların dünyasında da hak edilmemiş methiyelerle şişirilerek sunulanlar gırla. Eğrisiyle doğrusuyla ele alınması gerekenlere yönelik övgülerde abartıya kaçılınca da, objektiflikte ipler kolayca kopuveriyor… Yanıltıcılık başlıyor sonuçta.

Nasıl ki, yeni nesil dijital kanallarından olan ve ücretsiz izlenebilen Puhu TV’de ilk üç bölümü 31 Mart’ta yayınlanan ve devamının 21 Nisan’da izleyiciyle buluşacağı söylenen ‘Fi’ dizisi için de aşırı bir övgü yarışı sürdürülmekte. Üç bölümü de pür dikkat izleyen ve devamını getirecek olan biri sıfatıyla, böylesi tekmil övgü mantığını içime sindiremiyorum doğrusu. Diziye yönelik yorumların çoğunluğu yapımı o denli havalara uçuran türden ki, sanırsınız olağanüstü bir başyapıtla karşı karşıyayız. Bu koro misali sürdürülen abartı niye ve neye göre yapılmakta, anlamak zor. Sanki görmemişin Fi’si olmuş, övgünün ipisi kopartılmış gibi!

Yaranmakla, yanıltmak noktasındaki yarışta… İyi bir şey mi bu mantığı sürdürmek? Her ne kadar günümüzde algı yaratarak kötülemek ve övgüde sınır tanımamak modaysa da… Kalıcı başarı sağlamak ve iyinin de iyisini yapabilmek için hak edilmeyen övgülere mazhar olmayı marifet saymak yerine ‘Kral çıplak’ diyene kulak vermek lazım diyorum. Bu saptamanın ardından gelelim ‘Fi’ dizisiyle ilgili görüşlerime… Bu kez öncelik, tenkit edilecek yönlerde… Çünkü bunlar, dizinin ilgi çekiciliğini yaratan ‘Altın Oran’ı bir tarafa bıraktığımızda, ‘Fi’yi ekran klişelerinin çizgisine çeken önemli detaylar.

‘Fİ’Yİ SIRADANLAŞTIRAN MANTIKSIZLIKLAR

‘Herkes bilinmek ister’ diyerek başarıların motivasyon kaynağını açığa çıkartan ‘Fi’nin reyting kaygısından uzak başlattığı yolculukta göze çarpan ilk olumsuzluk, psikolojik takılan öykünün gizemli görünmeye çabalayıp da gerçekten gizemlilik duygusu yaratamaması! Ozan Güven’le ete kemiğe bürünen Can Manay’ın geçmişinde bizzat psikiyatrik vaka oluşuyla yaratılan sırdan nasiplenerek konusunu geliştirecek olan yapım, bu yönüyle romanı okumayanlar için bile kolayca tahmin edilebilir hale gelmiş durumda. Daha net ifadeyle, içerikte ekstra yaratıcılıkla karşı karşıya olduğumuzu düşünüp büyük beklentiye girince, tek odaklı öykünün hayal kırıklığı yaratması kaçınılmazlaşıyor. Saçma sapan ve buram buram özenti kokan röportaj sahnesiyle devreye sokulan Can Manay’ın geçmişindeki sır deseniz… Öykünün hem temel gizemi, hem de en zayıf noktası! Kim demiş ruhsal tedavi gören kişi, psikolog veya psikiyatr olamaz diye? Böyle bir kural yok ki, Can Manay çekiniyor. Aksine hayatında böyle sırlar olanlar, deşifre edip daha da ün kazanıyorlar günümüzde. Olay, o vaziyete düşmeye sebep olan aşk ve suç ise… Cezası çekildiğine göre oradan da sükse yapmak pekâlâ mümkün mevcut dünya görüşünde. Yani öykünün bu yönden yürüttüğü mantık sağlam değil.

‘Fi’yi sıradanlaştıran bir diğer ayrıntı Duru’nun sahnelerinde çıkıyor ortaya… Serenay Sarıkaya’nın dansına övgüler dizilmesine değinmeyeceğim. Çünkü yabancı oyuncuların rutini, rolüne adapte olmak için gereken eğitimi almak. Bizde pek rastlanmayınca üstün meziyete dönüştürülüyor böyle. Neyse. Benim takıldığım konu, profesyonel bir dansçının her türlü tehlikeye açık verandada çıplak ayakla dans etme amatörlüğü! Gerçek dansçıların uygun zemin olmadığı takdirde çalışma yapmayacağı gerçeğini göz ardı eden dizinin Duru’nun ayağına limon ağacının dikenini batırtıp dikeni deve yapmasıysa tam anlamıyla saçmalık. Tamam. Duru, yurt dışında çalışarak son dakika golü atan arkadaşına yenilmek istemediği için böyle bir sakatlanma oyununa başvuruyor ama kendisi de sanatın içinde olan Deniz’in bu numarayı yemesine aklım eremedi. Hele yarışacağı arkadaşı Ceren’in saflığı daha da beterdi. Diken çıkartılamamış olsa bir nebze anlayacağım fakat öyle bir şey de yok. Geçiniz.

