Kutsal olan tek şey yaşamdır

Kutsal olan tek şey yaşamdır

Nilgün Çolak Nilgün Çolak

Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; Kimisi bir gıdımSevgi uğruna helak olurken, bir diğeri sevgiyi su gibi harcıyor. Diğer taraftan da ortada korkunç bir bilgi kirliliği içinde herkes kendi çıkarına uygun bir şekli seçmiş gidiyor.

Kimine göre cennet, kimine göre cehennem diye tabir edilen bir hayat silsilesi içinde ömrümüz akıp geçiyor.Oysa hepimize beden adı altındaemanet olarak verilmiş bu kutsal değerin kıymetini yeteri kadar biliyor muyuz? Yaşam bize verilmiş en kutsal emanet evet ama gerçekten onun hakkını vererek yaşıyor muyuz? Acaba. Bir sormak gerek kendimize...

Neyse gelelim neden biz toplum olarak mutsuz ve neden böyleyiz kısmına... Aslında herşey burada başlıyor biliyor musunuz? Bir hastalık şeklinde de yayılıp gidiyor maalesef bu kabus.

Toplum içinde tasvip edilmeyen hayatlar... Kavgalar, ne olduğu belli olmayan sebeplerden oluşan kıskançlıklar, çekememezlikler, ayak kaydırmalar, birbirinin elinden oyuncak gibi insan kapmalar, sonu ölümlere kadar giden sevgi çıkmazları, çıkar ilişkileri falan filan...

Kabus gibi bir çıkmazın içinde sürüklenip gidiyoruz. Her gün öyle şeylere şahit olur durumdayız ki; olmaz dediğimiz ne varsa oluyor, hatta asıl acı olan akla mantığa sığmaz şeyleri bile artık toplum olarak kabullenir duruma geldik bile diyebiliriz.

Bu konuyu neden yazdım biliyor musunuz? Çünkü bizler teknoloji gelişti diye sevinirken aslında en güzel insani duygularımızı kaybettik.

Öyle bir konuma geldik ki; hayvanlarda gördüğümüz sevginin aksine insan olduğumuzdan utanır olduk. Artık arkadaşlıklar, ilişkiler telefonlarda başlayıp hatta hiç görmediğimiz sanal ortamlarda bitiyor. Dokunmanın, hissetmenin, göz göze bakmanın güzelliklerini kaybettik.

O yüzden de ilişkiler yaşanmadan çöp oluyor belkide... Halbuki yaşanacak onca güzel şey varken, keşke zamanı bu değerler için harcayabilsek.

Halbuki sevgi herşeyin üstesinden gelir diye safça düşüncelerle büyümüş çocuklardık.Sevgi bir dilim ekmeği bölüşmek değil miydi? Ne zaman biz bu hale geldik arkadaşlar. Sevgi fedakarlıktı. Hissetmekti, dokunabilmekti.

Bir başkasının elinden alıp kaçmak,sonra da diğer bir köşede bırakmak değildi. Bu oyunbozanlıktı bizim çocukluğumuz da.

Hatırlayın oyunlarımızı bunu kimler yapardı, sevgisiz büyümüş, fesat, oyunbozan, kazanmak için sert yolları seçen kişilerdi ki; böyle insanlar hemen oyundan atılırdı hatırlarsanız çocukken. Grup olur içimize almazdık, taki düzelip gelene kadar. Oysa şimdi ne değişti de bırakın oyundan atmayı bir de bunları alkışlar hatta örnek alır olduk.

Ben bugün yaşanan tüm çirkin ilişkilerin ve ortaya çıkan çıkan kabullenemez görüntülerin asıl sebebinin kesinlikle Hala sevgisizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Seven insanların kötü insanlar olacağını düşünmüyorum. Ama sever gibi görünüp oynayanlardan bahsetmiyorum lütfen bunu karıştırmayalım.

Sevgiden uzaklaşan insan körleşen duygularını kaybeden insandır bence. Seven insan gerçektir oynamaz hesap yapmaz. Hatta mantıklı bile düşünemez, bazen hatalar yapar ama temiz hatalardır bunlar zarar verecek hatalar değildir.

Ve unutmayın hata bir kez yapılırsa hatadır aman dikkat. Bu kısım çok önemli.

Oysa günümüzde ortada sevgi ister gibi gözüken ama çıkar ve menfaat dolu bir dünya içinde sevgiyi unutmuş o kadar çok insan dolaşıyor ki maalesefonların içinde gerçek sevgiye inananlarında artık inançları Yok olmaya mahkum kalıyor.

Çünkü o çok sevgi dolu gibi gözüküp, sevgiyi çıkarlarına satmış kişilerin bırakın başkalarını sevmeyi kendilerini bile sevmiyorlar ki bir başkasını nasıl sevsinler.

Bence, İnsan önce kendini sevmeli. Yaradanın o yarattığı şaheşer makina gibi işleyen her bir özelliğe önce kendi saygı duymalı. Eğer bir insan sahip olduğu değerlere saygı duymayı bilirse bir başkasınınkine saygı duyar. İnsan sevdiği bir şeye zarar veremez onun sevdiğine hiç veremez vermemeli de zaten.

Düşünün bir insan kendi çocuğunu severken bir başkasının çocuğuna zarar verebilir mi? İnanın ben çocuğum olduğundan beri sokakta bırakın bir çocuğu ağlarken görmeyi,kedi yavrusu görsem dayanamıyorum. Anne olmak böyle bir duygu. Laf da anne olunmuyor. Annelik beraberinde bir çok fedakarlığı da yanında getiriyor.

İnanın sokakta çocuğunu döven hırpalayan bir anne görsem eline yapışmak istiyorum sen nasıl vurursun o küçücük çocuğa diye. Diyorum ya aile olabilmenin, sağlıklı bireyler yetiştirmenin hep özü yine aile değerleri. Yetiştirilme şekli ve eğitim. Neyse yine dağılmayayım konuya döneyim.

Sevgi denen duygu aslında o kadar ince ve zarif bir çizgidir ki ilk başlangıç noktası kişinin kendisindedir. Kalbinden başlar beynine doğru ilerler. Büyüme sırasındaki aldığı duygu ve düşüncelerle içindeki sevgiyi besler. Ve beraberinde eğer bu sevgi saygı ile birlikte gelişirse işte o zaman " güzel insan" diye tabir ettiğimiz bir kişilik oluşturur her bir bireyde.

Düşünsenize Yüce Rabbimin yarattığı bu güzelliği, sahip olduğu güzellikleri kendinde keşfetmemiş, kendine saygı duymayan biri bir başkasındakini nasıl görsün. Bilmeyen bir insana bilmediği bir şeyi anlatmak çok zordur heleki bir de öğrenmek istemiyor ya da bildiğini zannediyorsa...

Tekrar ediyorum; Sevmek önce kendini sevmekle başlar. Bu demek değildir ki ben en güzelim, en başarılı ya da en değerliyim hayır anlatmak istediğim sahip olunan değerlerin kıymetini bilmektir. sevgi değer bilmektir gerçekte.

Aslında herkesin amacı birdir. Sevgisiz yaşanmayacağını herkes bilir ve herkes sevilmek ister ama sevmek önce vermektir almak değil. Diyorum ya sevgi fedakarlıktır.

Hayat bir bumerangdır aslında ne verirseniz o size, sizin verdiğiniz kadarıyla geri dönecektir buna İnanın.

Bu hayatta hiç kimse kimseyi kandıramaz,kendini kandırdığı kadar.

Hiç kimse kimseye kötülük yapamaz kendine yaptığı kadar.

Ben buna inanır bunu söylerim varsın karşımdaki beni aptal sansın kullandığını düşünsün.

Sevdiğim için kullanıldıysam da bu onun ayıbıdır beni kullandığı için. Oysa sevmek suç değildir eğer temiz ve içtense. Varsın karşınızdaki akıllı olduğunu sansın ne olur siz zannediyor musunuz ki; O sizi kandırdı. Hayır emin olun siz ona karşı çok temiz duygular beslerken sizin belki yaşadığınız o güzellikten bile bi haber. Olsun boşverin siz yaşadığınız obgüzel anın kıymetini bilinmeyeler. Oysa o çok şey yaşadığını zannederken bir bilse neler kaçırdığını yapar mıydı acaba bu hatayı.. İnanın bu kısmını anlayamamaları bile aslında büyük bir ceza kendilerine ama hayat işte herkes herşeye sahip olamıyor maalesef.

Neyse konuyu daha fazla uzatmayacağım. Geçenlerde Google da gezerken bir hikaye okudum ve bu yazıma çok eşdeğer gördüğüm için sizlerle bugün bunu da paylaşmak istedim. İnceledim ancak kimin yazdığını bulamadım çok çeşitli yerlerde kullanılmış ve hep "alıntı" şeklinde yazıldığı için bende bu şekilde sizlerle paylaşıyorum. Bu yazının bir kurgu olduğunu tekrar hatırlatmak isterim ama hikayeler hep bir ders vermek anacıyla yazılmıştır biliyorsunuz ve işte bu yüzden bu yazınında günümüze uygun ve üzerinde düşünülmesi gereken bir hikaye olduğunu söyleyebilirim.

Kalın sağlıcakla...

İLAHİ ADALET

Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş..
Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor. Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.

Adam şaşkın,
“Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.”


Tanrı gülümsemiş,
“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.


Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?


Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,

“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”


Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.


“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.

“Ama kutsal kitaplar bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam.


“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.


“Peki dünyaya döndüğümde doğru yola görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.


“Ben bunun için siz insanların içine “Vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”


“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.


“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”


"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”


“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.

“Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz?

Ne kadar bilgi kazandınız? ”

...Alıntı