Öpüşmek yasak, silah serbest mi?

Kemal Sunal filmlerine dahi sansürcü bakışla yaklaşan televizyon dünyamızda özgürlük çemberi gittikçe daralmakta.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Çağa ayak uydurmak, yeniliklere adapte olup kendini geliştirmek tüm sektörlerde rekabetin gereği. Televizyon yayıncılığının günümüzdeki en önemli rakibi de, dijital platformlar. Zira ekranların kısıtlı ortamına karşılık oldukça geniş bir yelpazeden hitap etme olanağına sahipler. Dahası, yasakçılık kıskacı televizyon kanallarının en büyük dezavantajı. Ekranları yenilikçilikten alıkoyan yasakçılığın temelinde yatan ne peki?

Gerçek şu ki, yeniliklerden pek hoşlanmayarak yasakçı zihniyete çanak tutanların başlıca davranış biçimidir, kendi bakış açılarını aşan bir durum olduğunda hemen karşı tavır alıp karalamaya girişmek! Bu noktada devreye sokulan gerekçe de ‘ahlâk bozuculuk’ olur çoğu zaman. Günden güne kan kaybeden televizyon dünyası da bu mantığın hâkimiyetinde maalesef.

Büyük keyifle uygulanan bu mantığın temelinde ‘Her şey benim arzuma göre şekillensin’ baskıcılığının yattığına kuşku yok. Manevi duygular üstünden algı yaratma formülünün sıkça kullanılması, insan zihninin ufkunu klişelerle daraltıp sorgulama ve talep etme bilincini ötelemede başarılı da oluyor nitekim.

Yani ahlâk bahane, baskılama şahane. Oysa baskıların, yasaklamaların her şekilde çekicilik oluşturduğu bir gerçek... Ki, ahlâkın özgürlükle gelişeceği hakikatini İsviçreli yazar Conrad F. Meyer da ‘Ahlâkın temeli, özgürlüktür’ sözüyle en kestirmeden vurgulamış.

Zaten sıkça gündemde yer bulan çocuk tecavüzcülüğü, sapkınlıklar ve kadına yönelik şiddet gibi suçların bolluğu, yersiz ‘ahlâk’ savunuculuğunun yaşamda aksi sonuçlar doğurduğunun kanıtı olarak karşımızda.

Anlayacağınız eğitim ve bilinçli özgürlük, ahlâk için tehdit değil teşvik. Bundan dolayı insanların boş zamanlarını nasıl dolduracaklarını ‘ahlâk’ ve ‘toplumsal değerler’ bahanesiyle gereğinden fazla şekillendirmeye-baskılamaya kalkışmak marifet sayılmamalı.

Gel gör ki, özellikle son dönemlerde yıllar öncesinde sakıncalı görülmeyen Kemal Sunal filmlerine dahi sansürcü bakışla yaklaşan televizyon dünyamızda özgürlük çemberi gittikçe daralmakta. Ahlâk bahanesiyle pek çok dizinin hedef alındığı bir gerçek… Bu ortamda açığa çıkan bir diğer gerçekse, aile-toplum yapısı-kültürel değer gibi olguları yasak sever zihniyete sıkça malzeme yapanlar sayesinde diziciliğimizin yaratıcılıktan nasiplenemediği ve belli klişeler çerçevesinde dönüp durduğu!

İki insanın öpüşmesinden veya bir kadeh içkiden aile-toplum yapımızın çökeceği gibi bir mantık türetenler, ‘ahlâk’ı şekilciliğe bağlayıp yasakçılıkla toplumu yönlendirmeyi marifet sayınca, kanallar ve yapımcılar için hikâye ve tür seçeneği oldukça daralıyor. İzleyici abuk sabuk tesadüflerle gelişen sözde aşkların yaşandığı romantik komedilere… Erkeklerin dahi ağlak hale getirildiği ruh emici dramaların abartılı dünyalardaki zengin-fakir aşkına odaklı çatışmacılıklara… Veya töre diye sunulan erkek egemen dayatmalardaki aile ve aşk yozlaşmalarına mahkûm oluyor.

Tabii bir de mafyatik yiğitlerin boy gösterdiği çata patı bol işler var. Öpüşmeyi toplumun temeline dinamit sayarken sürekli silah sıkma magandalığını, şiddet teşvikçiliğini ahlâk ve toplum bozucu görmeyen mantık sayesinde erkek kavgacılığını körükleyen bu tür içerikler ekranlarımızın vazgeçilmezine dönüşmüş halde. Şiddet hak getire. Ne diyelim… ‘Öpüşmek yasak, silah reklamcılığı yapmak serbest’ mi? Vah böyle ahlâk anlayışına… Vah ki ne vah!

NETFLİX’İ KARALASAK DA MI SAKLASAK?

Uyarlamaların dahi özünden saptırıldığı bu sözde ahlâkçı, özde yasakçı düzende hal böyleyken ekran karşısına geçip kafa dağıtmak ama bunu yaparken de mantıktan-gerçeklerden kopmayan içerikler izlemek isteyenler… Veya fantastik kurgularla hayal dünyasının yaratıcılığına dalmayı arzulayanların boş zaman sosyalleşmesi nasıl olacak?

Çağdaş yaklaşımın refah düzeyiyle kesiştiği noktada böyle bir sorunun çeşitli cevapları olabilir kuşkusuz. Peki ya kısıtlı olanaklar karşısında insanlar ne yapsın? Onlar da mecburen erişim sağlayabildikleri yabancı yapımlarda buluyor teselliyi… Ki, dijital yayıncılık bu noktada en kapsamlı seçeneği sunuyor, yegâne eğlencesi dizi izlemek olup klişelerden bezenler için.

Nitekim Türkiye’de de faaliyet göstermeye başladığı günden bu yana hızla evlerin-cep telefonlarının bir parçasına dönüşür hale gelen… Hatta seçim vaatlerinde bile adı geçen Netflix bu hizmeti sağlamakta. Farklı türden ve ülkeden seçenek sunan platformun hayli ilgi gördüğü de muhakkak. Adamlar talepleri karşılamanın formülünü bulmuş açıkçası. Geniş açıdan bakmayı, her nabza göre şerbet vermeyi biliyorlar.

Bundan dolayıdır ki, orijinal içeriklerinin yanı sıra ülkelerin özgün yapımlarına da yer veren ve bizde de ‘Hakan Muhafız/The Protector’ ile orijinal yerelliğini başlatıp ‘Atiye’, ‘Love 101’ gibi yeni projelerin çalışmalarını sürdüren… Ezel, Behzat Ç., Son, Şubat benzeri eski yapımların yanı sıra gişeli yerli filmleri de bünyesine katan Netflix, rakiplerine fark atarak gerek dizi gerekse sinema açısından Türk izleyicisine hitap etme gelişimi sergilemekte.

İşte tam da bu noktada eleştiriyle karalamayı ve ahlâk bahanesiyle baskıcılık yapmayı birbirine karıştırmakta usta olanlar bir kez daha giriyor devreye. Kimi, bilet ücretlerinin pahallılığını düşünmeden, vizyondaki filmlerimizin Netflix’te yer almasına karşı çıkarak gösteriyor yüzünü…

Kimi, platformdaki dizilerin içeriklerini bir güzel izledikten sonra, ahlâka aykırı bularak döşeniyor eleştirisini… Kimisi de, tıpkı yabancıların görebildiğini bize göstertmemenin ötesine geçemeyen Wikipedia yasakçılığındaki anlamsızlık gibi, yıllar öncesinden gelen ve dünyanın izlemiş olduğu yapımların içeriğindeki kıytırık siyasi detaylar üstünden gömmeye kalkıyor ortamdaki aksiyon dizilerini.

Velhasıl; Yabancılarla rekabet gücüne sahip dijital platformlar kurarak televizyonun kısıtlı ortamından hoşnut olmayan izleyiciyi çekip çağı yakalama olayında hayli geride kalan ve boş zaman sosyolojisi gibi çağdaş bakış açılarını es geçerek insanları ‘Önüne ne konursa yiyen’ formatında görmeyi sürdüren kafaların hâlihazırdaki çabası gelişimden yana değil. Görünen o ki, dizilerin ve kanalların kan kaybını görmezden gelenlerin rekabetçiliği öteleyip izleyiciyi kısıtlamadaki yeni formülü de, ‘‘Netflix’i karalasak da mı saklasak’’! Tutar mı? Sanmam.

‘Jinn’ ile Arap piyasasına oynamaya soyunup Ürdün’deki öpüşme ahlâkçılarını usulüyle yumuşatmayı başaran Netflix, ücret karşılığı şifreyle izlenen yani televizyonun düğmesine basınca pat diye karşımıza çıkmayan bir mecra nihayetinde. Dolayısıyla ahlâki veya kültürel bozulma bahaneleriyle bu mecraya hükmetmeye çalışmak yersiz.

Buralardaki dizileri kendi kafa yapısına aykırı bulan abonesi olmaz, izlemez. Olur biter. Yok… Bunu yapmak yerine, Netflix dizileri ahlâk bozucudur, siyasi karalamadır, yozlaştırıcıdır gibisinden çalakalem eleştiriler sıralayıp yasakçı zihniyet devreye sokmaya çabalanırsa da bu söylemler, zaten hayli darbe almış olan kişisel özgürlüğü ihlal etmenin dışında, gelişim çağını kaçırma duyarsızlığını beslemeye yarar sadece.

Kaldı ki, Netflix de özgürlük açısından sınırsız olmayıp kendi kriterleri çerçevesinde bilinçli bir yayıncılık faaliyeti sürdürmekte. Filmleri ve dizileri türlerine ayıran platform her yapımın yaş sınırını da belirtmekte. Ahlâk, özünde kişiyi bağlayan bir kavram olduğundan, bu şartlar altında Netfix’in ahlâki değerlendirmesini yapmak, takipçisi olmak kişinin özeline kalmış.

SON SÖZ: Birilerinin, kendileri her mecrayı afiyetle izlerken ikiyüzlülük edip, ‘‘Netflix’i karalasak da mı saklasak’’ bayatlığını insanlara ahlakçılık tabağında servis ederek beyhude yasakçılığı yedirmekten vazgeçmesi… Bunun yerine onunla aşık atabilecek ve çeşniyi artırabilecek platformların desteklenmesi şart! Öpüşmeyi yasaklayıp silahları konuşturmayı serbest bırakan zihniyet bunu becerebilir mi? Onu da hiç sanmam.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal