Abone Ol

Yeni Şafak yazarı: Cübbeli Ahmet'i görünce rüya konusundaki bütün iştahım kaçtı

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçaslan, kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün cennete gireceğini açıklamasını değerlendirdi.

Yeni Şafak yazarı: Cübbeli Ahmet'i görünce iştahım kaçtı

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçaslan,  kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün cennete gireceğini açıklamasını değerlendirdi. Kılıçaslan, "Cübbeli Ahmet’in ‘kendisinin cennetlik olduğuna dair’ başkasının gördüğü bir rüyayı anlatırkenki iştahını görünce rüya konusundaki bütün iştahım kaçtı" dedi.

Kılıçaslan'ın "Oyna devam" başlığıyla (28 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Mısır’da 305 kişi ölüyor Sina’da bir camide. DAEŞ çıkıyor altından. Geçen katliamlardan sonra İsrail’e Sina’da operasyon yetkisini ‘istediği gibi veremeyen’ Sisi’nin eli acayip güçleniyor böylece. Gözümüzün hemen önünde Sisi, Sina’yı İsrail’e peşkeş çekmenin pazarlığını yürütüyor.

DAEŞ, İsrail, Mısır ortak yapımı bu üçüncü sınıf filmin kötü adamı ‘cihadistler’, figüranları da o esnada camideki Müslümanlar oluyor. ‘Dünya mı’ dediniz? Yine ‘kabul edilebilir kayıplar’ listesine yazıyor Müslümanları dünya. Görmezden geliyor.

Oyna devam.

Martin Strid isimli bir ‘bit yavrusu’ var. İroninin büyüğü olarak ‘İsveçli Demokratlar Partisi’nin milletvekili. Diyor ki ‘Müslümanlar yüzde yüz insan değil.’ Bir an düşündüm bu cümleyi. Türkiye’de ‘bu Yahudiler yüzde yüz insan değil’ ya da ‘bu Suriyeliler yüzde yüz insan değil’ diyebilecek ahmaklıkta birini hayal ettim. Ümit Özdağ geldi aklıma ilk anda. İnsanları kanlarına ya da dini aidiyetlerine göre ‘nefret özne’sine çevirme işinde Özdağ da Strid kadar başarılı zira. Ardından, aslında Strid gibilerin de Özdağ gibilerin de toplumları ciddi ciddi etkilediklerini düşünerek ürperdim. Ürpermemiz gerekir. Herhangi birini sadece var olduğu gerekçesiyle ‘nefret öznesi’ haline getirmek dünyamızın sonunu getirir, getirebilir zira. Peki ne yapıyoruz bununla ilgili? Faşizmle, ırkçılıkla, faşizm ve ırkçılığın doğurduğu ahmaklıkla mücadele etmek yerine bu dilin bizi etkisi altına almasına izin veriyoruz. Bunu önemsemiyoruz.

Oyna devam.

Son zamanlarda kafama en çok takılan fıkıh soruları şunlar: Sosyal medyada, nesebi gayrı sahih, yani isimsiz ve cisimsiz bir ikincil karakter oluşturmanın hükmü nedir? İnsanın, gizlenerek, saklanarak, kendisini saklayarak olmadığı biri gibi davranmasının hükmü nedir? Koca koca adamların ‘daha da görünür olmalıyım’ diyerek sosyal medya takipçisi satın almasının hükmü nedir?

Ben sorayım sorularımı, nasılsa cevapları bir zaman sonra ‘günün meselelerine hüküm vermeyi’ dert edinmiş değerli insanlar, âlimler tarafından verilir. Niçin böyle söylüyorum? Çünkü mesela 1,5 yıl önce merak etmeye başladığım ‘bitcoin ve türevlerinin hükmü nedir?’ sorusunun cevabını ‘şüpheye mahal bırakmayacak şekilde fıkhen haramdır’ cümlesiyle şu yakınlarda aldım.

Ama tabii, ‘çağın gerekleri bakımından’ falan diyerek bitcoin ve türevlerine de, sanal kimliklere de cevaz verecek ‘hoca taifesi’ bulunur bir yerlerde. Onları bekleyin siz isterseniz. Hatta ‘hocanın iyisi bugünün işine hiç karışmayandır’ cümlesine inanarak yaşayıp gidin.

Oyna devam.

Yine son zamanlarda kafamı en meşgul eden kavram ‘ahlaki üstünlük pozu’ kavramı... Kendisi emniyet şeridinden az önce çıktığı halde o esnada emniyet şeridindeki aracın sürücüsüne bakışıyla ‘ahlak pazarlayan’ adamın takındığı ‘ahlaki üstünlük pozu’ndan söz ediyorum. Geçen yıl yediği hurmaları bilmediğimizi zanneden adamların ‘alınır-satılır’ bir şey olarak hepimize ahlak dağıtmaya çalışmasından söz ediyorum. Ahlakın kendisinin dışındaki herkese lazım olduğunu düşünen adamların iğrençliğinden söz ediyorum. Bu ‘ahlaki üstünlük pozu’ takınan adamların en sakil yanları ise, ahlaki dayatmaları sadece güçlerinin yettiğine uygulamaya çalışmaları. Gücü yetmediğinde yahut daha da iğrenci ‘bir menfaati’ söz konusu olduğunda ahlak hakkındaki vaazlarını birdenbire yutma başarısı gösteriyorlar. Böylelikle ahlak onlar için ‘şartlar yeteri kadar olgunlaştığında’  vazedilebilir bir kavrama dönüşüyor. Ve bu adamlar uzayda değil, mahallemizde yaşıyorlar.

Oyna devam.

Bize öğretenler ‘rüya ile amel edilmez’ diye öğretmişlerdi; lakin ‘bir amel meselesi’ni geçip neredeyse bir itikat meselesi haline dönmüş durumda rüya. Cübbeli Ahmet’in ‘kendisinin cennetlik olduğuna dair’ başkasının gördüğü bir rüyayı anlatırkenki iştahını görünce rüya konusundaki bütün iştahım kaçtı.

‘Kendisini cennetle müjdelenmiş addederken diğerlerine de yanmaz kefen pazarlaması kaç puan?’ diye sordum kendi kendime. Ama bütün sorularım gibi bu sorum da boşlukta kalır. Zira Farabi ve İbn Sina gibilere ‘kâfir’ diyen; kendilerine de cennetten başkasını layık görmeyen, hatta cenneti kendisinden başkasına layık görmeyen bu büyük âlimlerimize dokunmak nedense ‘aşırı tehlikeli’ bu ülkede.

O yüzden, oyna devam.