Abone Ol

Onlar kovulmayı hiç düşünmedi: Gülay Göktürk, Salih Memecan, Sevilay Yükselir ve Cem Küçük

Cumhuriyet yazarı Zeynep Miraç, son dönemin çok konuşulan medya şahsiyetlerinin tasfiyelerine farklı bir açıdan yaklaşıyor.

Onlar kovulmayı hiç düşünmemişti!

İşte Zeynep Miraç'ın o yazısı...

George Orwell’in çok bilinen bir sözüdür. “Gazetecilik, başkasının basılmasını istemediği şeyi yayımlamaktır” der; “Geri kalan her şey halkla ilişkilerdir”. Türkiye’de gazeteciliğin halkla ilişkilerle sıklıkla iç içe geçmesi yeni değil. Kimi gazetecilerin iktidarın halkla ilişkilerciliğine soyunması da öyle. Bizim için yeni olan, bu gazetecilerin yolda bir safra gibi atılmalarını izlemek.

Bu yazının dört konuğu var. İktidarı destekledikleri süre boyunca gözlerini adaletsizliklere kapatan; sonunda görüp duymadıkları ne varsa yüz yüze gelen dört gazeteci. Bu dört kişi sıra dışı örnekler değil. Başı sonu belli bir yolda ilerlerken trenden ilk atılanlar. Gerçeğin peşinde koşarken hapse atılan, yaralanan, hayatını kaybeden gazetecilerin değil, gerçeği eğip bükenlerin yanında olmayı tercih edenler. Gelecek kuşaklar onları böyle hatırlayacak.

Tolerans herkese lazım


Koşulsuz destek verdiği AKP’nin gadrine uğrayan gazetecilerden biri, “eski Maocu, yeni liberal” olarak anılan Gülay Göktürk. 1949’da subay bir babanın çocuğu olarak doğdu. Fatih Kız Lisesi’nde okurken AFS bursu ile ABD’ye gitti. Vietnam Savaşı sürüyordu, Göktürk oradan Anti-Amerikancı bir dünya görüşüyle döndü. 1967’de ODTÜ’ye girdi. Sosyalist Fikir Kulübü’nde Sinan Cemgil’lerle, Hüseyin İnan’larla arkadaş oldu. Eylemler, işgallerle geçen yıllardı. Dünyayı değiştireceğine inanan gençlerin heyecanını ve tutkusunu taşıyordu. Okulu bıraktı. Aydınlık hareketine girdi, iplik fabrikasında çalışmaya başladı.

Solcu diye işten atıldı


Muhtıra verildi, Şafak Davası başladı. 1972’de girdiği cezaevinden iki yıl sonra, 1974 affıyla çıktı. Yeniden fabrikada çalışmaya başladı.

1977’de Aydınlık dergisi gazeteye dönüştüğünde işçi sayfasını hazırlıyordu. 2,5 yıl süresince her gün yayımlanan gazete, 12 Eylül 1980’de askeri yönetim tarafından kapatıldı. Gülay Göktürk ve onun gibi Aydınlık ekibinin içinde yer alan eşi Metin Göktürk için de bir devir kapanıyordu. Hareketten ayrıldılar.

Gülay Göktürk üniversiteye dönmeyi düşünmedi, ana akım gazetelerde denedi kalemini. Hem Güneş hem de Günaydın önce ona iş verdi, ardından ‘solcu geçmişini’ gerekçe göstererek vedalaştılar. Sırada hayata ve mesleğe sıfırdan başlayacağı bir adres vardı. Stajyer olarak girdiği Nokta dergisinde yıllar içinde genel yayın yönetmeni yardımcılığına kadar yükselmişti ki dergiyi Asil Nadir satın aldı. 1990 yılıydı, Gelişim Yayınları’nın sahibi Ercan Arıklı Aktüel’i çıkarıyordu. Önce Nokta’da bıraktığı unvanla başladı, ertesi yıl genel yayın yönetmeni oldu. Dört yıl sonra Yeni Yüzyıl’da, 1999’da ise Sabah’ta köşe yazarıydı.

‘Endişe verici’ gidişat


2003 yılında Tercüman gazetesine transfer oldu, gazete sonradan adını Bugün olarak değiştirdi. Bugün, Gülen cemaatine yakın duran bir yayındı. Göktürk 2014 Eylül’ünde 17-25 Aralık operasyonlarını eleştirip tavrını hükümetten yana koyunca ayrılık vakti geldi. Yeni adresi, ancak iki yıl yazabileceği Akşam’dı. AKP’nin liberallerle yolunun çoktan ayrıldığını unutup, Etyen Mahçupyan ile Yiğit Bulut arasındaki faiz kavgasında Mahçupyan tarafında yer alınca işinden oldu.

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, “Vicdani bir eşiktir” dediği Gülay Göktürk’ün tekrar yazmaya başlaması için köşesinden bir imza kampanyası başlattı. Sabah gazetesi kapılarını açsa da Göktürk artık yazmama kararı aldığını duyurdu ve Akşam’dan gönderilmesine dair “Bu kadar toleranssız olduklarını bilmiyordum. Benim için değil ama gidişat açısından endişe verici” açıklamasını yaptı. Başkalarından esirgenen adalet ancak kendisine gerektiğinde ses çıkaran tek kişi değildi.

Şimdi “Gidişat iyi değil” derken “Polis, Gezi Parkı’nda azgınca saldırsaydı 6 kişi ölür müydü?” diye yazdığını hatırlıyor mu acaba? Henüz bıyığı terlememiş çocuklar başlarına isabet eden gaz fişeği nedeniyle ölürken “Polisler, ekranları başında izleyen birçok insana ‘Bu kadar da acz olur mu’ dedirtecek kadar yumuşak ve sabırlı davrandı” dediğini hatırlıyor mu?

Kovulmasına neden olan yazıdan altı ay önce iktidara yakın medyanın seviyesindeki düşüşten bahis açmış, ‘kendisi dışında kimseyi yeteri kadar sadık bulmayan gazeteci tipi’ni eleştirmişti. “Kimin defterinin dürüleceğinin, kimin hangi vadede tasfiye edileceğinin televizyon ekranlarından ilan edildiği günler yaşıyoruz” demişti. İşaret ettiği kişi Cem Küçük’tü. Onun tasfiyesine de kısa süre kalmıştı.

Sonu komik olmadı
2016’nın ilk gününde artık emekli olduğunu ilan etti Salih Memecan. Ümit Alan, 6 Ocak’ta BirGün’deki köşesinden Memecan’ın 22 Nisan 2015’ten bu yana siyasi karikatür çizmediğini ancak kimsenin de dönüp “Niye çizmiyor?” diye sormadığını hatırlattı. Seveni sormadığı gibi sevmeyeni de tepki vermemişti buna. O da çatışmasızlıktan sıkılıp 2016’nın ilk gününde “Emekli oldum” deyiverdi. “Demek ki” diyordu Ümit Alan, “Bazı yandaş starları bizzat onları sevmeyenler yaratıyor, o isimler tepkilerle büyüyor.”

Bir zamanlar Erdoğan’ı evinde ağırlayan, eşi iki dönem AKP milletvekilliği yapan Memecan iktidar çevrelerinde gözden düşmüştü çoktan. Yine Alan’dan alıntılayalım: “Bir zamanlar ‘hoşgörü’ diye sunulan, aslında bir ‘zorunlu tahammül’ de olan bir devrin sonundayız. (...) Mizah gibi kökünde muhalefet yatan bir sanatı iktidarın hizmetine sunmuş Memecan’a bile tahammül edememeleri ondan”.

Tıpkı Gülay Göktürk gibi AKP’nin tahammül uçurumundan yuvarlanan Salih Memecan’ın Göktürk ile tek benzerliği bu değil. O da lisedeyken AFS bursuyla ABD’ye gitti. Gençliğinde devrimci hareketin içinde yer aldı. O da ODTÜ’lü, mimarlık mezunu.

Karikatüre kekeme bir çocuğun kendini ifade etme çabasıyla başladı. Çizdikleri, henüz üniversitedeyken CHP’ye yakın yayınlarda yayımlanmaya başladı. Doktorasını ABD’de tamamlayıp Türkiye’ye geri geldiğinde Nokta dergisinde çalışmaya başladı. Göktürk’ün aksine solcu olarak gittiği ABD’den serbest ekonomiye inanarak döndü. O da Nokta’nın ardından Sabah gazetesine transfer oldu. Ön sayfada siyaseti hicveden Bizimcity’i, arka sayfada ise Limon ile Zeytin’in maceralarını anlatan Sizinkiler’i çiziyordu.

Kimi güldürüyor?
28 Şubat’ta darbenin karşısında durdu, tam da o dönemde yeniden ABD’ye gitti. Uğradıkları haksızlıklara karşı çıktığı muhafazakâr çevreyle yakınlaştı. “Mağduriyetlerinden dolayı bir araya gelip konuşmuşuzdur. İnsanlar tanışarak, konuşarak birbirlerini daha iyi tanıyorlar, anlıyorlar. Uzakta kalınca yaftalıyorlar” diyecekti. Bu sırada Abdullah Gül ile dost oldu. ABD’de okuyan Emre Gül, Memecan’ların evinde kalıyordu.

Türkiye’ye döndüklerinde AKP iktidar olmuştu, eşi Nursuna Memecan ise AKP milletvekiliydi. Salih Memecan ise muhalif çizgilerini bir kenara bırakmıştı. Bizimcity’de kurşunlar şerife değil, ona karşı çıkanlara atılıyordu artık.

Önce meşhur kedi karikatürü nedeniyle Musa Kart’a, sonra Penguen ve Leman dergilerine dava açan Başbakan Erdoğan’ın en sevdiği karikatüristti artık. Onu 2008 yılında evinde ağırladığında en çok konuşulanlardan biri, Emre Aköz’ün Erdoğan’ın karşısında viski içebilmiş olmasıydı. Erdoğan’ın içki içen herkesi alkolik, milli içkiyi ise ayran ilan etmesine henüz birkaç yıl vardı.

Hükümeti eleştirince...
Memecan, 2010’da Medya Derneği’ni kurup ilk ziyaretini dönemin Başbakanı Erdoğan’a yaptı ve hapisteki gazeteciler, ifade özgürlüğü sorunları yerine Başbakan’ın basına sitemlerini konuştu. Cevabını Emrah Serbes’ten aldı: “Sen mizahçı olamazsın. Sen ancak Tayyip Erdoğan’ı güldürürsün.”

Limon ve Zeytin’le büyüyenler gün gelip yaşamlarına sahip çıkmak için Gezi Parkı’na toplandıklarında onlarla arasına “Eylemciler arasında işbölümü” karikatürünü çizecek kadar mesafeler girmişti: “Sen taş atacaksın. Sen Molotof kokteyli. Sen barikat kuracaksın. Sen öleceksin”. 28 Şubat’ın gadrine uğrayanlara gösterdiği hassasiyeti, onların mağdur ettiklerinden esirgiyordu artık.

1 Ocak 2015’te hükümete eleştiriler taşıyan bir karikatür çizdiğinde şaşkınlıkla karşılandı. Siyasi çizgileri ancak nisan ayına dek sürebildi. Ümit Alan’a göre emekli olan sadece Memecan değildi, aynı zamanda AKP’nin ‘bazı çevrelerle’ iyi geçinme devriydi.

Sen misin oyunu açıklayan?
Cansiperane mücadele verdiği bir oyundan beklemediği anda çıkarılanlardan biri de Sevilay Yükselir oldu. 7 Haziran seçimlerinden önce oyunu HDP’ye vereceğini açıklar açıklamaz Sabah gazetesinden çıkarıldı. Şaşırmıştı bu sonuca. ‘Şakşakçı koronun üyesi’ olmadığını söylüyor, AKP’li troller tarafından vatan haini ilan edildiğini söylüyordu. HDP’yle ilgili tavrının AKP tabanında olumlu karşılık bulmasını elbette beklemiyordu; ancak bu kadar çirkin bir reaksiyonla karşı karşıya kalacağını da tahmin etmiyordu!

Muhaliflerin dili
CHP milletvekili Şafak Pavey’e geçirdiği tren kazasıyla ilgili saldırabilen, Erdoğan’a tapındığını söylemekten çekinmeyen Sevilay Yükselir artık muhaliflerin cümleleriyle konuşur olmuştu.

1973’te Malatya’da Alevi bir ailenin kızı olarak doğdu Sevilay Yükselir. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okudu. Habertürk’te Çapraz Ateş programını hazırladı; Olaylar ve Gerçekler programında Fatih Altaylı’ya moderatörlük yaptı.

Altaylı’ya kırgın
Kanaldan ayrıldı; o da tıpkı Memecan ve Göktürk gibi Sabah yazarı oldu. Zaman gazetesine verdiği söyleşide getirdiği kulis bilgilerini yazması için Fatih Altaylı’ya ilettiğini ama artık kendisi için çalışmak istediğini anlattı. Altaylı’ya kırgındı; görüş ayrılıkları hep olmuştu zira Altaylı milliyetçi bir görüşe, kendisi ise liberal çizgiye yakındı.

Erdoğan kusura baktı
Annesinin, babasının CHP’li olduğunu açıkladıktan sonra Sabah’ta izleyeceği yolu “Kendimi AK Parti demek için zorlayamam” diye anlatmıştı,; “Zaten Sabah’a gelmişim, yandaş diye görünüyorum. Bu saatten sonra bir de AK Parti yazarsam bittim ben. O yüzden Başbakan kusura bakmasın.”

Ancak Başbakan kusura baktı. Emekli olmayı umduğu Sabah’la yolları ayrıldı. Bu kararı saygıyla karşılıyordu ama ardından gelen bir başka kararı kabullenemiyordu:

“Ben işten kovulduktan 1 gün sonra oğlumun Star Medya Grubu’nda 5 yıldır görev yapan babasının da işten atıldığını öğrenmesi ve ona yaşatılan bu travmayı asla kabul edemiyorum. Star Grubu’nun patronu ve Ethem Sancak’la çok iyi tanışırız. Çok sohbetlerimiz olmuştur abi-kardeş. Bana derdi ki hep; ‘Benim yolum Hz. Ali yoludur. Onun gibi yiğit, delikanlı olmaya çalışıyorum’. Hiç kusura bakmasın Ethem Abi ama benim aldığım tavır dolayısıyla çalıştığım gazetenin benimle ilişiğini kesmesini gerekçe gösterip oğlumun babasını işten çıkarması bir Hz. Ali yolu değil, olsa olsa Hz. Ali’nin evlatlarına zulmeden Yezid’in yoludur!”

Kazanın doğurduğuna inanmakta güçlük çekmeyenlerin öldüğüne inanmakta zorlanışıydı bu tepki.

Cumhuriyet