Abone Ol

Sedef Kabaş'tan Mektup: Bu Yargıya Güven Olur mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle 22 Ocak 2022’de tutuklanan gazeteci Sedef Kabaş, tutuklu bulunduğu Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nden Cumhuriyet’e mektup yolladı.

Sedef Kabaş'tan Mektup: Bu Yargıya Güven Olur mu?

Sedef Kabaş'ın Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nden Cumhuriyet’e yolladığı mektup şu şekilde:

“Eğer bir ülkede yargı bağımsızdır, diye beyanat verenler bizzat yargıya müdahale ediyorsa;

Eğer yargı kişilerin ne yaptıklarından ziyade kim olduklarına ve hatta kimlerden olduklarına bakarak değerlendirme yapıyorsa;

Eğer yargı kararları siyasi erkin baskısı ya da güç odaklarının talimatları doğrultusunda alınıyorsa;

Eğer mahkemeler sanıkları “bizden mi, değil mi”, “inançlı mı kâfir mi”, “kadın mı, erkek mi”, sıradan biri mi, popüler mi”, “ iktidara yakın mı, muhalif mi” diye kategorize ediyorsa;

Eğer bir Adalet Bakanı’nın ifadesi ile tutuklama ve hapis “siparişleri” veriliyorsa;

Eğer ifadeye çağrılması gerekenler gece yarısı operasyonları ile gözaltına alınıyorsa;

Eğer bir kişiye dair daha polis tarafından ifadesi dahi alınmamışken bir Adalet Bakanı hüküm veriyor ve bunu milyonlara ilan ediyorsa;

Eğer istisna olan tutuklu yargılama, delil karartma ve kaçma şüphesi olmayanlar için ve hatta hüküm giyse bile hapis cezası almayacaklar için cezalandırma aracı olarak kullanılıyorsa;

Eğer siyasi otorite mahkemelere ihtiyaç duymadan bunun “suçlu”, kimin “hain”, kimin “terörist”, olduğuna peşinen karar verebiliyor ve buna göre yargıya işlem yapılmasını emredebiliyorsa;

Eğer bir suça dair somut delil, belge, kanıt sunmadan yazılan iddianameler ile sırf “sakıncalı” diye birileri “siyasi rehin” olarak demir parmaklıklar arkasında tutuluyorsa;

Eğer nice cana mal olmuş suikast, linç, ağır İhmal, cinayet, katliam, terör saldırıları davaların kasıtlı biçimde örseleniyor, öteleniyor ve engelleniyorsa;

Eğer alt mahkemeler en üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesi kararlarını örneği olmayacak şekilde hiçe sayabiliyorsa;

Eğer ülkeyi yönetenler kendilerinin hukukun üstünde görüp “Anayasayı tanımıyoruz”, AİHM’e de kulak asmıyoruz tavrını sergileyebiliyorsa;

Eğer siyasi bir el bir gecede tek bir imza ile hukuka aykırı şekilde uluslararası sözleşmeleri iptal edebiliyorsa;

Eğer bakanlar “kırın kapıyı girin içeri”, “yıkın” geneline hukuk arkadan gelir yönlendirmelerini pervasızca yapabiliyorsa;

Eğer bir taraf yağma, talan, hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, “mala çökme”, rüşvet, yolsuzluk, uluslararası uyuşturucu ticareti, iman ticareti, silah ticareti, hedef gösterme, tehdit, linç, tecavüz, cinayet, teröre destek ve hatta terör suçlarını aleni şekilde işliyor ve bırakın ceza almayı haklarında soruşturma dahi açılmıyorsa;

Eğer bunları görüp de susmayanlar, eleştirenler, itiraz edenler, protesto edenler, ortaya çıkaranlar, haber yapanlar, kamuoyu ile paylaşanlar yine yargı araç yapılarak sindirilmeye, susturulmaya ve cezalandırılmaya çalışılıyorsa;

Orada yargıya güven olur mu?

Orada “Adalet mülkün temelidir” sözü inandırıcı bulunur mu?

Orada demokratik, huzur, barış ve refah dolu bir düzen kurulmuş olur mu?

Buz gibi gerçek, esasen bu sorular verdiğiniz yanıtlarda saklı...

Belki de o yüzden bir an için düşünün; kendilerini haklı gösterenler gerçek suçlu, suçlu ilan edilenler ise sonuna kadar haklı...”