Abone Ol

Hanefi Avcı: Baykal'a komployu cemaat yaptı!

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı gündeme dair çarpıcı açıklamalar yaptı.

Hanefi Avcı: Baykal'a komployu cemaat yaptı!

Yeni Yüzyıl gazetesinden Gül Kaba'ya konuşan Hanefi Avcı, çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. İşte Gül Kaba'nın röportajı...

DEVRİMCİ Karargâh Örgütü soruşturması kapsamında tutuklanarak üç yıl cezaevinde kalan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Tahir Elçi cinayetinin tamamen bir kaza olduğuna inanıyor. Çözüm süreci ve Kürt sorununda çözüm için ‘Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğini belirten Avcı , Dink’in öldürülmesinden cemaatin bilgisi olduğunu dile getirdi.

■ Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

- Tutuklanmaları yanlış bir karar. Çünkü bir ülkede toplumsal ve kamusal yaşamda düşünce özgürlüğü en temel şeydir.

■ Tahir Elçi’nin ölümüyle ilgili ne söyleyeceksiniz?

- İşkence ettiğim söylendi. Bu yalan ve yanlıştır. Kendisinin de böyle bir iddiası olmadı hiç. Ben kendisini sadece basından tanırım. Ayrıca böyle bir şeyi ailesine, yakınlarına söylemesi gerekirdi. Sorgulamada güya ben ona demişim ki, “Simon konuştu, sen neden konuşmuyorsun?” Simon olgusu, ben 2010’da kitap yazınca ortaya çıktı. Tahir Elçi’nin yakalanması 1988’de. O zaman Simon denen bir kavram yok. Avukatı diyor ki, ben işkence yapıp gidip namaz kılıyormuşum, geri gelip işkenceye devam ediyormuşum. Bu da öyle büyük bir yalanki ben Diyarbakır’da namaz kılmıyordum. Cezaevinde namaza başladım. Bunların yalan olduğu çok açık, ne yapmak istiyorlar bilmiyorum. Şöyle bir şeyi iddia ediyorum. Diyarbakır’da o dönemde kimseye işkence etmedim, zaten ben o birimde çalışmıyorum. Tahir Elçi’nin öldürülmesine gelirsek çok açık kaza olduğu gözüküyor. Bir defa orada basına yansıyan kamera görüntülerinde polisler yakalayabilirlerdi. Silah kullanmalarına izin vermeyebilirlerdi. Polis vuramamış, enteresan tabi, polis yanlış müdahale etmiş deniyor fakat polis böyle müdahale eder zaten. Polis olayı bilmiyor aslında Tahir Elçi’nin açıklama yaptığı sokağa girip koşarken ayağına ateş edip dur demesi gerekirdi. Ama vuramamış atlayıp yakalaması gerekir ama yapamıyor, heyecanından diye tahmin ediyorum. Tahir Elçi kaza kurbanı olmuş. O çatışma tamamen tesadüf ve kaza. Kendisi PKK üyesi falan değil. Elçi, Güneydoğu’daki olayları yazan, anlatan, PKK’yı da eleştiren biri. Demokratik birisi. Çok üzüldüm öldürülmesine. Aklı olan herkes kaza olduğunu anlar, devleti suçlamanın bir anlamı yok. Kazanın dışında bir şey olması mümkün değil. Çok kişinin kıblesi Pensilvanya olmuştu

■ 17 ve 25 Aralık sürecinden sonra Türkiye’de ne değişti?