Psikolog mu, psikiyatr mı olduğu hususunda kafa karıştıran Can Manay hariç herkesin yediği bu oyundan başka Duru’nun Deniz’le ilişkisi de duygusal açıdan yeterli bir tablo sunamıyor izleyiciye. Yani ikilinin sahnelerinde içtenlik yakalamak hayli zor. Kaldı ki, Deniz’in okuldaki ders anları veya öğrencisine kayıt yapma halleri de eleştiriye açık. Sanatçı, karşısındakinin sanatına saygı göstermez mi de Deniz, sanki ölümcül bir durum varmış gibi ikide bir kaydı bölüp Duru’nun yanına koşturdu mesela? Böyle bir sanatçı mantığı olur mu? Olmamalı.

Söz mantıktan açılmışken ‘Fi’deki Ceren olayı başlı başına mantıksızlıktı! Ertesi gün erken kalkıp baş dansçı seçmesine gidecek biri içki içip yatak olaylarına dalma bilinçsizliğine düşer mi? Sanki Can Manay kaçıyormuş gibi adamın evine koşturan Ceren’e ve diğerlerine bakınca ülkemizdeki sanatın vay haline demek kaçınılmaz.

‘Fi’deki mantıksızlıklardan bir diğeri koskoca medya patronunun düştüğü durum… Elinde her türlü olanak varken bilgi için Özge gibi kıytırık bir asistanın peşine takılması! Can Manay’ın programı sayesinde haftanın üç günü yüksek reyting alıyorken adamı köşeye sıkıştıracak bilgiyi toplama hevesinin sebebi vardır elbet de… Gece vakti kapılara dayanmak gibi saçmalıklar böyle büyük patronların yapacağı şey değil ki. Özge’yi adım adım takip ettirirken konuştuğu hemşirenin kimliğini sorgulatmamasını da yiyen yesin artık.

Kısacası; Dizileri tüketim malzemesi olarak gören Sıla’yla az ama öz mesaj veren… ‘Zekiler, parası olanlara hizmet eder’ diyerek yaşamın gerçeğini vurgulayan… Sponsorların sanata bakış açısını eleştiren… Toplumumuzdaki özel alan mahremiyeti anlayışının ‘perde’ ile sınırlı kaldığını dile getirirken komşuları gözetleme merakının dayanılmaz çekiciliğini de sergileyen ‘Fi’, Can Manay karakterine ‘Benim kahramanım sensin’ diyerek çıktığı yolda yapım kalitesi ve özgürlük çerçevesinde sağlam adımlarla ilerliyor ama iş, öykü sürprizi yaratmaya ve mantığa gelince tökezliyor. Bu saptamanın ardından gelelim diziyi çekici kılan yönlerin analizine…

‘ALTIN ORAN’I YAKALAYAN DİZİ!

BluTV’nin ‘Masum’ ve ‘Sahipli’yle başlattığı yeni nesi dizi anlayışını bir tık öteye taşıyarak ‘ücretsiz ve sansürsüz’ dizi izleme keyfine dönüştürmeyi vaat eden ‘Fi’ye baktığımızda, karşımıza gelen baş olumlu detay ‘Altın Oran’ oluyor. Yani insanı kendine çeken güzellik formülü... Dizinin deyişiyle, doğanın sihirli tanrısal asası!

İşte sanattan zevk almanın da temelini teşkil eden bu sihirli asa, 60 dakikalık süresiyle dizi sektörüne yeni soluk getirme rüzgârı estirerek devreye giren, ‘Fi’nin yapısına da dokunmuş durumda. Dahası uygulanan altın oran formülünün ilk etapta fazlasıyla işe yaradığı kesin. ‘Fi’ dizisinin altın oranı nedir derseniz… Ünlü kadronun sansasyonun yanı sıra yoğun tanıtım süreci sayesinde henüz yayınlanmadan ilgi uyandırarak insanları büyük beklentiye sokan dizinin altın oran çekiciliği, ‘cinsellik-serbestlik-üslup’ üçgenindeki baskısızlıktan ibaret!

Şöyle ki; ‘Bir insan yaratmanın düşük maliyetini yumurta+sperm+bir miktar şehvet olarak tanımlayıp yaşamın fotoğrafını çekerek insanın kaderi üstüne felsefe türeten Can Manay’ın varoştaki yumruklu aydınlanmasıyla başlayıp televizyon söylemine geçen ‘Fi’nin altın oranındaki ilk parça, ekran dizilerinde rastlanmayacak görsel sahnelere yer vermesi… Gerçi yabancı platformlardaki yapımların karşısında sözünü etmeye değmeyecek şeylerdi bunlar ama televizyonun sansürcülüğünde öpüşmeler bile olay sayılırken buradaki sahneler izleyiciyi çekmeye yeter de artardı bile. Zaten dizinin pazarlanmasına katkıda bulunan magazin medyasındaki haberlerin ağırlık noktası da sevişme ve yatak olayı oldu. Hatta bizim görmemişlerin bazısı bu konuda yorumu öylesine ileriye taşıdı ki, Can Manay’ın alelusul sevişmeciklerini ‘Grinin Elli Tonu’ndaki kamçılı ve seks oyuncaklı Mr. Grey’in sadistik seks hallerinden bile daha ileri bulanı bile çıktı. Görmemişin ‘Fi’si olmuş dedik ya…

‘Fi’nin altın oranındaki ikinci köşesi, serbestlikti. RTÜK’lü televizyon dünyasında ‘Ulan’ artık sıradanlaştıysa da malum küfürlere geçit yok. Buna karşılık dijital platformda kadını-erkeği ana avrat düz gidip fütursuzca sıralıyorlar ağızlarına geleni. Argonun biplenmemesinin dışında sigara-içki buzlamasının olmaması da ‘Fi’nin hitap gücünü yükselten altın oranın parçası durumunda. Aynı şekilde Özge’nin kadın sevgiliye sahip gösterilmesini de bu parçaya dâhil edebiliriz. Bu halde ucu nereye kadar varır onu da bilemeyiz.

Üslup olayına gelince… ‘Fi’nin içeriği sunum tarzı, altın oranın ilk iki parçasını tamamlayan türden. Cinsellikte iddialı olup saplantılı aşk hikâyesini kısıtlamaya gitmeden işleme avantajını kaliteli atmosferle bütünleştiren dizinin insan doğasına yönelerek gözetleme, sahiplenme gibi dürtüleri romanvari söylemlerle dillendirmesi izleyici adına bir yenilik. Dizilerdeki klişe ve güdük replikleri aşan bu üslup dizi olayına bakış açısını geliştirecektir kuşkusuz. Öte yandan aradan cinsellik öğesini aradan çektiğimizde böylesi psikolojik felsefeye sahip söyleme karşı ilginin nereye kadar süreceği soru işareti. Dahası sıkça tekrarlanan devşirme sevişmelerin olayı bayağılaştıracağı aşikâr. İlaveten sırf özgürlük adına ağız dolusu küfür sırlamanın doğallıktan ziyade çirkinlik yaratacağı gerçeği de akıldan çıkartılmamalı. İşin sırrı dengede!

SON SÖZ; ‘Cinsellik-serbestlik-üslup’ gibi avantaj sağlayan detayları olmaksızın ekranda yer almış olsaydı bu ağır tempoyla ekranda beklenen ilgiyi göremeyeceği kesin olan ‘Fi’, altın oranı yakalayan kayda değer bir iş konumunda. Her hafta iki saatlik dizi çıkartma telaşının ensesinde boza pişirmediği yapımın altın oranı da, aynı dramatik konulardan kafayı yemek üzere olanlar için bulunmaz bir nimet olarak görülebilir. Bundan sonraki bölümleri büyük ihtimalle ‘Acaba nasıl bir gelişim yaşanacak’ merakı ve cinsellik hevesiyle izleyici bulacaktır.

Lakin tüm bu tablo, zaman zaman ‘rol keser’ pozisyona düşen ‘Fi’yi görgüsüzce ve dahi yağ çekercesine övgü yağmuruna tutmaya yetmiyor Zaten başarısını sürdürmesi için asıl üstünde durulması gereken de, abartılı övgülerden ziyade gerçekçi tenkitler! Zira buradaki altın oran formülünün çekim gücü de bir noktaya kadar. Hani sırf orantılı beden ölçülerinden ötürü arzulanan, bir süre sonra nasıl kanıksanıp eski çekiciliğini yitirirse… ‘Fi’ için de aynı tehlike baş gösterebilir. Dolayısıyla tenkide açık olumsuzlukların giderilmesi gerekir, diyorum. Bakalım yeni bölümlerde ilk üçünden farklı bir altın orana odaklanılacak mı? Yeni bölümlere yönelik yorumlar bir kez daha ‘‘Görmemişin ‘Fi’si mi olmuş’’ dedirtecek mi? Göreceğiz.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal