Abone Ol

İstanbul sosyetesindeki tılsımlı takıların sırrı ne?

Araştırmacı Aytınç Altındal'dan dehşete düşüren açıklamalar. Altındal, Medyafaresi yazarı Arda Uskan'a konuştu!

İstanbul sosyetesindeki tılsımlı takıların sırrı ne?

Sarsıcı tespitleri ile gündem yaratan ve çok yakında ‘Hilafet ve Cumhuriyet’ isimli yeni kitabını çıkaracak olan Aytunç Altındal, bu kez Medya Faresi yazarı Arda Uskan’a, geçmişten İstanbul sosyetesine kadar uzanan gizemli olayları anlattı.

ARDA USKAN/ MEDYAFARESİ

Sevgili Aytunç, inanılmaz şeyler anlatıyorsun yıllardır… Önce şu ‘İstanbullu ailelerin taktıkları tılsımlardan’ başlasak, ‘mumya yemeğe’ kadar gitsek. Nedir işin ‘tılsımı?’

İstanbul Boğazı aslında bu konularda son derece ilginç bir yerdir. Bu işin ustaları diyorlar ki, ‘doğa bize nehirler, dağlar, ovalar aracılığı ile çok şey anlatır ama biz bunları anlamıyoruz. Ve bunun üzerine Geomancia’ye dayanan bir yorumlama tarzı çıkarmışlar ortaya. Ve bu gerekçeyle dünyanın çeşitli yerlerini dolaşmışlar…

Ve İstanbul Boğazı’nı kestirmişler gözlerine…

Evet aynen öyle olmuş. Boğaz’ın gökyüzünde bir yansıması olduğunu fark etmişler. Bunu aslında bizler de hissederiz zaman zaman. Ama gündelik hayatta farkına varamayız tam anlamıyla. Boğaz’ın üzerinde atmosfere dayalı bir değişim alanı var.

Bu iddianın elle tutulur kanıtları var mıdır?

Bundan 3 sene önce İstanbul Boğazı’nın gökyüzüne vurmasının çok yoğunlaştığı  bir dönemdi, Geomantristler İstanbul’a geldiler. Ve şehrin köklü aileleri ile görüşmeler yaptılar. Ellerinde, telden yapılmış küçük bir spiral ve üzerine konmuş minik bir pırlanta olan takılar vardı. Dediler ki, ‘bunu bir yıl süreyle üstünüzden çıkarmayın, bütün işleriniz çok iyi gidecektir. Bununla yukarısı ile yaratıcı fikir alıverişinde bulunabilirsiniz!’ Bizimkiler de taktılar…

İşleri iyi gitti mi bari?

Evet o insanlar gerçekten de son derece değişik ve güzel bir yıl yaşadılar. Karşılarına çıkan tüm sorunları çözdüler. Ruhsal olarak da çok iyi bir sene geçirdiler. Dedim ya Boğaz’on üstü bir tür manyetik alan. Bu tel ve pırlanta aracılığı ile o manyetik alanla temas kurulabildiği için, kendini çok daha enerjik hissediyorsun ki bu olmayacak bir şey değil. Mesela yıldırım düşüyor, paratoneri koyuyorsun, elektrik toprağa geçiyor. Amerikalılara göre dünyanın en önemli Geomancia merkezlerinden biri kesinlikle İstanbul Boğazı.

Hangi aileler bunlar?

Eski, köklü İstanbul aileleri demekle yetineceğim. Zaten bu işleri bilenler, seçkin insanlar oluyorlar. Her hangi birilerine Geomancia desen…

Peki sen buna inanıyor musun?

Ben inanabilirim çünkü  kozmik ve atmosferik yapılar, insanların üzerinde çok etki yapabiliyor. Hava her gün kapalı olsa, mesela ben İskoçya’da oturuyorum, hava her gün kapalı, basıyor insana. Demek ki hava durumu bile atmosferik şartlarda insanın ruhsal dengesini etkiliyor.

Peki Necromancy kelime anlamı olarak nedir?

A.A; Necro ‘siyah’ demek. Yani ‘kara.’ Ölüm de, karanlık bir olay. Ve bu gerçekten çok tehlikeli, çok zor ve çok az yapılan bir büyü şekli. Haliyle bunun da çok az sayıda üstadı var. Büyünün ağzından konuşursak, büyü diyor ki “Sen beni kötü bir amaç için kullandın, o zaman ben seni yok ederim…’

Bir daha soruyorum, Sen bütün bunlara inanıyor musun gerçekten?

Ben sadece onların bakış açılarını naklediyorum sana. İnanıp inanmak değil benimkisi. Ama ‘yapılırken gördün mü dersen, evet gördüm!’  Sovyetlerde bulunduğum dönemde bile gördüm. Orada Djuna isimli çok ünlü bir kadın doktor vardı. Büyünün hazırlım safhasını göstermişti bana… Büyü yapılacak insanın vücudundan bir parça alınıyor. Bu, en kolayı olduğu için genellikle saç telleri oluyor. Tırnak oluyor…

Ben daha çok, İstanbul’da necromancy olayları var mı onu merak ediyorum!

Olmaz mı? İstanbul’da yapılan necromancy’lerde genellikle tek bir bitki kullanılıyor, bunun adı Mandrake… Çok zor bulunan ve çok değişik bir ot. Mandrakeye sonraları ‘adam otu’ demişler. Küçük bir insan boyunda. Ben 64 santimliğini gördüm. Mandrake beş bin senedir kullanılıyor. ‘Topraktan gelen insan’ diye bir zamanlar tapmışlar bile bu ota. Daha çok toplu mezarların bulunduğu yerlerde yetişiyor. Dolayısıyla insan ruhunu emerek yetiştiğine inanılmış.

Bu ot insan vücudunu, kanını  gübre gibi kullanmış olabilir mi?

Kim bilir, belki… Mesela mezarlığın sağ ucunda bir tane, ortasında bir tane olabiliyor. Eğer üçüncüyü bulurlarsa orası artık kutsal bölge sayılıyor. Necromancy ruhlarla kurulan temas aslında. Ölümcül temas da olabilir, senin hayatındaki bilgileri ele geçirmek için de olabilir?

Allahtan öyle kayda değer sırlarım yok…  Peki işlem nasıl yapılıyor?

Otun dibine, kazdıkları yere hayvan kanı döküyorlar ve ondan sonra aç köpekleri getiriyorlar. Köpek kan kokusundan eşeleye eşeleye mandrakeye kadar geliyor. Ama köpekler bitki ile temas ettiği zaman ölüyor. Bütün bunlardan sonra ot çıkartılıyor topraktan… Daha sonra mandrakeyi bir insan ölüsünün üzerine koyuyorlar. Ot, o ölü sayesinde ruhlar alemiyle aracılık yapıyor, iletişim kuruyor…

Sanırsın ot değil, medyum!

Bir bakıma… Böylece bitkinin aracılığı ile bir insanın hayatındaki gizleri ortaya çıkarabiliyorlar ya da ölümcül bir büyü yapabiliyorlar. Bu yöntem bütün dünyada ünlüdür ve ‘İstanbul tipi necromancy’ diye bilinir. Şimdi bana ‘bizde kimler yapıyor’ diye isim sormaya hazırlanıyorsun boşuna çeneni yorma, söylemem!

Anlaşıldı.  Peki şu ‘mumya yeme’ hikayesi nedir?

Bu olay 2000 sene öncesine eski Mısır’a kadar dayanıyor. Mumyaların yapıldığı zamanlarda. Avrupa’da 18. yüzyıla kadar süren bir gelenek var bunlarla ilgili. Ama son yıllarda yine ortaya çıkan bir gelenek bu. Mumyaları toz haline getirip, tozları enfiye gibi çekiyorlar, ya da kaşıkla yiyorlar. Ve bunun afrodizyak etkisi yaptığına inanıyorlar. Eski Mısır’da krallar, ölünün mumya tozunu altın kaşıkla yermiş! Özellikle Fransa’da, zenginler ilginç olmak için yapıyor bunu. Osmanlı döneminde, İstanbul’da da böyle bir vaka olmuş. Bir Fransız Büyükelçisi, Mısır’dan bir tabut getirtiyor ama zaptiyeler yakalıyorlar. “Nedir bu, ne yapıyorsun” diye soruyorlar. Yıl; 1728’ler… Büyükelçinin adamları diyor ki; ‘Bu mumyadır, hediye olarak Fransa’ya götüreceğiz!’ ‘Ölünün hediyesi mi olur’ diyerek, bizimkiler alıp gömüyorlar mumyayı. Çok para ediyor çünkü Fransa’da. Satıyorlar bunları.

Bir de cesetlere ilgi arttı  diyorsun!

Artık mumya yiyiciler yok belki günümüzde ama bir ceset borsası modası var dünyada. İnsan kemiklerini, kafataslarını alıp satmak çok yaygın bir hale geldi. Pul koleksiyonu gibi. Bu işin özel sektörü var. Ne iş yaparsın “Efendim cesetçiyim” diyor herif. Bir takım garip tarikatlarla başladı bu iş, şimdi özellikle Avrupa’da çok yaygınlaştı. Bildiğimiz insan iskeleti kemikleri satıyorlar. Paris’ te Berlin’de  Zürih’te  böyle dükkanlar var.  Kapitalizmin sınırı yok, özel sektör sınır tanımaz. Ne bulursa satar, herif ceset de satıyor artık.

Ceset dedin de, cesetle cinsel birleşme olayı nedir?

Tabut açılıyor ve Necromancer ölünün yanına yatıyorlar. Bundan sonra da Necromancer gerekli çağrı ve hitabeleri okuyarak bir şeytanlar ve ruhlar kalabalığını davet ediyor. Bu şeytanların içinde Hecate ilk tercih edilendi. Bu işlemler için en uygun ve uğurlu zamanın, dolunayın, yani ayın onüçüne tesadüf ettiği zamanlar olduğu kabul ediliyor. Ruha, bedene girmesi ve neromancer’in sorularına cevap vermesi emrediliyor. Merasim bitip, istenilenler elde edilince aynı şekilde çağırılmaması için ceset yakılıyor. Necromancy ritüellerinin başka bir şekli de Nercomancer’ın cesetle cinsel birleşmede bulunmasıdır. Bu işlemin de, spermler vasıtasıyla ruha hayat vereceğine inanılır.

Peki günümüzde de var mı?

Klasik Necromancy’nin hala pratik edildiğine dair bazı deliller vardır. İngiliz basınında sık sık, tahrip edilmiş mezarlarla ilgili haberlere rastlanır. Ayrıca Londra’nın Highgate mezarlığında çeşitli sebeplerden dolayı resmi olarak açılan mezarların bazılarında, ölülerin rahatsız edilmiş olduklarına dair açık deliller görülmektedir.