Ekranın en bela sever ailesi

Kardeşlerim’in sergilediği aile tablosu kötü örnek olayında ele alınmak için birebir aslında

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Kurgular… Günümüzün yükselen değerlerinden. Kuşkusuz kaliteli kurgular geliştirmek sınırsız hayal gücü ve yaratıcılık ister. Gel gör ki, yabancılardan uyarlanan işleri ve nadiren rastladığımız fark yaratıcı özgünlükleri saymazsak, yerli kurgu sektörümüzde bu niteliklerden nasiplenmiş olanı bulmak çok zor.

Yeşilçam filmlerinden, biri olmazsa diğeri mantığıyla ekrana çıkartılan dizilere… Yegâne kurgu geliştirme becerimiz, karakterlerin başına olmadık işler açıp onları bela sarmalında süründürdükten sonra düze çıkartma kolaycılığından ibaret. Kolay yol bu tabi. Çok düşünmeyi, hayal dünyasının yaratıcılığını devreye sokma zahmetini gerektirmiyor çünkü.

Dahası ‘Acıların Çocuğu’ misali tablolarla duygu sömürüsüne girilmesi ve karakterlerin başına zincirleme belalar açılması, düşünmeyi ve mantığı öteleyen izleyicinin algısına da fazlasıyla hitap etiği için böylesi basit içerikler geliştirmek kazançlı da oluyor! Ne gerek var fark yaratmak için kafa patlatmaya, değil mi?

Hal böyleyken bin bir türlü belanın üstümüze çöreklendiği günümüz gerçeğinde kurgulardaki abartıya hizmet eden ‘Bela’dan girelim dedik söze… Nedir bela? Sözlük tanımına göre ‘Çözümü, alt edilmesi zor bir durum’. Hoş bu kelimeyi uzun uzadıya tanımlamaya da hiç gerek yok. Çünkü şu hayatta başına bela gelmemiş bir kişi bulmak neredeyse imkânsız. Kuşkusuz bela var, bela var. En zarar verici olanları da kimi zaman nimet gibi gösterilemeye çalışılan insani belalar tabii. Bunların dur durağı olmadığı gibi insaf ölçüsü de yok sonuçta.

Nitekim yerli senaryolarda gelişen bela durumları böylesi sınır tanımayan türden genelde. Bu noktada ünlü yazar Balzac’ın ‘Allah musibeti herkesin gücüne göre verir’ sözünü yerle bir etmek için ellerinden geleni yapan senaristlerin bela yaratmaktaki mahareti müthiş. Başa gelen belaların yarattığı acılardan beslenen bir iş tutmaya görsün… Her bölüm için mantığı ve gerçeklik olgusunu hiçe sayarak, ailelere ve dahi karakterlere gün yüzü göstermemek adına seri halde belalar yazıyorlar hemen.

Artık bu süreçte karakterlerin sergilediği tavırlarla çok hassasiyet gösterdiğimiz aile yapısı ve gençlik adına iyi bir tablo mu yaratılıyor, yoksa kötü örnek mi olunuyor? Hiç önemli değil… Senaryoyu uzatıp bölümleri doldurmak için bela üstüne bela yarat gitsin. Ki, halihazırda bu mantığa en net örnek, karakterlerine kavgasız bölüm geçirtmeyip hastaneden hapishaneye yol döşeyen ve dahi bela noktasında abartma işini, hafıza kaybından yangına kadar uzatarak ‘Ekranın en bela sever ailesi’ sıfatını layıkıyla hak eden ‘Kardeşlerim’ dizisi!

Dolayısıyla biz de gerek ellerine geçen her fırsatı yok ederek sürekli ‘Acıların Çocuğu’ kıvamında dolaşan duygu sömürücü karakterlerin sorumsuzlukla kol kola ilerleyen saldırganlıklarından doğan belaları mağduriyet gibi sunup bir bakıma herkese had bildirme öfkesini normalleştiren… Gerekse karakterlerin işlediği suçları bir şekilde cezasız bırakarak adaletsizliği kabul edilebilir hale getiren ‘Kardeşlerim’in kötü örnekliğine vurgu yapmak istedik. Buyurunuz…

KARDEŞLERİM’İN KÖTÜ ÖRNEKLİĞİ…

Hani şimdilerde ekranda yer alan içerikler konusunda fazlasıyla hassasiyet gösteriliyor ya… İşte ‘Kardeşlerim’in sergilediği aile tablosu kötü örnek olayında ele alınmak için birebir aslında. Zira buradaki karakterler masum gibi sunulan kötücül vasıflarla donatılmış ikilemli tipler! Konuyu açacak olursak…

Anne-babalarını aynı gün kaybeden (Ki, ebeveynlerin ölümü de üstüne vazife olmayan işlere burun sokma sonucu gelişmiş kazalardı esasen) dört kardeşin bol gözyaşı ve bela dolu öyküsünü anlatarak yolunu çizen ‘Kardeşlerim’, birlik-beraberlik-onurluluk gibi duygulara değer veriyor görünüyordu ilk etapta. Lakin bölümler ilerledikçe karakterlerin tavır ve davranışlarında sevgiden-mantıktan ziyade hırçınlığın, kavgacılığın ve abartılarla aşağılık duygusuna dönüşen gururun hakimiyeti çıktı açığa. Dahası kendi adaletini kendin sağla kabadayılığı ve menfaate odaklı fırsatçılık detayı da ziyadesiyle mevcuttu bu aile tablosunda. Böylece yaşamın zorluklarına karşın ayakta kalmaya çalışan aile felsefesi yerini kocaman bir kötü örneklik silsilesine terk etti.

Mesela… Arif’le Kadir’in babasının olayını çeken kişinin bu videoyu adalete teslim etmek yerine para kopartmak için şantaj aracına çevirmesi kurgunun ilk etaptan yarattığı olumsuzluktu. Konuyu geliştirmek adına bu yola gidilmiş olsa da fakirlerin her durumdan yağ çıkartmaya yönelik oldukları mantığını parlattığı için yanlış algıya fazlaca müsaitti.

Keza iyilikle kötülük arasında gidip gelen Şengül Yenge de fakirlerin fırsatçılığını dayatmada zirve noktasıydı. Kötü yenge olayı sıkça kullanılıyordu ama Şengül hem çıtayı biraz daha yükseltti hem de aile adına değer yargılarını ‘para’ olayına indirgemekle kalmayıp her taşın altından çıkar oldu. Çocuklar için verilen paraları iç eden, Kadir’in babasının ölüm videosunu Arif’e şantaj için kullanan Şengül, Kadir’in kaza videosu olağanüstü saçmalıktaki bir tesadüfle eline geçince yine polise gitmek yerine menfaat koparmanın peşine düştü. Bu da yetmedi oğlunu kurtarmak için Elif’i ruh hastası kadına teslim etti. Tüm bu kötülük kokan davranışlarına rağmen yine de sevimli ve hoş gösterildi her daim.

Amca deseniz… Kendi borçlarını ödeyebilmek için Kadir’in babasını zor sokmuş biri değil miydi? En acılı zamanlarında Şengül’ü kollayıp yeğenlerini sokağa bırakan da oydu sonuçta. Sonra amcalığı aklına düştü bir parça ama… Kadir’in kazasının kan parası karşılığında örtbas edildiğini öğrenince ne yaptı? En olmadık yerde saldırganlaşıp Arif’in karısını aşağı düşürerek sus pus oluverdi. Üstelik ekmek kapısını da ‘gurur’ adına kapattı bir çırpıda. Dahası boynu bükük ezik bir tiple ortalıkta dolanıp o yaşa dek doğru düzgün bir işte dikiş tutturamamış olmayı fazilet gibi gösteren Orhan, işsiz güçsüz olduğu halde ‘Öderim’ diyerek tefeciden borç alıp ödemediği borcun üstüne ikinci kez borç isteyerek ne denli sorumsuz ve duyarsız biri olduğunu gösterdi bize.

Peki… Yoksulluktan gelişen kötü örnekliğin hakkını veren Eren Ailesi’nin diğer fertlerindeki karakter tablosu nasıl yansıyor? Burada da maalesef kötülük ve öfke patlaması kol geziyor. İlaveten mazlum niyetine yedirilmeye çalışılan karakterlerin başlarına gelen belalarda mantık olayı da hak getire… Miras parasını çalıp ablasına veren ve neredeyse topunun ölümüne sebep olacak olan Cemile’yi sahiplenerek kollayarak suç kavramını sıfırlamakla kalmayıp öfkelerinin özellikle zenginleri hedeflediğini gösteren meteliksiz ama gururlu(!) Eren Ailesi’nin cümle ferdini belaya bulaştırıp mağdur hale getiren senaryo, sırf izleyicinin ilgisini diri tutmak için olmadık saçmalıklar sergiliyor.

Şöyle ki; Girdiği her işte patronlarına postayı koyan ve sonunda öfke saçmalığını hayatıyla ödeyen Kadir’in şiddet düşkünlüğüyle-belalı davranışlarıyla estirdiği terör havası bölümler boyu ‘Kardeşlerim’in içeriğinde yegâne besleyici unsur oldu malumunuz. Önüne gelene kafa tutan, her an birilerine saldıracakmış edasıyla sıkılı yumruklarla ortalıkta dolanan Kadir, ne içinde bulunduğu eğitim kurumu ortamına saygılı oldu ne aşkın hakkını verdi ne de sözde çok düşündüğü kardeşlerinin zarar görme ihtimalini aklına getirdi! Bodoslama daldı her olaya.

Kötülüğe kötülükle karşılık verme hatasının en net örneği olmakla kalmayıp fakirlerdeki bu saldırganlığın eziklikten kaynaklandığı gerçeğini de layıkıyla işaret eden Kadir gitmesine gitti ya… ‘Kardeşlerim’in başı beladan kurtulmadı. Zira saldırganlıkta ve öfke kontrolsüzlüğünde Ömer onu hiç aratmadı maşallah.

Aralarında kan bağı olmadığı halde bela mıknatısına dönüşmenin kişinin kendi karakterinden kaynaklandığının kurgusal örneği durumuna gelen Ömer, Kadir’in yolundan yürürken her an aport halinde. Görünürde sürekli çevresindekiler ona musallat oluyor. Lakin asıl problem bizzat Ömer’in kendisi.

Misal, Asiye’nin temizliğe gittiği eve postu serdikleri gece ansızın gelen ev sahibine karşı saldırganlığı neydi öyle? Hem suçlu hem güçlü Ömer Efendi insanca konuşmak yerine adama vurmaya kalkınca ev sahibi de haklı olarak silah çekti. Ömer bu saldırganlığıyla Elif’in ölümüne sebep oluyordu nerdeyse. Uslandı mı peki? Hatanın kendisinde olduğunu anlar gibi görünse bile devamında yine kabadayı edasını sürdürdü. Yemeğe gittiklerinde kendilerinin ‘fırsatçı’ gibi görülmesine içerledi mesela. Günümüzde nice masum görünümlü dolandırıcının varlığını düşünürsek insanlar bu yorumu yapmakta hiç haksız değildi oysa. Ancak para-iyi yaşam merakını dizinin başlarında çok net ortaya koyan Ömer ezikliğinin yarattığı saldırganlığı bir kez daha devreye soktu. Üzüm üzüme baka baka kararır misali yoldan çıkan Oğulcan’ın başını yaktı. Dizinin en masum gencini katil ediyordu neredeyse… Ki, bu belalı davranışının bir ucu da Elif’e ve oğlunu hapisten kurtarmak isteğiyle hareket eden Şengül’e dokundu.

Öte yandan Kadir’in ardından erkekliği ‘yumruk’ olayıyla özdeşleştiren zihniyetin mükemmel örneği olan Ömer’in iyiliğini de sorgulamak gerekiyor. Başlarda Akif’ten para alıp şikayetini geri çeken o değil miydi? Kadir’in başına iş açan da yine Ömer’in zengin olma sevdasıydı zaten. Şimdi birden iyi oldu. Neyse biz de ‘İyi’ diyerek kabullenelim bu ikilemden doğan kötülükleri ve geçelim…

Geçerken de… Belalardan bela beğen misali karşımıza çıkartılarak ekranın en bela sever ailesi haline getirilen ‘Kardeşlerim’de her türlü nazlarına eyvallah diyen Doruk ile Berk’e sürekli kan kusturarak onları peşlerinden koşturan Asiye ve Aybike’nin ‘gurur’ adıyla maskelenen komplekslerinden doğan varoş sevimsizliğini eleştirimize ilave edelim. Ne gururmuş arkadaş! Sanırsın sadece zenginleri parmağında oynatan fakirlerde var bu gurur. Gerisi tın tın…

SONUÇTA; Ataman Koleji’ndeki eğitim kurumu tablosuyla ‘Burası nasıl bir okul? Özel okullardaki durum bu mu’ sorgusunu da yaratan ‘Kardeşlerim’ halihazırda ‘İyi başlayan ama sonrasında sürekli bela yaratmaktan medet umarak mantıksızlık çıtasını yükselten bir iş’ konumuna düşmüş halde.

Ancak en fenası… Dolarları ateşe atan, mirası çaldıran, piyango parasını yok edip ardından kan parası olarak verilen evin tapusunu kaptıran… Kısacası önlerine çıkan fırsatları ve ele geçen tüm paraları yok etmedeki maharetlerini her şekilde ispatlayarak saçmalık noktasında zirve yapan Eren Ailesi’nin yarattıkları belalarla, kavgacılığı çözüm gibi gösteren tavırlarıyla külliyen ‘kötü örnek’ pozisyonunda olması!

Ne yazık ki, günümüzdeki içerik hassasiyetine ters düşercesine yaratılan bu pozisyonda izleyici de önemli bir etken. Fakir edebiyatını beladan beslerken duygusal abartılarla şiddeti normalleştirme yoluna giden dizinin reytinglerdeki konumu bu kötü örnekliğin gördüğü itibarı ortaya koymakta zaten.

Ekran işlerine yönelik ‘Kötü’ örneklikte yaratılan ikilemler hususunda takdiri sizlere bırakırken son söz Cenap Şahabettin’den gelsin… ‘Başımıza bela geldi deriz. Halbuki belaya ayağımızla kendimiz gitmişizdir’.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal