Şiddet Sanatı: Parabellum

Yüksek Şura Hakemi devreye girip kelle isterken, Tarkovsky’den Kazablanka’ya geçiş yapan hikâyede ikinci ödeşme durağı, köpekleriyle ön plana çıkan Sonia!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Şiddetin alabildiğine yaşandığı yeryüzünde insanların birbirlerini yok etme tutkusu türlü şekillerde kendini göstermiş çağlar boyu. Dövüşü sanatlaştırıp bundan spor yaratan insanlık, büyük çaplı şiddet eylemlerini savaşlarla icra ederken kişilerin hedeflendiği durumlarda özel eğitimli suikastçıları devreye sokmuş.

Kuşkusuz şiddet dürtüsü sadece insanlara özgü değil. Canlıların her katmanında bir biçimde şiddet yaşanmakta. Nasıl ki filozof-yazar ve hukuk insanı Francis Bacon’ın ‘En güzel manzaranın olduğu yerde bile ağaçların yaprakların altında böcekler birbirini yer. Şiddet yaşamın bir parçasıdır’ sözü bu hakikati vurgulamakta.

Öte yandan kurguların da insanlığın şiddet tutkusunu tatmine yönelmekten geri durmadıkları malum. Silahları buzlamaya ihtiyaç duymadan gözümüze sokan… Dahası, silahı erkek yiğitliğinin baş göstergesi haline getirip şiddetin kol gezdiği atmosferleri sürekli işleyen… Aile içi çatışmayı, kadını küçültmeyi normalleştiren yerli dizilerimiz şiddeti topluma dayatmayı vazife edinmiş durumdalar.

Buna karşılık yabancılarda da tablo pek farklı değil. Bizimkiler, arabesklikle işi yürütürken onlar yaratıcı davranıp şiddeti eğlence aracına dönüştürmekte. Keza, haberciliğin dahi şiddetten beslendiği gerçeğinde, sinema filmleri için de şiddet vazgeçilmez bir unsur konumunda. İnsanlar, edebi anlatımlı yumuşak işlerden ziyade yumrukların ve silahların konuştuğu içeriklere rağbet gösteriyorlar. Nitekim iki Oscar sahibi yönetmen Quentin Tarantino, ‘Şiddet izlenmesi en eğlenceli şeylerden biridir’ sözüyle seyircinin kurgulardaki şiddet beklentisini ve şiddet algısını ortaya koymuş.

Hal böyleyken yapımcılar da alabildiğine kullanmaktan çekinmedikleri şiddet sahnelerini yaratırken görselliği üst seviyeye çıkartmayı hedefler hale gelmişler. Böylece insanların takır takır öldürüldüğü, darbe üstüne darbe alanların hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktığı, özenti yaratma gücüne sahip kurgusal şiddet ‘sanat’ kisvesine bürünüvermiş.

Velhasıl özene bezene sanatlaştırılan şiddetin primi büyük. Gişe hâsılatı ve reytinglerin yüksek gelmesi de bunun ispatı. İçeriklerdeki kötüleri dahi sevimlileştirerek yüceltip şiddeti sanata dönüştürmede sınır tanımayan kurguların son örneğiyse, beyazperdede yerini alan ‘John Wick 3: Parabellum’!

BARIŞ İSTİYORSAN SAVAŞA HAZIR OL

Aksiyon yoğunluğu sayesinde kült bir seriye dönüşen ve seyircisini şiddete doyururken, ilk filminin dev kazancını devamında katlayarak, yapımcılarının ceplerini de gani gani dolduran John Wick’in dönüşü muhteşem olmuş açıkçası. Yeni macerasında şiddet çıtasını hayli yükseltmiş bir performansla çıkıyor karşımıza.

Sözden ziyade dövüşüyle konuşan köpek dostu kahramanımız, ölen karısından hatıra kalan köpeğinin ve arabasının peşinden sürüklendiği intikam öyküsünün şiddetini sergilediği ilk iki bölümün ardından, bu kez yaşamak için şiddet sanatını sergiliyor baştan sona. Üstelik sahnelerdeki şiddeti öylesine yoğun yaşatıyor ki seyircisine, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen karşılaşmalarda, tarafların dayanıklılığıyla mantık dışı bir hal alan mücadelelerde ‘Yok artık’ dedirtiyor seyredene.

Filmin konusuna kısaca göz atacak olursak… Özgürlük anıtının devasa gökdelenlerle kucaklaştığı New York görüntüsü ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda ‘köpek’le koşturan John Wick’in zamana karşı yarışıyla açılan film, ikincinin kaldığı yerden doğrudan giriyor konuya.

Dolayısıyla serinin ikincisinde mafya patronu Santino’yu organizasyonun dokunulmaz alanı New York Continental’de öldürüp kuralları çiğneyen John’un bedel ödeme süreci diyebiliriz kısaca. İşin püf noktasıysa, Yüksek Şura tarafından hakkında men kararı çıkartılan John Wick için konulan 14 milyon dolar ödül. Tüm haklara ulaşımı kısıtlanıp bir başına bırakılan kahramanımızın ne yapacağını merak ederken bir bakıyoruz ki, kendisi zaman tik tak işlerken kurtuluşu özüne dönmekte arıyor.

Bunun için de geçmişten kalan alacaklarını tahsil etmenin peşine düşüyor. Böylece onun John Wick olmadan önceki Belarus kimliğini öğreniyoruz biz de. Yüksek Şura Hakemi devreye girip kelle isterken, Tarkovsky’den Kazablanka’ya geçiş yapan hikâyede ikinci ödeşme durağı, köpekleriyle ön plana çıkan Sonia! Ondan sonrasıysa John Wick’in, men edilme kararından kurtuluş için kendini çöle vurması ve bol şiddet harmanı. Şimdi filmin özeti böyle… Peki, ya içeriğin seyirciye verdikleri?

Bu noktada öncelikli faktör, Lübnan doğumlu oyuncu ve müzisyen Keanu Reeves! Öyküsünü dişe dokunur olaylardan ve repliklerden ziyade suikastçılığı legalleştiren şiddet faktörüyle geliştiren serinin elini güçlendiren unsur durumunda. Zira Matrix’ten kazandığı 75 milyon doları set ekibine bağışlayarak aktörlüğünün yanı sıra insani yönünü de ortaya koyan ve her rolüyle oyunculuk yeteneğini konuşturan Reeves, söze ihtiyaç duymadan, duruşuyla-beden diliyle karakterlere can vermeyi çok iyi başarıyor. Kısacası aktörlüğüyle iyi örnek teşkil eden isimlerden olan Keanu Reeves’in varlığı filmin can damarı ve baş çekiciliği.

Öte yandan ‘John Wick 3: Parabellum’ filminin senaryo yönünden çok da güçlü olduğunu söylemek biraz zor. Çünkü Derek Kolstad tarafından kaleme alınan senaryo, macerayı ikinci bölümün kaldığı noktadan devam ettirirken, Yüksek Şura organizasyonunun en tepesindeki kişiyi ortaya çıkarmanın dışında, kayda değer bir yenilik sunamıyor açıkçası.

Tabii bir de John Wick’in neden onca şiddet aksiyonuna katlanıp yaşamak için mücadele ettiği ayrıntısı var. Anlayacağınız terk ettiği şiddet dünyasına bir köpek için dönen ve av-avcı pozisyonlarındaki mücadelesiyle şiddet şöleni yaşatan John Wick, serinin üçüncü bölümü boyunca yeni bir sayfa açamıyor… Ta ki, finale dek! Finaldeki tablodan çıkan detaysa, bu filmin serinin sonu olmadığı ve devamında öykünün kahramanını sokakla bütünleştirip başka bir boyut yaratacağı yönünde. Bakalım bu algı gerçeğe ne derece yansıyacak, bekleyip göreceğiz.

Senaryonun karakteristik öykü kısırlığına karşın kurgusuyla harcanan emeği ve özeni ortaya koyarak fark yaratan ‘John Wick 3: Parabellum’un sahnelerinin abartılı şiddet zengini olduğu da filmin gerçeklerinden. Tek tabanca kahramanımız John, bu süreçte kimi zaman pata küte dalan ödül avcılarına karşı gelişine dövüş hamleleriyle mücadele ediyor… Kimi zaman da, ‘Düşmanına bile hakkını vermek lazım’ felsefesindeki dövüş ustası hasımlarla karşılaşıp şiddeti sanata çeviriyor… Ki, her yeri cam kaplı dairede Yayan Ruhian ve Cecep Arif Rahman’ın canlandırdığı karakterlerle yaptığı eğlenceli dövüş bu kapsamda yer almakta.

İlaveten, Sonia’nın düşmanlarının bacak arasına saldırma ustası köpeklerinin de, hayvani şiddeti sanata çevirerek, ayrı bir renk kattıkları filmin tüm olayının dövüşten ibaret olmadığını, hayata dair ince mesajlar içerdiğini de söylemek isterim.

Şöyle ki; Herkesin avlamaya çalıştığı John Wick’in yardım almak için geçmişini karıştırması bize, ‘Zorda kalan insan başladığı yere geri döner’ mesajını veriyor. Geçmişini unutmamayı işaret eden bu saptamanın dışında bir diğer mesaj, Kazablanka’ya geçiş isteğiyle yüzünü gösteriyor.

Buradaki ‘Cennete giden yol cehennemden geçer’ vurgusu, insanların beladan kurtulup rahata ermeleri için zorlukları göze almalarının gerektiğini fısıldıyor seyirciye. Bununla paralel… Rusların bale ve spordaki başarılarının acımasız çalışma temposuna bağlılığını kısa örneklemelerle sunup ‘Sanat acıdır’ sözüyle, sanatı ve sporu rahat bir hayat sürmenin yolu olarak görenlere mesaj çakan filmdeki ‘Hayat acı çekmektir’ cümlesini de kaçırmamak lazım. Çünkü hayat da herkesin kendince icra ettiği bir sanat neticede.

Ayrıca Yüksek Şura tarafından yollanan Hakem’in varlığı var orta yerde… Suçla orantılı ceza veren ve ‘Kurallar var. Kurallar sayesinde hayvanlardan ayrılıyoruz’ diyerek bedel ödeten buz gibi soğuk Hakem, organizasyon kurallarına uymayanlara seçenek sunarken, onun mantığından yansıyanlar adaletsiz hakemlere ve dahi hâkimlere ders gibi!

‘Kuralları bozanlar sonuçlarına katlanır’ felsefesiyle yol alan içeriğin finaliyse başlı başına bir mesaj. Çünkü insanların şahsi çıkarları uğruna hayatlarını kurtaranı bile rahatlıkla oyuna getirebileceklerini gösterip kurallar dünyasında güven olayının işlemediğini vurgulamakta. Filmde, her milletten suç örgütünü ve suikastçıları organize ederek kurallara bağlayan Yüksek Şura başkanının Arap âleminden çıkmasınıysa… Hollywood’un siyasi dokundurmalarından görüp gerçek yaşama yönelik manidar bir mesaj olarak değerlendirebiliriz rahatlıkla.

SONUÇTA; Tıpkı Türkiye’de çekilen yabancı filmlerde olduğu gibi Kazablanka’yı da en ürkütücü mekânlarıyla yansıtıp adeta ‘Buralara gitmek tehlikelidir’ demeye getiren… Köpekler üstünden hayvan dostluğunu ön plana çıkartan… İnsani ilişkilerde dostluklardan ziyade menfaatçilik kuralının gözetildiği gerçeğiyle ilerleyen…

John Wick’in zücaciye dükkânına giren fil misali etrafı talan ederek ayaküstü oluşturduğu Parabellum’u tek atımlık kurşuna indirgeyen… Ve neredeyse ölümsüzleşen kahramanımızın çevresindeki her şeyi silaha dönüştüren anlık yaratıcılığını, mükemmel koreografiler eşliğinde alabildiğine kullanarak şiddet sanatını zirveye taşıyan ‘John Wick 3: Parabellum’ soluksuz dövüş sahnelerinin yaşandığı ama esas oğlanın kılına zarar gelmediği emek yoğun bir aksiyon! Bu yönüyle de meraklılarını fazlasıyla tatmin edeceği muhakkak.

‘Si vis pacem, para bellum/Barış istiyorsan, savaşa hazır ol’ sözü doğrultusunda bir performans sergileyen John Wick’in devamında estetik hale getirilmiş şiddetin yanı sıra insani ayrıntılarla güçlendirilmiş karakterler görmek umuduyla…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal