Kanal D’nin Gülizar dizisi, hayal kırıklığı mı?

Gülizar, hayal kırıklığı mı?

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Büyük ümitler beslemek güzeldir ama büyük ümitlerin yaşatacağı hayal kırıklıklarının da büyük olacağı bir gerçek. Kaldı ki Franz Kafka’nın ‘Beni hayal kırıklığına uğratan, kendimden başkası değil’ sözünü de, büyük ümitlerden doğan hüsranlarda sorumluyu bulmak açısında, dikkate almak lazım.

Yani ümitleri büyük tutmak kolay fakat bu ümitlerin gerçekleşmesi için öncelikle kişinin kendine dönüp gerekli şartları yerine getirip getirmediğinin, tüm etkenleri hesaba katıp katmadığının muhasebesini yapması gerek… Ki, böylece ortaya çıkacak sonuçla büyük hayal kırıklığı yaşamasın.

Nitekim kadrolarını ünlülerden oluşturmakla birlikte bekledikleri ilgiyi göremeyen dizilerin yaşadıkları hayal kırıklıkları da aynen bu şekilde cereyan etmekte…

Kanallar iddialı sloganlarla ekrana çıkarttıkları işlerden istedikleri verimi elde edemediklerinde hem yapım için hem de kanal için hüsran doğuyor haliyle. Bunu en net yaşayan kanal olmak da, bu sezon Cumartesi akışında istikrar tutturamayan Kanal D’nin payına düştü!

İsimsizler’i Pazartesi akışındaki sonuçlarıyla yetersiz bulup Cumartesi’ye alan kanal, onu finale yollamanın ardından eskilerin taklitçiliğine soyunan ‘Dostlar Mahallesi’ni büyük umutla yayına soktu ama o da ilk bölümden fiyaskoya dönüştü. Şimdi de ‘Bir Çağan Irmak dizisi’ sloganıyla iddiasını ortaya koyan ‘Gülizar’ ile şans denenmekte.

İlk bölümün sonucu… ‘Yeni Gelin’in zirveyi tuttuğu Total’de 3.06 reytingle 12’inci olup, ‘Fazilet Hanım ve Kızları’nın liderliğindeki AB grubunda 3.75’le beşinci sırada yer almak.

Şimdi bu tabloya baktığımızda, sonucu iki şekilde yorumlayabiliriz. Şayet Çağan Irmak ismine yüklenen büyük misyona dayanarak değerlendirme mantığı yürütürsek…

Sonuç, dizileri ve filmleri oldukça dikkat çeken senarist-yönetmenle paralel beklentiyi karşılayacak çapta olmadığından, dizinin performansını hayal kırıklığı gibi değerlendirmemiz mümkün.

Öte yandan esasında bu sonuçların öyle hemen enseyi karartmayı gerektirecek türden olmadığını da söyleyebiliriz rahatlıkla. Çünkü her kanalda güçlü rakibin yer aldığı bir günde yayınlanma ve diğerlerinin izleyici kitlesi yerli yerine oturmuşken mücadeleye kalkışma söz konusu. Diğer gruplardan daha geride başlanan Total’in ilgisini hemen çekmek biraz zor haliyle. Dolayısıyla ilk etaptan hayal kırıklığı yarattığına dair kesin yorum yapmanın yanlış olacağını düşünüyorum. Lakin ‘Gülizar’ın da birtakım aksaklıkları bulunduğunu işaret etmek isterim. ‘Hangi dizide aksaklık yok ki’ kafasını gütmeden bakalım şimdi bunlara…
GÜLİZAR’IN ZAYIFLIKLARI NELER?
Türkan Şoray’ın efelenmeyle gözyaşı dökmeyi harmanlayan pavyon kadını tiplemesini sergilediği Yeşilçam filmlerinden ilhamla yaratılan ‘Gülizar’ın ilk bölüm itibariyle baş olumsuzluğu, içeriğin ciddi anlamda ayakları yere basan bir giriş yapamaması!
‘Katil oldum ben’ feryadıyla gecenin bir vakti sokağa dökülmesine karşılık mahalleden kimsenin dikkatini çekmeyen Gülizar’ın bu feveranıyla açılışını yapıp bir gün öncesine giderek ‘Aynı sesler, aynı gözler’ tınılarından ve huysuz komşu Gülbin Abla’nın kaydı engelleme yaygarasından konuya dalan dizi, harala hurala daldı konuya. ‘Depresyon satmaz’ vurgusunu yapıp ‘Kalkınmanın yolu, evdeki siestadan geçer’ söylemini, kendi yağıyla kavrulup ünlü olma çabasındaki gençlerin klip coşkusuna bağlayan şamatalı bir başlangıçla karşı karşıya bıraktı bizi. Dram beklerken kara komedi havası çıkmıştı ya karşımıza, devamında acep ne ola dedik ve izledik hevesle.
Lakin söz ve müzik cümbüşünü, sosyal medya ağırlıklı popüler mesajcılık kaygısıyla harmanlayan senaryo, ‘Yeter artık gül yüzüme’ duasıyla internete yüklenen klipin patlama yapmasını beklemeye koyulan Gülizar ile Fettah’ın yanı sıra ‘Ayranım yok içmeye janti çantayla giderim konsomatrisliğe’ havasındaki Suzan’ın korumacılığını da en abartılısından yansıtmaya başlayınca hevesimiz kırıldı hafiften. Çünkü ufaktan salataya döner olmuştu akış.
İşin fenası havalarda uçan ilk bölümün falsosu bu kadarla sınırlı değildi. İnternette tıklanma sayısıyla ünlenme olayını, internetten koca bulmayı ve günümüz yükselme heveslilerine aşılar tarzda üstünde çokça durulan müzik yapma arzusunu enine boyuna izleten ilk bölüm çabucak pavyon dünyasına çevirdi kamerayı. Şerif Abla, genç sevgili ve para düşkünlüğünün ötesinde geçmişten gelen hıncıyla çıkıverdi karşımıza. Hem de tam bir gestapo edasında! Biz de şıpınişi düşüverdik modern Yeşilçam dünyasına. Bu dünyayı kurmak çok mu ihtiyaçtı, bilemedik.
Sonra İstanbul’daki çiftlik hayatına daldık, doğum yapan ineğe koşturan veteriner Murat ve kâhya babasıyla… Anasını değil de biberonu emen buzağının şirin görüntüleri, her doğan buzağıya yetişme söylemindeki büyük hanım Hayriye’nin ‘acil nişan’ hevesiyle kavuşunca, çiftlik beyi tarafından okutulan Murat ile bey kızı Mine’nin çocukluk aşkını da sindirmeye çalıştık alelacele. İlk bölüme her karakterin izahını sığdırma modasına uyan senaryo keşke biraz soluklansa diye düşünürken, bu kez de ölüm döşeğindeki Mehmet Rıfat Bey’in sırrını açığa çıkartmaya yöneldik cümleten. Üstüne üstlük Suzan’ın 140 bin TL’lik borcuna karşılık Gülizar’ı isteyen Şerif Abla’nın ayaküstü yarattığı mafya gerilimi ve Suzan’a niyet Gülizar’a kısmet Bahri’nin taciz ısrarcılığıyla gelişen boğazlanması da bu sürece sıkıştırılmıştı. Dahası onca yıl susup kızının ne yaptığını umursamayan Mehmet Bey’in ölüme ramak kala vicdan sızlamasıyla büyük aşkını itiraf edip kızını çiftliğe getirtmesi tutmuştu. Hoş geldin dram!
Ancak ilk bölümün olayı bu kadarla da sınırlı değildi. Bu koşturmacalı akışta Mehmet Bey’e, çiftlik ahalisini toplayıp çat diye ‘Sizin bir kız kardeşiniz var’ dedirten senaryo belli ki, tüm içeriği bir solukta tüketmeye niyetliydi. Zira Fettah’ın dizini parçalayan Şerif ve adamlarını Suzan’ın başına musallat edip, Gülizar’ı İstanbul’a uçurarak kızını karşılamak için giyinen babasıyla anında yakınlaştırıp adamı küt diye öldürenler, oğlunun Mine ile evlenmesine karşı çıkan turşucu Zemzem Hanım’ın gözümüze soktuğu kaygısından da Murat’la ilgili bir sır olduğunu çıtlattılar inceden. Peki, ilk bölümün derdi bununla bitti mi? Ne gezer… Çiftlik ve pavyon çalışanlarının profillerinin aranağme misali araya sokulduğu, Canan Hanım ile Tuğrul’un çorap öreceklerinin sinyallerinin kabaca verildiği ilk bölümde Gülizar ile Murat’ın karşılaşması ve Mine’nin sevgili derdine düşüp anında aşk üçgeni yaratması da vardı finalde.
Yani pes… Arkanızdan koşturan mı oldu da bunca şeyi bir solukta aktardınız? Belli ki izleyiciye ilk ağızdan Yeşilçam nüanslarıyla soslanmış bol malzeme sunup karnını tıka basa doyurmak ve böylece sonraki bölümlere müşteri çekmek hedeflenmiş. Fakat bu kadar soluk soluğa bir akışın izleyici kesimini bunaltacağı hesaba katılmamış. Ayrıca benzer yapımlardan görüldüğü üzere, tüm mevcutların çabucak tüketilmesi ilerleyen bölümlerde konu sıkıntısı yaşanmasına ve klişelerle yaratılan kısırdöngülerin gelişmesine yol açmakta. Yani sözün kısası ‘Gülizar’ın ilk bölümden cümbür cemaat ortaya dökülmesi avantaj değil, dezavantaj!
‘GÜLİZAR’DA MANTIK HAVALARDA UÇMAKTA
Yeşilçam nostaljisi altında ezilip kendi karakterini çizemeyen ‘Gülizar’ın acelecilik sendromuna kapılmasından başka bir diğer sorunu, içerik mantığını akla uygun biçimde kuramamış izlenimi vermesi… Yani söylemle, yansıyan birbirini tutmuyor çoğu yerde. Bu da diziye ısınmayı güçleştiriyor. Gülizar ve Suzan karakterlerinden irdelemeye başlarsak…
Senaryoya göre Suzan, Gülizar’ın evden dışarı çıkmasına pek izin vermiyor. Peki, o halde kızımızın kliplere malzeme yapılan gayet serbest tavırlı görüntülerinin çekimine nasıl olmuş? Dahası para yokluğundan şikâyet edip karnının aç olduğunu haykıran Gülizar’ın onca makyajı yapacak malzemeyi hangi parayla aldığı da ayrı bir mantıksızlık. Gülizar’ın pazar artığı yiyecekler konusundaki haykırışını izlerken, ‘Kanatsız Kuşlar’ın ilk bölümünde süslü Cemre’nin tablosu geldi aklıma. Bu tarz işlere taş mı atılmış, yoksa öykünülmüş mü, çıkartamadım. Gülizar-Suzan cephesinde bir diğer mantıksızlık, yine ikilinin çektiği sefaletle ilgili… Veysel’in düzenli para yollamasına karşılık nasıl oluyor da yokluk içindeler ve Suzan’ın 140 bin TL borcu var? Suzan bu borcu nasıl yapmış? Ayrıca Gülizar’a para yollamayı akıl eden babası, niçin kızını adam gibi okutmamış da öyle sefil bir ortamda debelenmesine göz yummuş? Kısacası, Şerif’in kardeşiyle kaçan Esma’nın kızını sahiplenip büyüten Suzan da, Gülizar da trajikomik halleriyle Yeşilçam’dan günümüze ışınlanmış gibi dursalar bile gerçekçi çekicilikte değiller!
Bunların ötesinde Farah Zeynep Abdullah’ın canlı oyunculuğuna rağmen Gülizar karakterini benimsemek de biraz sorunlu… Cehaletini, bilmiş sözlerle bastırmaya çalışıp kafa tutan Gülizar’ın ‘Ziyaret eder etmez şoförünüz beni geri bıraksın. Evde olmak istiyorum’ demesi hiç inandırıcı durmadı mesela. Zira ev dediği yer, pavyoncu tehdidi altında olan bela dolu bir yer. Yani yuva sıcaklığından ziyade sarhoşlara meze olmanın basamağı konumunda. Hangi aklı başında kız, zengin ve güvenli bir ortamda yaşamak varken böyle bir yere geri dönmek ister? Nasıl ki, ikinci bölümde tüm bunları iyice boşa çıkartacak bir Gülizar göreceğiz. Bunun dışında Suzan’ın başına iş geleceğini bile bile evde kalıp Şerif ve adamlarına kapıyı açması da akla aykırı. Rahatlıkla o da arka kapıdan kaçabilirdi. Ama maksat fedakârlık olsun, dizi süreleri dolsun. Anlayacağınız İzmir cenahında, Fettah ve Şerif Abla dışında, inandırıcılık namevcut. Gelelim çiftlik kanadına…
İşte bu noktada dizinin kara deliği daha da büyümekte. Zira gerek karakterler gerekse olaylar tam anlamıyla boşlukta sallanmakta. Buradaki en sıkıntılı karakter, Mine… Karaktere, dişe dokunur sahneler yazılmamış olması sonucu, hiç de büyük bir servetin mirasçısı gibi değil. Aksine sanki çiftlik çalışanlarından biri gibi, sürekli boynu bükük-ezik havada geziniyor ortalıkta. Murat’ın peşinden koşturup ‘Beni almayacak mısın’ zavallılığında resmedilmesini sevemedim doğrusu. Hele babası ölüm halindeyken Murat’ın yanına gelerek abuk sabuk bir tartışmaya girmesi ve Murat’la sevgililiğini ilan etmesi tam bir eğretilikti. Oğlunun geçmişteki ilişkisini ve çocuğunu bildiği halde söylemeyerek bir kez daha tipik ‘yöre dizisi anası’na dönüşen Hayriye Hanım’ın peynir tatma merasimi deseniz… Evlere şenlikti. Oğlu gitti gidecek, kadın uşak komedisi eşliğinde masaya konacak peynirin tadım derdinde… Tavırlarında hüzünden eser bulunmamakta. Güçlü büyük hanım ya sözde. Yeşilçam kafası bu mudur?
Sokak hayvanlarının tedavisinin ücretsiz yapıldığına dair mesajcılığı, veterinerlik icraatıyla gerçekleştiren Murat da ayrı bir âlem… Mine’ye karşı boş mu dolu mu belli değil. Nişan konusu açılınca duruşu, alenen bu ilişkinin resmileşmesini istemediği yönünde. Oysa kıza davranışları ve annesine söyledikleri tam tersi mahiyette. Artık isteyen istediği gibi yorumlar mantığı güdülmüş sanki. Murat’taki bir diğer ayrıntı, sır olayı… Ziya Bey’le toprağa gömülen ve açığa çıkmasının imkânsız olduğu söylenen sırda, Murat’ın başkasının çocuğu olma gerçeği var kuşkusuz. Hatta bir bakmışız Murat, pavyoncu Şerif’in çocuğu çıkmış! Dizilerde herkes, herkesin çocuğu çıkabiliyor ya… Murat da, Mehmet Bey’in abisi olduğunu düşündüğüm Ziya Bey’le geçmişte ilişki kuran Şerif’in oğlu olabilir rahatlıkla. Belki Mehmet Bey de bu vesileyle tanışmıştır Esma’yla… Velhasıl ‘olamaz’ yok, tahmini çokça kolay olan bu âlemde.
Son kertede, şimdilik merak uyandırıcı bir yanı pek olmayan Gülizar’ın, ‘Bunu hep kalbimin üstünde taşıdım’ diyerek annesiyle bebeklik resmini uzatan babasının yatağa yığıldığı anda takındığı tavrı da yadırgadım. Tam da abinin istediği gibi, gece vakti evden bir bardak su dahi içmeden kaçması ne işti? Ormanda yedi cücelerin kulübesini bulan Pamuk Prenses misali Murat’ın evini bulması, gerçekçilik yerine yeni bir masal yaratma hevesinin yansıtılmasından ibaret gibiydi. Peki, ekranda yeni bir masala daha ihtiyaç var mıydı? Bu sorunun cevabını ‘Yeterince masallara maruz kalmıyor mu zihinlerimiz’ sorusuyla vermek en doğrusu.
DİYECEĞİM O Kİ; Henüz tam anlamıyla hayal kırıklığı olmamakla birlikte… İzleyiciye İzmir ayağında cıvıl cıvıl bir başlangıç sunmanın ve Farah Zeynep Abdullah-Ebru Cündübeyoğlu-Berkay Ateş-Mahperi Mertoğlu performansıyla işi götürmenin ötesine geçemeyen… Popüler kültüre uyum sağlamak için ne bulduysa doldurmuş izlenimi yaratan bir iş ‘Gülizar’!
Dolayısıyla mevcutlar arasından sıyrılmak için öncelikle yaratıcısının dönüp kendine bakması, masallara karnı toklaşan izleyicinin sanıldığı kadar Yeşilçam nostaljisine aç olmadığını idrak etmesi ve içeriğin yeni bir masalcılık yaratmaktan ziyade yeterli tatmini sağlayacak türden gelişim sunmasına özen göstermesi şart. İlaveten zamana da ihtiyaç var. İlerleyen süreçte yeni yorumlar yapmak üzere… Şansı bol olsun diyelim.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal