Vicdansız Karakter Merakı

İşin garibi, lafa gelince mangalda kül bırakmayanlar da acayip merak sardı ruh sağlığı bozuk-vicdan yoksunu karakterlerin algıya oynayan dengesizlik maceralarına. Ne diyebiliriz ki?

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yaşam beklenmedik sürprizlerle, rutini altüst eden gelişmelerle dolu. Nitekim bir yılı aşkın süredir etkisini hissettiğimiz salgın süreci de böylesi bir durum. Bedensel sağlığın yanı sıra ruhsal açıdan da diken üstünde olunan zamanlardan geçiyoruz topyekûn.

Peki… Böyle bir süreçte bizi gerecek, psikolojimizi bozacak eylemlerden-konulardan uzak durmamız gerekmez mi? Elbette gerekir. Gel gör ki, dizicilerimiz bu sezon dengesiz ve dahi vicdansız karakterleri barındıran öykü çeşnisi sunma yarışına girdiler.

Hayatın içinde yaşanan sıkıntılar-kısır tartışmalar, aklımızla dalga geçme mahiyetindeki gelişmeler yetmiyormuş gibi kurgular da iç daraltacak türden psikiyatrik vakalar ve şiddet merakıyla donatıldı. Kısıtlı günlerin yegâne eğlencesi olan dizi-film ortamları, dengesizlerin vicdansızlıklarını sergileyen ve bunlar üstünden psikiyatrik söylem geliştiren gerilim platformlarına döndürüldü. Bir iki işin başarısının ardından bu tarz yapımlar öylesine peş peşe sürüldü ki ekrana, ‘Vicdansız ve anormal karakter modası’ hâkim oldu adeta! Bu tablonun öne çıkan sakıncası ne derseniz…

Böylesi yapımların, maddi-manevi şiddeti normalleştirmelari ve ekran başındakilerin ruh hallerini daha da gerebileceği gerçeği bir yana, en önemli olumsuzluk unsuru, ‘abartı’ olayı! Zira içeriklerde yapılan psikiyatrik tespitlerin ve karakter yorumlarının, reyting uğruna abartılan sahneler nedeniyle, maksadını aşması; bilinçlendirici olmaktan ziyade kafa karıştırıcı mahiyete bürünebilmeleri çok kolay. Yani kaş yapayım derken göz çıkartma durumu mevcut.

Dahası ‘gerçek hayat öyküsü’ ibaresiyle yaratılmakla birlikte, reyting kaygısıyla gelişen dizilerin, özünde ciddiyet gerektiren, dengesizlikleri ve kişilik bozukluklarını abartıya kaçan karakterlerle sergileyip popülerleştirdiklerini… Şiddeti ve vicdansızlığı, aşkla ve psikiyatriyle bağdaştırmaya çalışırken anlam karmaşası yarattıklarını da unutmayalım.

Nasıl ki, ‘Kırmızı Oda’dan ‘Masumlar Apartmanı’na… ‘Masumiyet’ten ‘Sadakatsiz’e… Ve dahi travma çeşnisi gibi sunulup adeta ruhsal şiddet egemenliğindeki korku-seks fantezisine dönüştürülen ‘Camdaki Kız’a… Farklı klasmanlarda cirit atan normalleştirilmiş dengesizler ve kenarından kıyısından onlara yol arkadaşı yapılan psikiyatrik yorumlamalar bu riski taşıyor.

Velhasıl; kurmaca mantığına teslim olmuş, samimiyetten ve gerçek hayatın işlevselliğinden uzak psikiyatrik yorumlarla ortaya çıkıp yapıcı mesajcılıktan ziyade reytinge odaklı mantıkla ruh hali bozuk-vicdansız karakterleri ekrana sürmek bu sezonun ‘sakıncalı’ yükseleni. İşin garibi, lafa gelince mangalda kül bırakmayanlar da acayip merak sardı ruh sağlığı bozuk-vicdan yoksunu karakterlerin algıya oynayan dengesizlik maceralarına. Ne diyebiliriz ki?

Hem zaten, imamın bildiğini okuduğu gerçeğinde, ne desek nafile. Sezonun içerik-izleyici cephesinde ibre şiddete meyilli vicdansız karakterlerden yana iken, dizicilerin psikiyatrik vaka merakı, ekran âleminin doygunluk noktasına dek sürecektir. Nitekim bu merakın son ürünü, yarattığı genç karakterle vicdansızlığa, psikopatlığa ve şiddet eylemine farklı açıdan bakmayı hedefleyen… Ancak ne yazık ki, hak ettiği reytinglerin hayli gerisinde kalan ‘Kâğıt Ev’!

ÇİÇEĞİ BURNUNDA PSİKOPATIMIZ…

Ekrana çıkan her işin beğeneni de vardır, beğenmeyeni de. Olumsuz eleştirileri hak etse bile emek verilmiştir nihayetinde. Stok bölümleri tükenince çekip gider en kötü ihtimalle. Yani bir dizinin varlığı ya da yokluğu ekran sürecini derinden etkileyecek bir durum olamaz asla.

Öte yandan dizilerle yaratılmaya çalışılan algılar için aynı rahatlıkla değerlendirme yapmak pek mümkün değil. Zira televizyonun toplumsal hayatta varlık göstermesinden bu yana, içerik ve karakterlerle insanları, özellikle de gençleri şekillendirme gücü olduğu bir gerçek.

İşte bundan dolayı ben de bu gerçek doğrultusunda bakmak istiyorum ekrana çıkma hususunda doğru zamanlamayı tutturamayıp reyting darbesi alan ‘Kâğıt Ev’in çiçeği burnunda psikopatına… Yani Helin Kandemir tarafından canlandırılan Cemre Fırtına’ya.

Peki… Vicdan yoksunluğuyla kol kola ilerleyen psikopat ergen kişiliğiyle mevcut işlerin ötesinde bir psikiyatrik vaka haline gelen ve işlediği cinayetin şiddet yüklü tablosuyla dizinin içeriğine kan sağlayan Cemre Fırtına neler sunuyor bize?

Esasen bu sorunun cevabı, ‘Kâğıt Ev’in en büyük kozu. Çünkü Cemre Fırtına, 16 yaşındaki bir kızın ruhsal dengesizliğinden gelişen suçun faili olmanın ötesinde, bu yaştaki birinin insan öldürmedeki rahatlığıyla ve sergilediği vicdansızlık tablosuyla, ergenlere rol model olabilecek müthiş bir örnek.

Öyle ki; Kızı katil olana kadar adaletten vazgeçmeyeceğini dillendiren Cihan ile büyük dertleri olmadığı için küçük dertlerini çok seven Aylin’in psikopat kızları Cemre’nin, İnci’ye uyguladığı ölümcül şiddetin acımasızlığına aldırmadan, pervasızca ortalıkta gezinmesi ve masum rolü kesmesi üstünden günümüz gençliğine yönelik ‘vicdan-şiddet’ irdelemesi yapmak mümkün. Nitekim ‘Bir gün herkes beni konuşacak’ diyen ve duyarsız tavırlarıyla gerçek anlamda sinir zıplatan Cemre’nin gıyabında yapılan ruhsal analiz sayesinde, suçun genetik faktör olma yönü ve vicdanın, edinilen değil doğuştan gelen bir özellik olduğu dillendiriliyor dizide.

‘Vicdan’ demişken… ‘Kâğıt Ev’deki danışmanın da vurguladığı üzere, vicdanın, kalpten ziyade insan davranışlarında rol oynayan beynin ön lobundaki bölgenin hasarından kaynaklanan bir olgu olduğunun altını çizmekte fayda var. Zira bu bilginin ışığında, hem günümüz gençliğinin tırmanışa geçen acımasızlığına istinaden, beyninin ön lobu hasarlı insan sayısı günden güne artıyor mu sorusu ortaya çıkmakta… Hem de Cemre’nin vicdansızlığının önemi netleşmekte.

Çocuğunun işlediği suça karşı savunduğu tüm değerleri bir kenara bırakıp suça ortak olma moduna giren ebeveyn tablosunu benzeri işlerden daha gerçekçi ve sakin bir üslupla yansıtırken aynı anda korumacı ebeveyn karakterlerini vicdana dayalı iç muhasebeye de sokan dizide Cemre aracılığıyla irdelenebilecek bir diğer konu, şiddet-suç olayının genetik miras oluşu… Bana göre bu detay ‘vicdan’ gerçeğinden daha önemli. Zira günümüzde kadın ve çocuklar başta olmak üzere şiddet mağduru gittikçe artmakta. Hayvanlara da türlü eziyeti yapan şiddet düşkünlerinin bu kişilik bozukluklarını ailelerinden almaları kuvvetle muhtemel… Ki, şiddet ortamında büyüyenlerin-şiddet görenlerin ileride aynı tavırları sergileyeceğini dillendiren Cemre’nin terapisti bu konuya da kısacık değindi zaten.

İşte tam da bu bilgiden dolayı, babasının ihanetinden şüphelenip anne söylemiyle motive olarak İnci’yi öldüren ve pişmanlık hissetmeyerek ‘Yine yaparım’ diyebilen ‘çocuk’ Cemre’nin psikopat varlığını uzun soluklu işlemek, aralarında aldatma-şiddet-intihar genlerinin de bulunduğu 10 kötücül genin ebeveynlerden miras geçebileceği gerçeğine ışık tutup toplumsal bilinç yaymak adına önemli!

Öte yandan evli erkeği takıntı yapıp yuva dağıtıcılığına soyunan ve bir anlamda Cemre’nin psikopatlığını tetikleyen Azra’nın yarattığı ayartıcı kadın tablosunun medyatik gerçekliği… Anlamsız tutuculuğunu aile göreneği olarak sürdürüp oğluna miras olarak geçiren ve toplumun büyük kesiminde halen işlevsel olan Halil’in hayat karartan koca-baba kimliği… Annesinin hırslarıyla babasının başarıları arasında ezikleşip kimliğini öne çıkartamamanın sıkıntısını yaşayan Mert’in suskunluktan doğan olumsuzluk örnekliği gibi ayrıntılar da çiçeği burnunda psikopat Cemre’ye odaklı ‘Kâğıt Ev’in içeriğini destekleyecek güçteki unsurlar.

Anlayacağınız iyilikle-kötülük terazisindeki denge şaşmasını hissettirme ve çok yönlü analiz yapabilme gücündeki ‘Kâğıt Ev’, vicdansız karakter merakının hâkim olduğu ekranlar için biçilmiş kaftan niteliğinde bir iş. Dahası çiçeği burnunda ergen psikopatımız Cemre başta olmak üzere tüm karakterleriyle yaşamın gerçeklerine dokunup dolu dolu psikiyatrik mesajcılık yapma ve adalet ikilemiyle de sürükleyici bir içerik geliştirme potansiyeline sahip.

Gel gör ki, tüm bu özelliklerine rağmen beklenen getiriyi sağlayamadı. Söylem dilindeki abartısızlıktan ve zamanlama hatasından dolayı rakipleriyle boy ölçüşüp izleyici ruhunu tam yakalayamadı. Bu noktada kanalı arkasında durup yaz sezonunda da sürdürür mü? Göreceğiz.

SONUÇTA; ‘İnsan ruhu, yaptığı seçimlerle belirlenir’ demiş Nietzsche… Ekranda yaygınlaşan vicdansız karakter modası ve yaşamın içinde parlatılanların cümlesi de o hesap işte! Seçimlerimiz ruhumuzu, ruhumuz seçimlerimizi ortaya çıkartıyor.

Bu doğrultuda insanların ruhunun temelinde, ruhsal dengesizlikleri ve şiddet dolu vicdansızlıkları izleme düşkünlüğünün yattığı yorumunu yapsak… Bunu da şiddet düşkünü genlerin yükselişe geçişi olarak değerlendirsek… Yanılmış olur muyuz? Takdir sizin.

Son söz, ruhlara hitap eden görüşleriyle siyasetin ötesine geçip ruhani liderliğe yükselen, Gandhi’den gelsin… ‘Şiddet ile hedefine ulaşılan zafer, anlık olduğu için yenilgiye eşittir’!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal