Abone Ol

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır: Kürtler ilk defa Kürt partisine bu yapılır mı itirazı içinde

Araştırma şirketi KONDA'nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır Kürtlerle ilgili çarpıcı bir analiz paylaştı.

Kürtler, Kürt partisine bu yapılır mı itirazı içinde

Türkiye'nin güvenilir kamuoyu araştırma şirketlerinden KONDA'nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır, yaşanan dönemi “Küresel ara buzul dönemi” olarak tanımladı.

Ağırdır, umutsuz ve belirsizlikten kurtuluş için iktidardan muhalefetine “yeni bir ütopya üretmeli ve bunun siyasetini örgütlemeliyiz” dedi.

"Kürtler ilk defa 'Kürt partisine bu yapılır mı' itirazı içinde diyen Ağırdır, "Kürtler, HDP’ye ya da ardından gelecek olan başka partilere sahip çıkacaktır. Ama mesele sadece oy verme davranışı değil.

Mesele asıl olarak; Türkiye bu gerilimi taşıması mümkün mü, bu meselenin sürdürülmesi mümkün mü" ifadesini kullandı.

Mezopotamya Ajansı'ndan Sedat Yılmaz ve Bilal Güldem'e konuşan Ağırdır'ın açıklamalarıın bir bölümü şöyle:

Gündem çok hızlı değişiyor. Meclis’te Urfa Milletvekili Osman Baydemir’e cezai yaptırımla sonuçlanan “Kürdistan” tartışması ile başlamak istiyorum. Güvenlik siyaseti nereye gidiyor, ne oluyor?

AK Parti iktidarında “Kürdistan meselesi” devletin eski reflekslerine geri döndüğünü gösteriyor. 40 yıl geriye… İşin siyasi bir manevra tarafı var. O da şu; AK Parti İktidarı özelikle 2013’ten itibaren çok düzenli bir biçimde muhalefeti ötekileştiren, giderek “şeytanlaştıran” ve “milli”lik kavramı üzerinden kriminalize ederek onları hataya zorlamayı siyasi taktiğe döndürdü. Önce HDP içindi, şimdi CHP için aynı dil ve kelimeler konuşuluyor. Selahattin Bey (Demirtaş) için kullanılan cümleler, Kemal Bey (Kılıçdaroğlu) için de kullanılmaya başlandı. Bu dilin gerisinde felsefi bir çalışma ve ideolojik yaklaşım olduğunu sanmıyorum. Doğrudan 2019 seçimlerine yöneliktir. 2019 seçimlerinde muhalefete gidecek oy veya AK Parti tabanındaki olası çözülmenin önüne geçmek içindir. Muhalefeti hep bir yere kilitleme taktiğidir. İşin ideolojik tarafı ise, Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenlikçi yaklaşımı, bakışı yeniden Kürt meselesine galebe çaldı. Konuşulan şey yeniden güvenlikçi yaklaşımdır.

Daha somut bir yerden bakarsak, güncel aktörler üzerinden HDP şöyle, PKK böyle, Kürt siyaseti şu… tabi bazı şeyler söylenebilir; ama Türkiye’nin kendi Kürt meselesinde önemli bir değişim var. Neydi o değişim; son 3-4 yıldır Kürt meselesi giderek Türkiye’nin meselesi olmaktan çıkıp uluslararası katmana denk geldi. Artık üç katmanı var. Anayasal, Türkiye toplumunun kendi içinde uzlaşması, bölgesel ve küresel tarafı var. Dolayısıyla eskisinden daha karmaşık bir hale geldi.

Oysa birkaç yıl önce kendi içimizde halletmeye çalıştığımız bir sorun…

Evet, Akil İnsanlar heyetinin Samsun’a, Trabzon’a, Denizli’ye gönderdiğimiz gibi 3 sene 5 sene sonra yeni bir süreç başladığında Paris’e ya da Londra’ya da göndermek zorunda kalabiliriz. Ya da en azından Suriye’ye, Irak’a göndermek zorunda kalabiliriz. Küresel boyutu var. Artık meselenin küresel aktörleri var ve giderek daha karmaşık bir hale geliyor.

Geriye gidişin dünyayla bağını kuranlardansınız…

Meseleyi yalnızca siyasetin güncel hareketleri üzerinden okumak ve anlamlandırmak kolay değil. Devlet bu problemi karmaşıklaştıkça bütün dünyada başka konularda da olduğu gibi yeniden ulus devlet reflekslerine geri dönülüyor. 80’lere, 90’lara kadar bildiğimiz, gördüğümüz ulus devlet modeline tutunuyor. Yeniden bildiğimiz “her şeyi kontrol edebileceği, gündelik hayatı kontrol edebileceği, siyaseti kontrol edebileceği” bir çaba içerisinde. Bu sadece Türkiye’de de böyle değil. Ben buna “küresel ara buzul dönem” diyorum. Bütün dünya bugünün daha karmaşık olduğu, kentli hayatına ya da daha hızlı internetin, bilişimin, ulaşımın olduğu; kırlardan kentlere göçlerin bu kadar büyük olduğu; ülkelerarası, kıtalar arası göçün bu kadar büyük oranlara vardığı; Dolayışla da adaletsizliklerin de aynı oranda, her ülkede, her toplumda, ülkeler arasında veya ülkelerin kendi içlerinde veyahut iklim değişikliği, kuraklık gibi; küresel terör, küresel göç gibi yeni problemlerin olduğu bir yerde, yeni çözüm yolu bulamadıkça insanlık ve bütün ülkelerde bu otoriter, şoven, ulus devlet modeline geri dönüş gözleniyor.

Dünya ile paralel seyreden bir gidişat yani…

Küresel ara buzul dönem… Trump’ın seçilmesini de çok tesadüf görmüyorum. Aynı problemler var. Dolayısıyla Türkiye hem kendi, hem Kürt meselesi, hem de gelir dağılımındaki adaletsizlik, eğitim veya sağlık politikalarındaki sorunluluk gibi bir sürü problem için de geçerli. AK Parti iktidarından olan meseleler var; ama bütün dünyadaki gelişmelere paralel seyreden bir şeyler var. Bu karmaşıklığı devletler, dönüşerek aşmak yerine insanlık şimdi böyle bir ara dönemle yeniden eski ulus devlet kodlarına geri döndü. Tek tipçi, merkeziyetçi hayatın her alanını denetleyen, usullerine geri dönerek bu işleri halledeceklerini sanıyorlar.

Hükümet bu politikalarla sonuç aldığına mı inanıyor. Yoksa kendisini yapmak zorunda mı hissediyor?

İnandıklarını sanıyorum. Daha doğrusu şöyle; insanlık 60’lardan itibaren, iletişim, dönüşler vs. bütün bu hayatla çağ değişip sanayi toplumu diye tanımlayabildiğimiz hikaye, bilgi toplumu ya da postmodern dünya… Adını ne koyarsanız koyun başka bir dünyaya döndü. Dünya, tıp, teknoloji, yönetim birimleri, reklamcılık, medya gibi birçok alanda her şey değişti ve buna uygun yeni yapılar oluşuyor. Sorun şu ki, dünyadaki devlet modelleri hala sanayi toplumunun kurguladığı devlet modellerdir. Devletlerin bu noktada yeniden değişmesi lazım diyorum. İnsanlığın krizi bir bakıma bu. Biz bugünkü hayata uygun, katılımcı devlet ve hukuk sistemlerini üretemedik. Ve bunu üretecek, ya da bunu savunacak siyaset adamaları, bilim insanları da ortada yok. Yani insanlığın önünde bir ütopya eksikliği var. Gündelik hayatta yaşadığımız başka bir hayat ama bu hayatı yöneten kurallar ve mekanizmalar ise halen sanayi toplumunun hayatı. Basit bir sayı söyleyeyim; 80’de Türkiye nüfusunun yüzde 55-60‘ı köylerde, kırda yaşıyordu. Bugün kırda yaşayan yalnızca yüzde 7. Nüfusu 2 binin altında olan yerleşim yerlerinde yaşayanlar yüzde 16. Yani, yüzde 84’ü kentli. Hatta 84’ün 50’si yani toplam nüfusun 50’si 11 metropolde.

Kürtlerin yüzde 48'i 5 metropolde yaşıyor

Kürtleri ele alalım mesela. İstanbul, İzmir’de beyaz Türkler gördüm. Beyaz Türkler, Kürtlere baktığında aşiret mensubu, töreler, gelenekler diyor… Kendince filmlerde edindiği bir izlenim. Kimse şunun farkında değil! Belki Kürt siyasetçiler de farkında değil. Bugün Türkiye’deki Kürt nüfusunun yüzde 49’u yani yarısı 5 metropolde yaşıyor. İstanbul, Diyarbakır, Van, Mersin, Ankara. Şimdi yüzde 48-49 Kürt nüfusu buralarda. Dolayısıyla İstanbul’daki Kürtün aşiret, töre gibi o filmlerde kalmış ya da 60’ların köy hikayelerinde romanlarında, edebiyatında kaldığı hikayelerin bugün gerçeklikte karşılığı yok. Ama buna uygun da yeni bir hayat modeli de üretilemedi. Ne yönetimlerde, ne toplumsal mekanizmalarda, ne dayanışma mekanizmalarında… Kastettiğim şey bu.

90’larda 'Değişmemiz lazım' diyen vardı

Oysa böyle yeni bir model başladığı zaman 80’lerde 90’larda devletlerin demokrasinin içindeki insanlarda yarıya bölünmüştü. Değişmemiz lazım diyen vardı. Çözüm süreci sırasında bir sürü eski general çıktı, röportajlar verdi. Şunu başardık, bunu başardık ama bunun siyasetin başarması lazım dedi. Bundan kaynaklı bu iş bitmedi, vesaire diyorlardı. O zamanlar bürokrasi, bugüne taşınırken 90’larda 2000’lerde dünyada da Türkiye’de de böyle düşünen bürokratlar vardı. Ama o bürokratların ve siyasetçilerin yöntemleriyle problemler çözülemedi. Çünkü yöntemler tam doğru kurgulanmamıştı. Çözülemedikçe eski refleksleri olan bürokratlar, kadrolar şimdi hakim. Dolayısıyla bugün ‘memnunlar mıdır, inanıyorlar mıdır’ diyorsan; evet, buna inanan ve bundan memnun olan eski bir zihniyetin sahibi kadrolar iş başında. O vali, o müsteşar, o genel müdür gerçekten böyle bir kontrol yöntemi mekanizmaları içinde Kürtlerin hiçbir talebinin artık siyasallaşmayacağının umudunu taşıyorlar. Buna da inanıyorlar. Asıl mesele şu; Bu durumun sürdürülebilir olup olmadığı. Bu durumun sokaktaki gerçek hayata karşılık düşüp düşmediği. Benim kanaatim fiilen içinde yaşadığımız gündelik hayata karşılık düşmüyor. Yani bugünün dünyasında Türkiye’de bile neredeyse yetişkin hemen herkesin elinde cep telefonu ve hemen internete girilebilme imkanının olduğu dünyada … 1980’de Türkiye’de bütün telefonlar, başbakanın masasındakiler dahil 425 bin adetti. Bugün 18 yaşını geçmiş 56 milyonun elinde cep telefonu var ve internete girebiliyor. Bugünün hayatını 80’lerin mantığıyla, bütün medyayı denetleyeceğim o haberi çıkar, bu yazıyı koyma, bu fotoğrafı çıkar, televizyondaki o görüntüyü buzla, pratik olarak mümkün değil. Onun için sürdürülemez. Bir yerden sonra patlayacak. Ruhumuz başka bir şey yaşıyor, bedenimiz başka bir yerde.

Bu uygulamaların memnuniyet yarattığına dair bir de tez var. Laboratuvar olarak kullanılan Kürt illerindeki kayyum meselesinden bahsediyorum. İktidar sahipleri halkın son derece memnun olduğu ileri sürüyor. Sizin saha bilginiz ne diyor veya siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir hizmet olup olmadığını bilmiyorum. İnsanların eleştirileri olabilir veya şimdi de eleştirmiş olabilir. Veya kendisinin oy verdiği belediye başkanını da o zaman eleştiriyor olabilir. Ama eleştirel olması, kendi iradesinin dışında bir iradenin duruma hükmetmesine de izin veriyor anlamına gelmez. Örneğin çok başarılı bir kayyum da çıkabilir! Gerçekten adam çok başarılı işler de yapabilir. Ama bu seçimler geldiği zaman o yörede, o mahallede yaşayan insanların kategorik olarak böyle davranacakları anlamına gelmez. Bizim gördüğümüz şudur; Kürtlerin içinde ya da Kürt yurttaşların zihin dünyasında önemli bir kırılma oldu. 2013’lerden itibaren… Tabii ki Kürt sosyolojisi üzerine çok daha geniş kapsamlı bir çalışma yapmak lazım; ama bildiğim kadarıyla bu konuda en çok yapanlardan biri biziz.

Gözlemlediğim şey şudur; sosyolojik olarak baktığınız zaman Kürtlerin içinde bir dindarlığı ya da Müslümanlığı daha öncelikli olarak tanıyan insanlar, kümeler vardır. Bir de elit, seküler bir hayatı ve seküler bir fikri öne koyan dolayısıyla hayatta kimlik dediğiniz zaman önce ‘Kürdüm ben’ diyen insanlar vardır. Bir de oldum bittim, düzene, egemenlere daha yakın kümeler vardır. Oldum bittim, düzene, egemenlere muhalif kümeler var. Dolayısıyla o düzene, egemenlere yakın padişahlarda, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de böyle. O düzene yakın Kürtlerin Cumhuriyet dönemindeki partilere her zaman Adalet Partisinin içinde, ANAP’ın içinde… Hani deniyor ya, ‘Kürtler ne istediler de olamadılar’ bakan da oldu vesaire... Evet, bunların içinde temsilcileri olmuştur. Muhalif siyasetçiler oldu.

Kobane ile ilk defa Kürt kimliğine sahip çıkma gibi bir fikri dönüşüm oldu

Ama 2013’ten itibaren şöyle bir kırılma oldu. Özellikle Kobanê’deki süreçte dindarlığı, Müslümanlığını kimlik olarak daha önde tutan Kürtlerde bile hayat tarzları sekülere çevirdikleri için değil, HDP’nin ekolojik politikalarını anladılar da ikna oldular, oy verdiler diye değil. Ama ilk defa Kürt kimliğine ve Kürt partisine sahip çıkmak gibi bir fikri dönüşüm oldu. Dolayısıyla o fikri dönüşüm yalnızca AK Parti’ye eleştirel bakmaya, başlamaktan ibaret değil. Hem zihni kırılma, hem de gönülde başka bir dönüşüm oldu. Şimdi de aynı şey Barzani meselesi ya da Barzani’ye karşı Kuzey Irak’a karşı, Suriye’ye karşı Türkiye’nin ya da Türkiye’yi yöneten iktidarın tutturduğu dil meselesi. Dolayısıyla oy verme davranışı diye baktığımız zaman Kürtler hala HDP’ye sahip çıkıyor, sahip de çıkacak. Onun için HDP’nin önünde bir baraj problemi olacağını sanmıyorum.

Kürtler ilk defa 'Kürt partisine bu yapılır mı' itirazı içinde

HDP’nin bütün politikalarını onayladıkları anlamına gelmiyor. Hendek politikalarını onaylıyor anlamına da gelmiyor. Kürt yurttaşların içerisinde de PKK’ye eleştiri çok. Eleştirmemek ye mümkün değil. Mesela sadece PKK veya HDP meselesi değil. İlk defa Kürtler ‘ulan Kürt partisine de bunlar yapılır mı? Benim kimliğimin partisine de bu yapılır mı?’ diye bir itiraz içinde HDP’ye ya da ardından gelecek olan başka partilere sahip çıkacaktır. Ama mesele sadece oy verme davranışı değil. Mesele asıl olarak; Türkiye bu gerilimi taşıması mümkün mü, bu meselenin sürdürülmesi mümkün mü? Veya Kürtlerin oy verdiği belediye başkanlarının 2019 seçimlerinde de dolayısıyla bu oy verme davranışında ki gözlemimiz doğruysa; muhtemelen bu illerde, kentlerde, ilçelerde HDP veya bu siyasetin temsilcisi belediye başkanları kazanacak… Seçim sonrası yine mi kayyum atanacak bu sürdürülebilir bir durum değil.