Abone Ol

Yalçın Küçük: Tayyip Bey kenara çekilme ya da çekip gitme alternatifleriyle karşı karşıya

Prof. Yalçın Küçük, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında çok konuşulacak bir iddiada bulundu.

Erdoğan kenara çekilme ya da çekip gitme alternatifleriyle karşı karşıya

Prof. Dr. Yalçın Küçük, gündeme ilişkin Odatv'nin sorularına yanıt verdi. Yalçın Küçük, NATO krizinden ABD'deki Reza Zarrab'a ilişkin davaya, son dönemde AKP'nin Mustafa Kemal Atatürk övgülerinden AKP'li belediye başkanlarındaki değişikliğe kadar birçok soruya yanıt verdi.

Odatv'nin Yalçın Küçük'e yönelttiği sorular şöyle:

1. NATO'nun Norveç tatbikatında Atatürk'ün ve Erdoğan'ın hedefe konmasıyla başlayan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye NATO'yu tartışmaya başladı, sizce bu sürecin sonu NATO'dan çıkışla biter mi?

2. Sizce Türkiye'yi NATO dışına atmak için bu hamle Batı tarafından planlı olarak yapılmış olabilir mi?

3. Hulusi Akar son konuşmasında tartışmaların aksine "kimsenin müttefikliğimizi ve dayanışmamızı baltalamasına izin vermemeliyiz" diyerek NATO'yla ittifak mesajı verdi. Ordu, NATO'dan ayrılmak istiyor mu?

4. Emekli Amiral Nusret Güner gibi Silivri davalarında hedef olmuş bazı askerler Türkiye'nin NATO'dan ayrılmasının ülkeye zarar vereceğini, Batı'nın Türkiye'yi izolasyonunun bir adımı olduğunu söylüyor. Sizce Türkiye NATO'dan ayrılmalı mı?

5. Bir mesele de Zarrab davası. Zarrab davasında sona doğru yaklaşıyoruz. İtirafçı olduğu iddiası güçleniyor. Hükümet ABD'ye nota dahi verdi. Bu dava sizce nereye gidiyor?

6. Trump geldiğinde AKP'de büyük sevinç vardı. Erdoğan-Trump ilişkisi nereye gidiyor sizce?

7. Yalçın Hocam "AKP hepimizi Kemalist" yaptı diyordunuz şimdi AKP de Atatürkçü oldu. Nereye gidiyoruz?

8. Yalçın Hocam, Erdoğan yerli araç üretimi için büyük sermaye gruplarını yanyana getirdi. Türkiye'nin yerli araç üretimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

9. Hocam siz de Ankaralısınız. Melih Gökçek'İ özleyecek misiniz?

Yalçın Küçük'ün Odatv'nin sorularına verdiği yanıtlar ise şöyle:

"DENİZ ZEYREK VE ERTUĞRUL ÖZKÖK DİN SAVAŞÇISINI ORTAYA ÇIKARDILAR

Birdenbire Akepe'de yeni bir "yıldız" çıktı, “asıl benim" diyen birisi, "üstten" konuşuyor, daha doğrusu taksi şoförlerine konuşmuş, Hürriyet'ten Deniz Zeyrek yanındaymış. Deniz Bey, biz ilk kez konuşan Ankara Saylavı "Ali İhsan Arslan" Beyi, "Mücahit Arslan" olarak bilirdik, dediler. Ben de Mücahit'i bilirdim. Çok genç yaşta Tayyip Bey'i yöneten dar ekip'tendi, öyle bilirdim, haberimiz yoktu, şimdi Ankara Milletvekili "Ali İhsan Arslan" olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğrusu Ankara şoförlerinin karşısına çıkıyor ve biz, Deniz'den öğreniyoruz.

Anlıyoruz, şimdi Tayyip Beyefendi'yi tek başına yöneten adamdır. Böyle bir havası var.

Ertuğrul Özkök iki ek yazdılar. Önem verdiler ve itiraz ettiler.

Ertuğrul Özkök 17 Kasım tarihli yazısında, "Bildiğimiz 'Mücahit' niye birden Ali İhsan oldu" demektedir ve soruyorlar. İki kişiydi, diyorlar. Diğeri "Yalçın Akdoğan" idi. Şimdi Yalçın da yok oldu. Mücahit tektir ve Erdoğan var mı, sormak yerindedir.

Namı, "akşam yatıncaya kadar, sabah uyandığı andan itibaren Erdoğan'ın yanında olan insan", işte bu, Mücahit'tir.

***

Özkök’ün bir gün sonra önceki yazısına iki eki var, "Mücahit niye birden Ali İhsan olmuş” sorusuna bu eklerde yanıt veriyor. Ve şöyle devam ediyor, "babası ona Mücahit ismini koymak istemiş. Ama nüfus memurluğu bu ismi kabul etmemiş." Pek güzel ve buradan ben devam ediyorum.

Bu isim "mücahit" savaşçı demektir. Bizde savaş adı var. Ama nüfus memuru “Mücahit” adını kabul etmemişler. Babası "İhsan Aslan", pek yeni doğan yavrusu "ihsancık" için "Mücahit" adını seçince nüfus müdürü reddetmişler; neden mi, mücahit’in ilk anlamı "savaşçı" ama sözcüğün bu anlamında ad olarak konulmasına bir mania yoktur. Bizde "savaş" adı var ve biz savaşı severiz. Amma mücahit'in asıl anlamı "din savaşçısı", bu nedenle "olmaaz" dediler. Ailesi ise "mücahit" kararını verdiler ve Deniz Zeyrek'in işaret ettiği ve Ertuğrul'un iki ek yazı ile altını çizdiği üzere, adı "Mücahit" olmuştu, biz de ve ben de "mücahit" olarak biliyoruz. Hem Deniz Zeyrek ve hem Ertuğrul Özkök iyi iş yaptılar. Din savaşçısını ortaya çıkardılar ve şimdi akepe'de, ansızın, "nagehan", öğreniyoruz, önemli bir yerdedir. Gizlidir ve açığa vurdular.

DENİZ BAYKAL VE DEVLET BAHÇELİ, YİĞİT BULUT’U KAPMAK İSTEDİ

Devam ediyorum, babası İhsan Arslan'dır, hoş ve şakacı bir adamdır, Diyarbakır milletvekilliği var, tanışırdık ve en azından telefon ile konuşurduk. Erbakancı'dır. Erdoğan ile Erbakan arasındaki fark, İsrael'dir. Erbakan karşı idi, Erdoğan İsrael yanlısıdır. Ancak Erdoğan aynı zamanda fevri bir adamdır. Arada bir bağırırdı.

Şimdi İhsan Arslan'ın bazı okullarına, Akepe el koymuş, Güleni demişler. Duydum. Önemli mi, it’s show business and sometimes our only business, bazen tek işimiz show'dur, demek istiyorum. Devam ediyorum.

***

Ertuğrul'un bir gün sonrasında, "şimdi artık ona Ali İhsan Arslan mı diyeceğiz, yoksa eskisi gibi Mücahit Arslan demeye devam mı edeceğiz,” diyor. Zor bir soru değil ancak ben "sayın başkan" sözünü tavsiye ederim.

Bir parantez açabilir miyim, Ertuğrul Özkök yazısında söz etmiş, değinmek gereği duyuyorum, TİP'in, Behice Boran zamanı, yayın organı olan Yürüyüş'te, ben yönetiyordum, Ertuğrul Özkök yazılar yazıyordu. Bizim "sempatizanımız" idi. Tabii o zamanlar herkes vardı, Ertuğrul da vardı.

***

Madem Ertuğrul, Yiğit Bulut’tan söz etmiş, ona bir de buradan bir mektup yazarak bilgi vereyim.

Ben Abbas Güçlü ile Yiğit Bulut'a ayrı ayrı bakarım, ayrı ayrı değerleri var. Abbas Bey, çok değerli bir gazetecidir, pek efendi'dir, Milliyet'te ve Hürriyet'te yazardı ve hep okurum. Temiz giyinir ve yakışıklıdır.

Yiğit ise başkadır. Bir ara benim dostum oldu, o sırada "millici" bir adamdı ve bazen sağa ve bazen sola kayardı. Bilgilidir, Türkçe'nin dışında, sanıyorum, iki dile hakimdir. Bazen birlikte, kalabalıkça yemekler yerdik. Bir ara kaybolur, Deniz Baykal'a gider ve gelirdi. Bir ara kaybolur, Bahçeli'ye uğrar ve hemen dönerdi. İkisi de, öyle sanıyorum, Yiğit'i kapmak istediler. Belki kendi yerlerine düşünüyorlardı. Ben ona göre yetişmesine bakardım. Özen gösterirdim.

Ben Silivri'ye düştüm. Benim için yaşam, yükselmek ve düşmektir. Çok düşerim ve yüksek yerlere bakmıyorum. Ne zaman düşerim, bunları hesaplıyorum. Kimler beni terk edecekler, bunları kurarım. Bu sırada Yiğit'in korktuğunu duydum, birkaç gün Boğaz'ın ortasında teknede kalmışlar. Gereksiz korkmuşlar. Sonra Tayyip Erdoğan'a "esir" düştüler. Bana göre esirdi. Bir esir misli hareket etti. Öyle konuştu, hep yanlıştı. Bunları yaparlar, kendi tarihimden biliyorum..

BİNALİ’YE TÜM WASHINGTON KAHKAHALARLA GÜLMÜŞ

***

Öyle umut ediyorum, Karabulut Kemal ve karısı Silviya atıldıktan sonra, CHP’den onları atarken Öz'ü ve Levent Beyi ve birçok CHP milletvekilini atmayı unutmamak gerekir, CHP'de mevcut CHP’den pek az CHP'li kalmalıdır, onlar CHP haini'dirler ve Yiğit de isterse bu Kılıçdaroğlu cehepe'sine girebilir, sonra biz onu zamanı gelince yine çıkarırız.

***

Abbas Bey'le Yiğit yan yana geliyorlar. İkisi de Aydın Bey'e randevusuz giderler ve girerler. Yiğit, aileye damat idi, ayrıldı, eşi iyi bir kıza benziyordu, ancak kendilerinin işidir.

***

Cehepe mi her tarafta sanki "kar var" diyorlar ve hain olduğunu hep göstermektedir. Bugünkü, 22 Kasım, Karabulut Kemal'in konuşmasına bakın, Tayyip Beyefendi'ye bir hırsız demediği kaldı, bu dolarları nereden buldun, soruyorlar. O dolarları yeni mi görüyor ve hayır. Trump, Erdoğan’a “gel, buraya gel” demektedir ya ve Tayyip Beyefendi gidemiyorlar. Bin Ali'yi gönderdiler, şehirli değil ki, bir köylüdür. Bin Ali nasıl bilecek on beş yıldır sadece ihale vermektedir ve Tayyip Beyefendi'nin ihale bakanıdır. Olmaz, bence Mücahit Arslan gitmelidir. Az sonra, diyebiliriz. Cin Ali, pardon, benim "Cin Kadir Amcam" vardı, birden isimleri karıştırıyorum. Ne dedi Cin Ali, 15 Temmuz’a "darbe" değil diyorsun ey Amerika, "göster bana senedini" buyurdular, tüm Washington kahkahalarla gülmüştür. Olmaaz, bu iş Bin Ali ile olmuyor.

TAYYİP BEY İÇİN ŞİMDİ ÇOK ÜZÜLÜYORUM

Kemal Kılıçdaroğlu şimdi bir hanımın, Meral'in, gölgesine sığınmaktadır. Artık Tayyip Bey'e horozlanmaktadır. Tayyip Bey için şimdi çok üzülüyorum ve işte tam bu sırada "Mücahit Arslan" çıktılar. Annem şimdi olacak ki, Yaradan'ı bilir ve mutlaka anardı, "Yaradan" çıkacak zamanı bilen yaratıktır, derdi. Bildiler.

***

Bir yerden, İstanbul Belediyesi'ne şişman Uysal'ı bir küçük ilçeden bulup getiren bu adammış, Sivas katliamı katillerinin avukatı imiş, bunu Tayyip Bey'in bulamayacağını düşünüyorum. Sivas katliamı avukatı bu adam, bulunmaz bir adamdır ve bunu mutlaka Mücahit bulmuştur. Bir Tanrı savaşçısıdır. Bir de iyi koşmaktadır, başkan olur olmaz bir koştu ki, Tayyip Bey'e arkadan yetişti ve tuttu. Ankara'ya ise, Ankara dersaadet'tir, Ankara’dakinin daha adını öğrenemedim, görünüşü müezzine benziyor, Sincan'dan tecrübeliymiş, Sincan'da ünlü hapishane var, oradan getirdiler. Bu adamı da Tayyip Bey'in bulması zordur. Dersaadet'e Sincan'dan bir adam, işte İslam budur.

GÖREVDEN ALINAN AKP’Lİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI PARA İLE İYİ BİR AĞITÇI TUTSUN

***

Gel de Menderes'i hatırlama, "Odunu koysam" demişti, benzetmedir, laf hazirunu kast etmemektedir, başkentte, yapılan atamada müthiş bir tahrik var ve bu mücahidane bir iştir. Bu bir savaşçı'nın ve bir din savaşçısının işine benzemektedir. Yoksa on beş yıldır iktidardalar, adam mı bulamadınız ve bile bile tahrik ediyorsunuz. Burada muhatabımız Mücahit'tir. Hitap ediyoruz.

***

Belki daha da ötesidir, Balıkesir Belediye başkanı, yerini terk etmesi için, kendisini ve bütün ailesini, Amerika'da moda sözcükle taciz ettiklerini söylüyordu. Ve hüngür hüngür ağlıyordu; ağlamak mı, moda sözcükle, gözyaşları sel olmalıdır. Televizyon önünde ağladılar ve eve gidince, belki bir de ailece, maaile, bir daha ağladılar. Belki para ile iyi ağıtçı dahi tutmuşlardır. Olmaz, burada ağlamak ve sel görmek gerekmektedir. Atılan adamlara hırsız demiyoruz, katil hiç demiyoruz ve hiç suçları yok, sadece atıyoruz. O zaman ailecek ağlamamız gerekmektedir.

AKP’DEKİ DEĞİŞİMİNİN KANLI MI KANSIZ MI OLACAĞI AÇIK DEĞİL

***

Mücahit Reis'in mücahidane beyanatı işte budur, dinleyebilenler Ankara şoförleridir, alkış olup olmadığı kayıtlı değildir, Hürriyet Gazetesi'nin sabık Ankara büro şefi, Deniz Zeyrek tarafından kaydedilmiştir ve 16 Kasım tarihinde vuku olduğu ayrıca kayıtlıdır. Şudur: "Parti'nin üst yönetimi ve kabinenin ardından belediye başkanlarına el atıldı; bazı başkanlarımızın istifası istendi. Kongrelerin başlamasıyla beraber bazı il ve ilçe başkanlıklarında kısmi değişiklikler yapıldı. Yakın zamanda bunlar tamamlanacak. Daha sonra kongremiz olacak. Akabinde partinin üst düzey karar alma mekanizmalarında da bir kan değişimine gidilmesi muhtemeldir; MYK ve MKYK'da değişiklikler olabilir. Bu değişikliğin öncesinde ve sonrasında bir kabine değişikliği de olabilir. Tayyip Bey şekilde AK Parti'nin silkinmesini, eski dinamizmini tekrar yakalanmasını sağlamayı hedefliyor." Söyleyen Mücahittir. Çok güzel ve bir yerde bir cümle bozuk izlenimi veriyor ve öyle bırakıyorum. Açıklamada "akabinde bir kan değişimi" sözü de ediliyor. Kan değişiminin kanlı mı kansız mı olacağı açık değil, öylece bırakılıyor.

Şöyle devam ediyoruz: "Mücahit Arslan, önceki gün Ankara'da bir taksi durağını ziyaret etti. Taksiciler, kendisine haliyle belediye başkanlarının istifa sürecinin anlamını sordu. Uzun uzun yanıtlar verdi" Deniz Bey, herhangi bir alkış ya da "yuh" olup olmadığı konusunda ketum kalmıştır.

TAYYİP BEY BİR KENARA ÇEKİLME YA DA ÇEKİP GİTME ALTERNATİFLERİYLE KARŞI KARŞIYADIR

***

Ve şöyle devam etmektedir: "Geçmişte partilerin en büyük zaafının 'yozlaşma olduğunu söyleyen Arslan, Erdoğan’ın bu durumun AK Parti'yi esir almasını istemediğini söyledi. Arslan'ın taksicilerle sohbetinde öne çıkan mesajlar şöyleydi: Geçmişte hiçbir lider, hiçbir parti söz konusu olguyla mücadele cesaretini gösteremedi. Tayyip Bey, diğer liderlerin yapmadığı bir işe girişti. Başka biri olsaydı büyük ihtimalle beklemeyi ve iş içinden çıkılmaz bir hal alınca çekip gitmeyi ya da kenara çekilmeyi tercih eder." Demek "Tayyip Bey" için "oturup" bekleme veya ya da "çekip gitme" ihtimalleri vardı. Anlaşılan "Tayyip Bey" bu ihtimalleri reddetmiştir. Ya etmiştir ya da ikna edilmiştir. Bunları anlıyoruz.

***

Bir defa, bu açıklamada "sayın cumhurbaşkanımız" lafı yoktur. Bu laf, Fatih Portakal'ın, Portekiz'e "Portugal" diyoruz, ve de CHP genel başkanı ya da önde gelen yöneticilerinin sözüdür. Tayyip Bey de "sayın cumhurbaşkanı" sözünü tercih ediyor ve burada bir normalleşme var. Tayyip Bey'in normale indirildiğini ve sanki bu kararları almaya ikna edildiğini anlayabiliyoruz. Kararları aldığı için bir tebrik havası var. "Başka biri olsa büyük ihtimalle çekilmeyi, iş içinden çıkılmaz bir hal alınca çekip gitmeyi ya da bir kenara çekilmeyi tercih eder." Demek bu kararların alternatifleri budur.

Artık "Tayyip Bey", bir, bir kenara çekilme ya da çekip gitme alternatifleriyle karşı karşıyadır. Demek bunlar, düşünülmüştür. Mücahit Bey de düşünmektedir ve düşündürmektedir. Buradayız.

***

Mücahit Bey, şoförlere hitabetine devam ediyorlar. Taksi durağındayız "Mesela sizler bu taksi durağında birlikte çalışıyorsunuz". Ve ben, Mücahit Bey'in yerine sürdürüyorum. “Allah bilir çoğu kez 'aman küsmesin, kırılmasın' düşüncesiyle arkadaşlarınızın eksikliklerine sesinizi çıkarmıyorsunuzdur. Ama Tayyip Bey, uzun yıllar hukukunun olduğu, bakanlık veya belediye başkanlığını yapan arkadaşlarında görev değişikliklerine girmekten çekinmedi. Ne için? Elbette partimizin hayrı için. AK Parti, bu süreç sayesinde, 2019 seçimlerine yenilenmiş ve eski dinamizmini yakalamış halde girecek". Çok güzel ve bazı belediye başkanlarının tard edilmesi ve yerlerine Uysal ve diğerinin getirilmesi ile partimiz "yenilenmiş" olacak ve "eski dinamizmini yakalamış" olacaktır. Çünkü partide bir metal yorgunluğu vardı, dinleyenler şoför olduğu için "metal yorgunluğu" lafını anlıyorlar, demek ki parti, dinamizmini kaybetmiştir. Demek ki bu "parti", Tayyip Bey zamanında "metal yorgunu" yaşamıştır ve parti, dinamizmini yitirmiştir. İşte müdahale edilmiştir ve Tayyip Bey müdahaleye rıza göstermiştir ve böylece Parti, eski dinamizmini kazanma yolundadır. Kazanacaktır ve seçimlere, dinamizmini kazanmış olarak girecektir.

Bunu sağlayanlara teşekkürümüz vardır.

***

TRUMP, SARRAF'I SERBEST ETTİ VE TÜRK ÖZEL KUVVETLERİNDEN KORUYOR

Artık Odatv'den Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun sorularına başlayabiliriz. Yalnız bazı gelişmeleri hatırlatmayı yararlı buluyorum. Bir, sanık ve tutuklu bankacı Atilla'nın Amerikalı avukatı, Rıza Sarraf'ın artık sanık olmadığını ve tanık olduğunu haber vermektedir. İki, sanıklar ya bu arada tutuksuz sanık sabık bakan, İran'a, var olan ticaret yasağını ihlal etmekten yargılanmaktadır veya yargılanacaktır. Sanıkların hepsi İran'a ticaret yasağının ihlalinden suçlanmaktadır. Sözcü yazarı Zeynep Hanım ve araştırmacı yazar Erol Mütercimler, suçlamaların Erdoğan Hükümeti'ni hedef aldığı ve endişe verici olduğunu kaydediyorlar. Üç, sözcü İbrahim Kalın ise, Paris'te yaptığı bir konuşmada, bu tür yasakların, ihlal edildiğini, kabul etmektedir. Açıklamasında "ticaret hakkımızdır" havası var. İran'la ticaret sırasında, Amerika'nın koyduğu yasakları ihlal etmeye mecburduk, demektedir. Tayyip Bey de, 17-25 Aralık'ta Gülen'in açmak istediği davada bunlar vardı, engelledik, diyorlar. Ve Erdoğan, söyle devam etmektedir, "17-25 Aralık'ta hukuk kisvesi altında ülke tarihinin en büyük tuzaklarından birisi kuruldu. Başarısız olunca aynı tezgahı götürdüler Amerika'da kurdular". Demek ki Sarraf'ın itiraflarında bu dosyanın açılacağı tahmin edilmektedir. Binali Bey, bu açıklama için, şimdiden "uydurma" demektedir. Ve 17-25 Aralık davası dosyasının "tahrif" edildiğini ya de edileceğini şimdiden haber vermektedir.

***

İstanbul'da Amerikan Elçiliği konsolosu Metin Topuz, 17-25 Aralık davası dosyası için, dosyanın bulunduğu yere gitmişti. Dava dosyası Amerika'dadır. Belki Rıza, bu dosyayı açıklayacaktır. Ve dünya küçüktür. Ve Metin Topuz hapistedir. Tekrar ediyorum, Amerika'daki tanınmış televizyoncu Ferit Zekeriya, Amerikan hükümeti "darbe" olduğuna inanmamaktadır, dediler. Amerika inanmıyorsa, Türk ordusunu bilirler ve biz de "darbeleri" Amerika'dan öğreniriz. 27 Mayıs'tan habersiz göründüler ve yoksa, Amerika'ya habersiz mi yaptılar. Olur mu, böyle darbe olur mu; bazen hem yürür ve hem de dönerdik ve bunu söylerdik.

***

Bir de şunu ekleyeyim. Trump Sarraf'ı serbest etti amma çok iyi koruyorlar, henüz yerini öğrenemediler. Bin Ali Bey, "itirafçı" açıklaması yaptı, ağır bir sözdür, herhalde bu nedenle gizli tutarak Türk özel kuvvetlerinden koruyorlar. Belki yeni bir yüz vermeyi dahi düşünebilirler. Bu ara baktım, parlak bir çocuk ve Ebru'yu hep şeytan bulurdum, Türkçeyi güzel konuşan güzel bir oğlan bulmuş. Ama tabii böyle bir durumda yeni bir yüze ihtiyacı olabilir; ondan sonrasını bilemeyiz.

Bin Ali Bey açıklayacaklarının, Gülen tarafından dosya haline getirilenler olduğunu söylüyorlar, iki gözü sel olmuş, buna mı ağlıyor, bilmiyorum. Tayyip Beyefendi'nin görevlilerinden İbrahim Kalın, ‘İran'a ambargoları kırdık, bunu herkes biliyor, mecburduk’ yollu konuştular. Büyük Başkan, bunlar eski dosyalardır, buyurdular. Bunlar hızla döküldüler. Sarraf'ın sözlerinin özü, "ben kırmadım" efendim olabilir. Başkasına "itiraf" demeyiz.

Peki, sonrası mı, Trump tereddüt geçiriyor. Aslında Trump'ta bir yetki yok, Amerika'da yetki şu anda Ordu'dadır ve komutanların elindedir. Şimdiye kadar görülen şudur, bir Çin işkencesi var ve devamlı burkuyorlar.

Trump İslam'dan nefret ediyor ve fırsat biliyor, hedef almaktadır. Obama ile başladı, Çıkış'ta var, ayrıca “artık Türkiye'de Kürtler birinci kavimdir”, demiştim. Obama bunu başlattı ama "ılımlı islam" ile “radikal İslam” ayrımına biraz fazla takıldı. Trump böyle inceliklerden uzaktır, bir tür "kaçık", Truman 1947 Mart Ayı'nde bize ve Orta Doğu'ya İslam’ı getirmişti ve şimdi 2017 yılındayız, Trump’ın getirilen İslam ile sorunu var; onu silip ve süpürecek mi, göreceğiz.

***

ERDOĞAN, ATATÜRK’LE YAN YANA NATO HEDEFİ OLMAKTAN ŞEREF DUYDU

Çok kıssa bu özetten sonra Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun sorularına, geçebiliriz. Bir, Norveç'deki NATO tatbikatı sırasında, Atatürk ve Erdoğan "hedef" gösterilmiş, tatbikatta atışların hedefi sayılmışlardır. Bu, bizi NATO'dan atma niyetini gösteriyor mu ya da biz çıkıyor muyuz; Barışlar’ın sorusu budur. Cevabım "hayır" olmaktadır ve Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nda müttefiklere karşı savaşmış bir komutandır. Atatürk ile İngiltere ya da Fransa arasında savaş hali olmuştur. Onlar bizim hedefimizdir ve biz de hedefiz. Bir tatbikatta zaman zaman bunu kullanabilirler. Olur, biz de gerekirse bir nota veririz, karşı taraf da "özür" dilerler.

Hayır, bu nedenle NATO'dan ayrılacağımızı sanmıyorum. Ve 27 Mayıs'ta "NATO'ya CENTO’ya bağlıyız " demiştik. Yeni kurulan İYİ Parti de NATO'ya bağlılığını ilan etmişti. Türkiye'de muhtemelen TKP hariç, NATO'dan ayrılacak parti yoktur. Akepe muhafazakar bir partidir ve ayrılmaz, biliyoruz.

Tabii akepe başkanı Tayyip Bey, Atatürk ile yan yana "hedef" olmasından rahatsız olmuştur. Yalnız bu beraberlikten şeref duyduğunu tahmin edebiliyoruz. Ama ayrılık başkadır. Kaygılanmayın, boş yere üzülmeyin, ayrılmazlar.

HULUSİ AKAR’IN FOTOĞRAFI ÇOK ACI VE ONUR KIRICIDIR

***

Hulusi Bey ile ilgili sorumuza gelince, dışarıda yayınlanan bir fotoğrafta Genel Kurmay Başkanı Akar'ın, 15 Temmuz'da, askerler ya da subaylar, bir karargahta, boğazını sıkmışlar ve nerede ise boğazlamışlar, böyle bir fotoğrafı kullanılmış. Çok sıkmışlar. Bana göre bu çok daha acıdır ve onur kırıcıdır. Boğazı sıkılan adam, Genelkurmay Başkanıdır ve nerede ise öldürüyorlarmış. Derhal, Hulusi Akar görevini bırakmalıdır. Subayları tarafından boğazı sıkılan, kanlar içinde bırakılan, bir adam Genelkurmay Başkanlığında kalamaz ve kalmamalıdır.

Amirleri derhal istifaya davet etmelidir. Böyle bir kimse artık komutanlık yapamaz, diyorum. Bu hareket ile zavallı komutanın komutanlık hakkı ve onurunu elinden aldılar. Büyük bir talihsizliktir. Askerleri yaptıysa iş ve işi bitmiştir.

Bir "gazi" olarak arz ediyorum. Ben bir savaş gazisiyim. Bilerek arzımdır.

***

Jandarma biz sosyalistiz, elini uzatsana!

Ben ve biz, bunu çok söyleriz.

***

"Akepe bizi tekrar Kemalist yaptı". Sosyalist olarak "Kemalizm’i” çok eleştirdik, biz sosyalisttik. Ancak akepe'nin yaptıkları, islamist ve şeriatçı devlet kurmak istemesi, bizi tekrar Kemalist yaptı. Sosyalistiz, ancak akepe’nin yaptıkları karşısında, şeriatçı bir ülkeyi görür gibi olduk. Laik devleti kurana, Ata'ya, derin şükranımı duydum. Bunu ifade ettim. Sözümün eriyim.

BEŞ YAŞINDA BİR BEBEK BENİ GÖRÜNCE İZMİR MARŞI’NA BAŞLADI

***

Refik Albay'ım Ankara'ya da geliyor. Doktordur, buradaki hastalarını, bir hastanede görüyor, Albay'ım çok değerli bir doktordur. Bize de bakıyor ve dönüyor. Ve yakın zamanda, Balgat'ta hastanesinde beni de gördüler. Sonra Kıbrıs'a ve sonra İzmir'e esas yerine dönüyorlar. Teşekkürlerimle yazıyorum.

Balgat'ta hastanesinden çıkıyordum. Beş yaşında bir bebek, beni gördüler. Ve birden İzmir'in dağlarında, başladılar. Beş yaşında bebek ve İzmir Marşı'nı söylüyor; hem de etrafımda dönüyor. Sonra annesi, "Hocam kusura bakmayın, kalpak görünce, siyah astragan, Büyük Paşa'nın zaman zaman başındaki kalpağın benzeri, o gün başımdaydı, dayanamıyor, hem söylüyor ve hem etrafımda dönüyordu. Tayyip Bey, sağ olsunlar, var olsunlar, bu milleti belki yüz yaşına kadar Büyük Paşa'ya bağlı hale getirdi. Bu milleti Büyük Paşa'ya "tapınır" yaptı. Ve sen neler yaptın Tayyip Beyefendi, diyorum.

***

Jandarma biz sosyalistiz! Ver elini bana!

***

İzmir'in dağlarında güneşler açar. Ve bebeler artık bunu söylüyor ve dönüyorlar."