Abone Ol

Karar'ın yayın yönetmeni, Yalçın Küçük ve İlber Ortaylı'ya sert çıktı

Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, Prof. Dr. Yalçın Küçük ile Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya tepki gösterdi.

Karar'ın yayın yönetmeni, Yalçın Küçük ve İlber Ortaylı'ya sert çıktı

Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, "İbn Haldun" ile ilgili olarak kaleme aldıkları yazıları nedeniyle Prof. Dr. Yalçın Küçük ile Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya tepki gösterdi.

"Isırgan zekâsıyla soruna değiniyor' diyerek Prof. Yalçın Küçük’ün İbn Haldun’a ilişkin görüşlerine referans veriyordu Ortaylı. Oysa Yalçın Küçük’ün geçenlerde odavtv sitesinde çıkan yazısı aynı konuda daha önce yazdıkları gibi, İbn Haldun’a yönelik ilgiyi Yahudi komplosuna bağlayan tipik bir 'son dönem Yalçın Küçük' absürtlüğüydü" diyen Kiras, "Ama tabii siz isterseniz, Mukaddime çevirilerine falan boş vererek, İlber Hoca’yı dinleyip Yalçın Küçük’ün yazdıklarını okuyabilirsiniz" ifadesini kullandı.

İbrahim Kiras'ın "Kâtip Çelebi, Yalçın Küçük, İlber Ortaylı" başlığıyla yayımlanan (10 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Osmanlı toplum yapısında olumsuz yönde bir değişimin ve toplum kesimleri arasında anlaşmazlık belirtilerinin görülmeye başlandığı tarih Kâtip Çelebi’ye göre hicri 1063 yılıdır. Daha doğrusu, padişahın durumun vahametini gördüğü tarih. Bu tarihten önce en son 1053 yılında bütçe dengesi sağlanmıştır. Yani tam on yıldan beri gelir gider dengesi bozulmuştur; gelir azalmakta, giderler artmaktadır.

Yaşanan sorunun sebeplerinin ve çözümünün araştırılması için, o günün hükümdarının talimatıyla, devlet yöneticileri seferber olurlar. Birbiri ardınca yapılan toplantıların neticesi olarak bu konuda görüşü ve önerisi olan herkesin bildiklerini ve düşündüklerini paylaşması çağrısı yapılır.

Bunun üzerine, devrinde Hacı Halife adıyla da anılan Kâtip Çelebi -görevden kaçmak olmayacağından- konu hakkındaki fikirlerini “Düstur’ul Amel” başlıklı küçük bir risale şeklinde kaleme alır.

Söz konusu risalenin girişinde “birtakım kurallarla birbirine bağlanmış insanlardan oluşur” diye devlet kurumunu tarif eden Çelebi (dolayısıyla) devletlerin de insanlar gibi büyüme, duraklama ve gerileme devirleri geçirmek zorunda olduklarını söyler.

Bilahare tarihçi Naima’nın da daha sonraları “Naima Tarihi”nin mukaddimesinde (devrin aydınları arasında bilmeyen yoktur diye herhalde, Hacı Halife’nin adını anmadan) aynen tekrarlayacağı bu ifadeler aslında İbn Haldun’un Mukaddimesine dayanmaktadır ve Osmanlı devrinin en bilinen iki “Haldunist”inden biri Kâtip Çelebidir. (Diğeri de Naima.)

Ahmet Cevdet Paşa da çoğunlukla “Osmanlı Haldunistleri” listesinde adı anılan bir tarihçimizdir ama bugünün en ünlü tarihçisi İlber Ortaylı, entelektüel portresinin mütemmim cüzünü Haldunizm oluşturur diye bildiğimiz Cevdet Paşa’nın aslında İbn Haldun’un fikirlerine uzak olduğunu yazdı geçen hafta Hürriyet’te. Herhalde okuyanların kafası karışmıştır.

Yetmezmiş gibi, “ısırgan zekâsıyla soruna değiniyor” diyerek Prof. Yalçın Küçük’ün İbn Haldun’a ilişkin görüşlerine referans veriyordu Ortaylı. Oysa Yalçın Küçük’ün geçenlerde odavtv sitesinde çıkan yazısı aynı konuda daha önce yazdıkları gibi, İbn Haldun’a yönelik ilgiyi Yahudi komplosuna bağlayan tipik bir “son dönem Yalçın Küçük” absürtlüğüydü. Yahudilikten bahsetmediği satırlarında İbn Haldun’un aslında önemli bir düşünür veya bilgin olmadığını kanıtlamak için birbirinden renkli kanıtlar ileri sürdüğü o yazıda Yalçın Küçük, “Hürriyet’te bir Pazar sayfası aldılar, kaç’a; şimdi kimin için ve ne yazıyorlar, pek bilemiyorum” diye İlber Hoca’dan da söz ediyordu... Ortaylı’nın yazısı bu siteme cevap herhalde…

Yeri gelmişken söyleyeyim: Yalçın Küçük sadece bugün değil belki her zaman orijinallik peşindeydi ve bu yüzden geçmiş yıllarda kaleme aldığı tuğla kitaplarda da -mesela Aydın Üzerine Tezler’de- yaptığı atışların ancak küçük bir kısmı isabet kaydederdi ama artık işi iyice deliliğe vurduğu için olsa gerek, şimdi attıklarının tamamı karavana!

Sevimli profesörümüzün “ısırgan zekasını” takdir etmemek elde değil tabii. İsabet oranı belki yüzde birden fazla olmasa bile geçmişte yazdıklarının da bu “yüzde bir”in hürmetine dikkate alınması icap eder. Bunları daha önce de söylemiştim. Ergenekon yargılamaları sırasında tutuklanmasına da itiraz eden bir yazı yazmıştım.

Eski günlerin hatırına Yalçın Küçük’ün bugünkü tuhaflıklarına da kulak asmamak yanlısıyım. Bu yüzden yukarıda sözünü ettiğim yazısına ilişkin tepkimi yalnızca birkaç “tweet”le göstermiştim. Ama İlber Ortaylı’nın yazdıklarını görünce birkaç lakırdı da burada edeyim istedim. (Bu arada “İbn Haldun’u anlayabilmek için Bedevi coğrafyasını dilbilgisi ve edebiyatıyla tanımak gerekir” sözü gençleri korkutmasın. Ortaylı Hoca’nın standart cümlesidir bu, her konu için bunu söyler. Yoksa hepimiz okuduk Mukaddime’yi. Anlamak için Bedevi kültürünü bilme şartı falan yok.)

Ortaylı’nın referans verdiği yazıda Prof. Küçük, ayrıca, İbn Haldun’un İslam dünyasında ve Batıda 1952’ye kadar bilinmediğini iddia ediyor! Bu tarihte Mukaddime’yi İngilizceye çeviren ve İbn Haldun’un Batı kamuoyunda bilinmesini sağlayan Rosenthal, diyor Yalçın Küçük, Yahudidir ve Mukaddime müellifinin dünyada tanınması için Yahudiler gayret göstermişlerdir. Bu gayretin sebebini açıklamıyor ama Tunuslu bilginin adının Türkiye’de bir üniversiteye verilişinin de İsrail’i sevindirdiğini söylüyor!

Konuyu Yahudiliğe bağlama kısmı tamamen deli saçması, bunu konuşmak gereksiz. Mukaddime müellifini Arapların bilmediği ve reddettiği, Türklerin 1950’lere kadar tanımadığı iddiası ise ancak paralel bir evrende ciddiye alınabilir. İbn Haldun kendi çağından itibaren her dönemde Arap dünyasının entelektüelleri tarafından iyi kötü ele alınıp tartışılmıştır. Türklere gelince... Osmanlı aydınlarının İbn Haldun’a gösterdikleri ilgiyi belki ancak Marksistler Marx’a göstermişlerdir!

Kâtip Çelebi ile Naima örneklerini yazının başında zikrettik. Tunuslu bilginin İstanbul’daki şakirtlerinin sayısı sınırsızdır. Mukaddime’nin ilk Türkçe tercümesi 18. yüzyılda Şeyhülislam Pirizade Mehmed Sahib Efendi tarafından yapılmıştı. Altıncı faslı, yani üçte birlik kısmı eksik olan bu tercüme 19. yüzyılda Ahmet Cevdet Paşa tarafından tamamlanmıştı. İlber Ortaylı’nın “İbn Haldun’la alakası yok” dediği Cevdet Paşa…

Peki, madem Osmanlı aydınları İbn Haldun’la bu kadar ilgiliydiler neden bu kadar geç çevrildi Türkçeye Mukaddime? Bu sorunun cevabı basit: Osmanlı aydınları Arapça okuyabildikleri için tercümeye ihtiyaç yoktu. Zaten eserin elyazması nüshalarının en fazla İstanbul kütüphanelerinde bulunması Osmanlı aydın zümresinin Mukaddime’ye ilgisinin ispatı. Nitekim Rosenthal de çevirisini İstanbul kütüphanelerinde bulunan muhtelif yazmalar üzerinde çalışarak tamamlamıştı.

Cumhuriyet devrinde Z. Kadiri Ugan’dan başlayarak birçok yeni çevirileri yapıldı Mukaddime’nin. Süleyman Uludağ çevirisi akademik olarak en yetkini. Uludağ’dan önce Turan Dursun’un eksik kalmış çevirisi, sonra Sevim Belli’nin Fransızcadan yaptığı çeviri var. Halil Kendir çevirisini görmedim, bir şey diyemiyorum.

Unutmadan, Pirizade-Cevdet Paşa tercümesinin yeni harflerle baskısını önce Klasik Yayınları, sonra Türkiye Yazma Eserler Kurumu yaptı.

Son olarak: İbn Haldun’un Umran İlmi dediği doktrin veya teorik analiz metodu üzerine yapılmış en iyi çalışma -hâlâ- Ümit Hassan’ın eseri.

Ama tabii siz isterseniz, Mukaddime çevirilerine falan boş vererek, İlber Hoca’yı dinleyip Yalçın Küçük’ün yazdıklarını okuyabilirsiniz…