Abone Ol

Sacit Aslan'ın Bir Masalda İki Kral Olmaz Kitabı 5. Baskıyı Yaptı

Sacit Aslan’ın yeni kitabı “Bir Masalda İki Kral Olmaz” “Kırmızı Kedi Yayınevi” etiketiyle yayınlandı. Kitap kısa sürede büyük ilgi gördü ve 5. baskıyı yaparak 30 bin satış rakamına ulaştı.

Sacit Aslan'ın Bir Masalda İki Kral Olmaz Kitabı 5. Baskıyı Yaptı

“Bir Masalda İki Kral Olmaz” kitabında ışıltılı magazin ve eğlence dünyasının hiç bilinmeyen sırları, kapalı kapılar ardında yaşananlar yer alıyor. Odatv'de kitapla ilgili bir inceleme kaleme alan Kaan Çağlayangöl bakın hangi detayları öne çıkarmıştı:

RÜYAM MOTEL, BELVÜ GAZİNOSU, MAKSİM GAZİNOSU

Sacit Aslan’ın 11 Mart 1953 günü başlayan yaşam öyküsü son derece ilginç ve renkli olaylara sahne oluyor. Maksim’de geçen çocukluk ve gençlik yılları, şahit olunan son derece ilginç olaylar, Sacit Aslan’ın tabiriyle kralların masasında geçen bir yaşam… Maksim Gazinosu’nun tarihsel arka planı ve Frederick Bruce Thomas’ın 1921 yılında Maksim’i açmasının öyküsünü yine bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Sacit Aslan’ın babası Fahrettin Aslan’ın çocuk yaşlarda Erzurum’dan İstanbul’a gelişi, İpek Palas Oteli’nde işe başlaması daha sonra Yeniköy’deki Rüyam Motel’i işletmesi ve sonrasında ise Belvü Gazinosu ile devam etmesi… Emin Yeyman’ın Fahrettin Aslan’a yaptığı ortaklık teklifi ve Mösyö Ligör’den alınan borç. Sacit Aslan’ın cümleleriyle “zirveye giden yolculuk, Maksim ortaklığının başladığı günler”. Bir süre sonra Emin Yeyman’ın ortaklıktan ayrılarak Maksim’deki kalan hisselerini Fahrettin Aslan’a devretmesi Fahrettin Aslan’ı tek patron haline getiriyor. Belvü Gazinosu günlerinde, haftada 3-4 gün sahne alan Zeki Müren’in 11 yıl boyunca Maksim sahnesine de çıkması ve sahne düzenine getirdiği yenilikler şüphesiz Maksim adını gittikçe büyütür. Maksim Gazinosu’nun başlangıç öyküsünün kısa özeti bu kadar demekle yetiniyorum. Daha ayrıntılı bilgileri kitabı okuyarak edinebilirsiniz.

ASKERİ DARBELER VE PARANIN EL DEĞİŞTİRMESİ

Sacit Aslan, kitapta sayfalar dolusu anıyı okuyucuyla paylaşıyor. Bu her açıdan çok güzel ve özel bir durumu ifade ediyor. Çünkü bir dönemin tanıklarının yaşadıkları yılları birinci ağızdan anlatmaları en doğal bilgi edinme yöntemidir. Birinci ağızdan ve içtenlikle… Sacit Aslan’ın anlatımı da tam olarak böyle. Dürüst, dobra ve sözünü sakınmadan…  Sacit Aslan’ın kitabın arka planında vermek istediği mesaj ve asıl anlatmak istediği, bir değişimi okuyucuya aktarmak. 1968 yılında Maksim Gazino’sunda, matine ve suarede toplam 110 bin lira hasılatın yapıldığı günlerde Taksim’de büyükçe bir dairenin fiyatının 25 bin lira olduğu dönemden söz ediliyor. Sacit Aslan’ın cümleleri ile devam edelim; “işte bu büyük hasılatı oluşturan hesapları ödeyen insanlar sıradan kimseler değillerdi. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in zengin insanlarıydı. Anadolu’dan İstanbul’a iş için gelen ve büyük paralar kazanan insanlardı.”

Her dönem olduğu gibi büyük toplumsal olaylar müziği, eğlence hayatını, elbette gazino ve müzikholleri değiştirdi. Aslında değişen sosyal statü sahibi insanların değişimiydi. Bu sosyal statü değişimi doğal olarak eğlence hayatı başta olmak üzere ülkedeki birçok şeyi de değiştiriyordu. Sacit Aslan’ın sözünü ettiği 12 Mart 1971 muhtırası ile birlikte artık güçlü olan yeni insanlar türemeye başladığı gerçeği gözler önüne seriliyor. Dolayısı ile gazinoların müşterileri de bu yeni insanlar olmaya başlıyor. Gazinolardaki her şey yeni zenginlerin zevklerine göre yeniden şekilleniyor. Sacit Aslan’ın tabiriyle; facia artık başlamıştır, öyle büyük rezillikler yaşanmaya başlar ki gazinoya gelen yeni müşteriler lahmacun söyleyip yanında da viski içmeye başlar. Tüm mesele paranın el değiştirmesi ve yeni para sahiplerinin zevksizliklerinin ön plana çıkıp gazino hayatını kendi zevklerine göre şekillendirmeye başlamasından ibaret. 12 Mart 1971’den yaklaşık 10 yıl sonra ise bu defa 12 Eylül darbesi olur. 12 Eylül sonrası Turgut Özal’ın ANAP ile yaşadığı iktidar yılları gelir. 12 Mart döneminde yeni para sahibi olan demircilerin yerini müteahhitler alır. Elbette sözü edilenler sıradan müteahhitler değildirler, burada sözü edilenler devlet ihaleleri ile büyük zenginlik elde eden müteahhitlerdir. Ülkenin eğlence hayatı paranın yeniden el değiştirmesi ile beraber başka bir yöne daha evrilir. Kalitesi daha da tartışmalı bir yöne…


ŞÜKRÜ BALCI, ANAP, İSMET SEZGİN, KUMARHANE DÖNEMİ

Maksim yıllar içerisinde birçok siyasetçiyi, bürokratı ve devlet görevlisini de ağırlar. Kitapta sözü edilen o isimlerden birisi de dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’dır. Fahrettin Aslan’la olan dostlukları bir süre sonra başka bir boyuta doğru ilerler. Karşılıklı çıkarların gözetildiği bir boyut… Şükrü Balcı ve Fahrettin Aslan arasındaki illegal ilişkiler 1984 yılında Fahrettin Aslan’ın tutuklanıp Mamak Askeri Cezaevi’ne konulması ile sonuçlanır. Babasının tutuklanması ile birlikte Maksim’deki tüm işler Sacit Aslan’ın sorumluluğu altına girer. Taşlık Maksim, Büyük Maksim, Caddebostan Maksim, Şadırvan Birahanesi… Bu esnada gazinonun assolistleri de ortadan kaybolurlar. Muazzez Abacı, Emel Sayın, Bülent Ersoy gibi isimler… İş öyle bir hale gelir ki Maksim Gazinoları açık fakat sahneye çıkarılacak assolistler ortada yok. Sacit Aslan, babasından kalan yüklü miktarda borcu da ödeyip üstüne gazinoları kara geçirip 12 ay sonra babasına işi teslim eder. Şükrü Balcı ve Fahrettin Aslan olayının detaylarını yine kitapta ayrıntılarıyla okuyabilirsiniz.

Kitaptan devam edelim;

Maksim Gazinosu 1960 yılından 2002 yılına kadar geçen 42 yıl içerisinde birçok devlet kademelerinden birçok ismi ağırlar. Başbakanlar, cumhurbaşkanları ve 12 Eylül döneminin milli güvenlik konseyi üyelerini… Elbette belirli bir prosedür çerçevesinde. Maksim’e ANAP başta olmak üzere çok sayıda milletvekili ve bakan da gelir. Bu siyasilerle oluşan dostluk bağı bir süre sonra gazinoların korunup kollanmasına da olanak sağlar. Sacit Aslan için mesafeyi korumak şartıyla bu bağların oluşup korunması elbette sürdürebilir bir durumdur fakat kendisinin sözünü ettiği mesafelerin yok olup ilişkilerin başka boyutlara gitmesi tercih ettiği bir durum değildir. İsmet Sezgin-Fahrettin Aslan dostluğunda olduğu gibi… 1990’lı yılların bir bölümünde, Türkiye’de kumarhaneler yasaldı. Ancak kumarhane açmak için oluşturulan yasal çerçeve her işletmenin kumarhane haline dönüşmesine imkan vermiyordu. 5 yıldızlı oteller bu konuda öncüydü. Tam da o dönemde Fahrettin Aslan gazinoya kumarhane lisansı almak istemiş fakat oluşturulan yasal çerçeveyi Maksim sağlamıyor iken İsmet Sezgin ve bazı diğer isimlerin yardımı ile çıkartılan 24 saatlik bir kanun ile Maksim kumarhane lisansını alır. O kanun 24 saat sonra yürürlükten kaldırılır. Büyük Maksim böylece kumarhane olmuş olur. Kumarhane meselesi, Hülya Avşar’ın annesinin kumara düşkünlüğü ve kumarhanelerin insanların hayatını nasıl mahvettiğini yine kitaptan ayrıntıları ile okuyabilirsiniz.

Kitabın en ilginç bölümlerinden birisi ise Cerrahi Tarikatı’nın o tarihteki lideri konumunda olan Muzaffer Özak, Mevlithanlar Cemiyeti Başkanı Nusret Yeşilçay, yine o yılların mevlithanlarından Ali Gürses ve Zeki Altın. Fatih’teki dergah, Tepebaşı’ndaki Cumhuriyet Pavyonu hadisesi bölümleri gerçekten kitabın belki de en ilginç bölümü.


FAHRETTİN ASLAN VE EROL SİMAVİ

Fahrettin Aslan’ın gazinocular kralı olduğu dönemde Erol Simavi de Hürriyet Gazetesi’nin sahibi olarak adeta bir medya imparatoruymuş. Tam da bu noktada bir kitap tavsiyesinde de bulunmak isterim. İrem Barutçu’nun yazdığı “Babıali Tanrıları: Simavi Ailesi” kitabını bu medya imparatorluğunu anlamanız açısından okuyabilirsiniz. Ayrıca Simavi ailesinin tüm öyküsünü bu kitapta bulabilirsiniz. Erol Simavi ve Fahrettin Aslan’ın bir münakaşa ile başlayan ilişkileri aslında Sacit Aslan’ın kitapta ayrıntıları ile anlattığı gazete reklamlarına dayanıyor. Yani reklamlardan elde edilen gelire… Erol Simavi uzun yıllar boyunca Maksim’in önemli bir müşterisi olmuş bir isim. İş artık öyle bir hale gelmiştir ki Erol Simavi gazinodaki programa bile müdahale edebilmektedir. Fahrettin Aslan’ın da bazı geceler Erol Simavi’yi arayarak ertesi gün çıkacak olan ve matbaada basımı devam eden Hürriyet’in birinci sayfasında değişiklik yapmasını istediği durumlar olurmuş. Hürriyet’in baskısı durdurulup o ana kadar basılan gazeteler kese kağıdı yapılırmış. Bunlar yaşanırken Hürriyet gazetesinde Oktay Ekşi başyazar, Nezih Demirkent ise genel yayın yönetmenidir. Olan biten bu olayları her iki isme de elbette anlatmak zor olmuş. Bu hadiseler nedeniyle Nezih Demirkent’le Simavi’nin arası ister istemez açılmış. Bir tarafta gazete patronunun isteğine göre değişen program, diğer tarafta gazino patronunun isteğine göre çöpe giden gazeteler. Kitapta yer alan “Çöküşe Giden Yol” bölümü Erol Simavi ve Fahrettin Aslan’la ilgili diğer önemli bilgileri de barındırıyor. Dikkatle okunması gerekiyor.


MİT RAPORU

12 Eylül sonrası, ANAP’ın iktidar olduğu ve gittikçe güçlendiği bir dönem. Turgut Özal döneminin başbakanlık müşaviri ve özel kalem müdürü Tevfik Ertürk’le Sacit Aslan’ın yaşadığı münakaşa, Hasan Heybetli’nin olaylı Maksim geceleri, Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’i vurması, Sadettin Tantan’ın dürüstlüğü ve cesareti de kitapta tüm ayrıntılarıyla yer alıyor. Dündar Kılıç, diğer kabadayılar, medya patronları ile olan ilişkiler, İlhan Selçuk-Dündar Kılıç dostluğu, 1987 yılında Mehmet Eymür imzasıyla başbakan Turgut Özal’a sunulan raporun içeriği ve ayrıntıları, bu raporda yer alan Necdet Üruğ ile ilgili satırlar, yıllar sonra Mehmet Eymür’ün bu rapor ile ilgili edindiği yanlış istihbaratı itiraf ederek özür dilemesi… Sacit Aslan’ın anlatımıyla; “MİT’in önemli isimlerinden birisi, yıllarca teşkilatta yöneticilik yapmış, “hataydı, özür diliyoruz” diyor. Peki, yaptığı diğer işlere nasıl güvenilecek? Onlarda hata yapmadığının garantisi var mı?

Sacit Aslan’ın kitabının en önemli kısmı bana göre kitabın 149. ve 150. sayfasında yer alan “Sonunu Kendileri Hazırladılar” adlı bölümde anlatılanlar. Kitaptan bir alıntıyla devam edelim; “Erol Simavi medyada başarılı olamayacağını anladığı an, bütün gücünü medyayı batırmak için kullanırdı. Keza Fahrettin Aslan da varını yoğunu eğlence dünyasını yok etmek için harcardı. İki hırslı ismin gençliklerinden itibaren büyük hırsları, kompleksleri vardı. Hiçbir şekilde mütevazılığın yakınından bile geçmezlerdi. Bütün bunları düşünüp yaşananları gözümün önüne getirdiğimde Maksim’in sonunu kendileri hazırladıklarını planlarını buna göre yaptıklarına ikna oluyorum. Gelecek günleri sezip, “benden sonrası tufan” diyerek adım attılar. Bu yaptıklarının zararı sadece onlara ve yakınlarına dokunmadı, bütün bir ülke etkilendi.”

SON SÖZ

Benim de çok önem verdiğim bir Zeki Müren röportajı vardır. Zeki Müren BBC’ye birisi 1976 yılında diğeri ise 1983 yılında olmak üzere iki röportaj vermiştir. 1983 tarihli Zeki Müren röportajının bir bölümünde şu ifadeler yer alır; “arabesk bir modadır, geçecektir. Türk Sanat Müziği’ni hiçbir etki yozlaştıramaz. Arabesk sezonluktur.” Sacit Aslan bu röportajın bir bölümüyle giriş yaptığı kitabın 13. bölümünde bu konuya uzun uzun değinmiş. Güzel bir analiz yapmış ve bu konuyla ilgili o dönem tüm olan biteni anlatmış.

Ne yazık ki olaylar Zeki Müren’in arzuladığı gibi olmadı. Aslına bakacak olursak olması da mümkün değildi. İşin müzik kısmını bu işten para kazanan plakçılar açısından değerlendirirsek o dönem yapılan arabesk plaklar ve kasetler vasıtası ile tuttuğunu gören Unkapanı patronları bu tarz müziklere yatırım yaptılar ve ortaya yeni yeni isimlerin çıkmasına neden oldular. Her yıl onlarca albüm plakçıların raflarında yerlerini aldı. Bir müziğin tutması ve toplumda yaygınlaşması için iki önemli unsur vardır. Bunlardan birisi plak, kaset, cd gibi müzik dinleme mecralarıdır. İkinci olarak ise sahneler yani gazino ve müzikholler bir müziğin tutması ve yayılması için olmazsa olmazlardandır. Arabesk için her iki unsur da başarıyla yerine getirilmişti.

Elbette arabeski sadece müzik olayı olarak algılamak yanlış olur. Arabesk giyimiyle, kuşamıyla, yaşam tarzıyla, dünyaya bakış açısıyla, hali ve tavrı ile bir kültür haline gelmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada nasıl rock’n roll, müziğiyle ve genel anlamda kültürü ile ortaya çıktıysa Türkiye’de de 12 Eylül’den önce başlamakla birlikte 12 Eylül’den sonra iyice alevlenmiş bir şekilde arabesk bir kültür ortaya çıktı. Arabesk müziğin ortaya çıkmasının en büyük sosyolojik nedeni elbette köylerden ya da küçük şehirlerden büyük kentlere göçün başlamasıdır. Sacit Aslan kitabının 13. bölümünde bu konuları ayrıntıları ile çok net bir şekilde ve açıkça anlatmış.

Sacit Aslan kitabında da belirttiği gibi Maksim’le birlikte Türkiye’nin yakın dönem tarihini anlatmaya çalışmış. Çünkü Maksim bir simge olarak hem ekonomik hem de kültürel çöküşün anlatabileceği en güzel örnek. Türkiye’nin son 70 yılında değişen kültür-sanat hayatını özellikle gençlere anlatmış. Bu kitap bana göre bir kaynak kitap niteliğinde. Bu kitaptan yapılacak onlarca alıntı ve çıkartılacak onlarca ders var. Bu tür içten, samimi, dobra, cesur ve doğru kitapların daha fazla yazılması dileğiyle.

SACİT ASLAN: 11 Mart 1953 yılından İstanbul’da doğdu. 1970 yılında Tarhan Koleji’nden mezun oldu ve 1971 yılında dil eğitimi için Londra’ya gitti. Ardından Türkiye’ye gelerek 1973 yılında yirmi aylık vatani görevini yapmak için askere gitti. Askerlikten sonra babası Fahrettin Aslan ile birlikte çalışmaya başladı. Hayatının 35 yılı Maksim gazinolarında geçti. Burada çekirdekten yetişerek 1984’de Maksim gazinolarının patronu oldu ve gazinolarının kapandığı 2002 yılına kadar bu işletmeleri yönetti.