- Aslında 17-25 Aralık biraz geç kalınmış bir olaydı. Güçlü bir yapı olan cemaat fazla olgunlaşmıştı. Devleti ele geçirmişlerdi. En önemli organları yargı ve emniyet, cemaatin elindeydi. 17 ve 25 Aralık’ta cemaat devlete böyle bir operasyon yapmasaydı, devlet de cemaate bu denli operasyon yapmazdı. Devlet, ‘Bize yapamazlar, karşı çıkamazlar’ olarak bakıyorlardı. Eğer cemaat 17 ve 25 Aralık’ta operasyon yapmasaydı zaten bir-iki yıl içinde devleti tamamen ele geçirecekti. Hiçbir şey yapmalarına gerek kalmayacaktı. 17-25 Aralık, cemaatin ne kadar güçlendiğini gösterdi. Toplum belki çok görmüyor ama toplumun önünde olan birçok kişi kıbleyi Pensilvanya’ya çevirmişti. Herkes cemaate ait kurumlara yönelmişti. Herkes cemaat kurumlarına danışıp iş yapıyordu. Toplum cemaatin gücünü görmüştü. Arka planda çok daha fazlasının olduğunu düşünüyorum. Oraya biat mektuplarının gittiği, temsilcilerin gidip geldiği çok oluyordu. Türkiye’de devlet çok ciddi anlamda hiçbir zaman olmadı. Cemaat baştan beri devlete karşı hep kontrollü oldu, devleti kullandı. Aralarının iyi olduğu dönemde bile kaset ve tapeler var. Deniz Baykal kaseti mesela... Baykal’a komployu cemaat kurmuştur. Başbakan’ın ofisine böcek konması da cemaatin işidir. En bariz örneği MİT’tir, devleti direkt hedef almıştır. Devlet, 2012’den itibaren cemaate karşı daha tedbirliydi ama hiçbir cemaat imamının takip edilmemiş olması da tedbirin yeterli olmadığını gösteriyor. Cemaatin yaptıkları detaylı incelenmemiş. Belki de cemaat buna müsaade etmedi.

■ Bugünün ‘Simon’u kim?

- Tabii her dönemin bir Simon’u olduğu gibi, her toplumun da Simon’u var. Mühim olan karşının suçunu okumak değil, kendi tarafının suçunu görmek. Şimdi cemaati eleştirmek kolay, zor olan hükümeti eleştirmek. Hükümeti sevmemek değil, bir yanlışı eleştirmek, doğruyu bulmak noktasında önemlidir. Hükümetin içinde olup hükümetin yanlışlarını söylemeyenler, yine aynı şekilde cemaatin içinde olup cemaati eleştirmeyenler bugünün Simonları’dır.

■ Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer Dink cinayetinden müebbetle yargılanıyor.

- Bu dava, ‘Keşke böyle yürümese’ dediğim davalardan biri. Gelecekte sıkıntı olacağını düşünüyorum. Ben şuna inanıyorum; cemaat İstanbul’u ele geçirmek istiyordu. Genel olarak Ankara’yı ele geçirmişti fakat İstanbul’u ele geçiremedi. İstanbul’daki yönetim, yaptıklarıyla beğeniliyordu. Bunları yıpratıp alamıyorlardı. İstanbul başarısız olsun diye her türlü bilgiyi eksik veriyorlardı. Hep de eleştiriyorlardı. Hrant Dink olayı olunca fırsat bildiler ve İstanbul’u ele geçirmeyi amaçladılar. Bu soruşturmayı da hep etkilediler. Cemaat bu olayı biliyordu. Ama bilgilerin İstanbul’a aktarılmasını engellediler. İstanbul’daki istihbarat, başarısız olursa kendilerinin geleceğini düşündüler. Ama birebir cinayetle ilgileri var diyemem. Bu dava biraz abartılı açıldı diye düşünüyorum. Savcıların, geçmişte cemaatin yaptığı yanlışları yaptığı kanısındayım.

Öcalan serbest bırakılmalı

“Çözüm süreci olmadan Güneydoğu’daki olayları yönetmek mümkün değil. Bu siyasi bir olay. Siyasi olaylar, hiçbir zaman polis, asker ve savcıyla çözülmez. Türkiye Cumhuriyeti yıllardır olaya yanlış bakmaktadır ve hiçbir sonuca ulaşamamıştır. Siyasi yönden çözmeye kalkışsalardı bu noktaya gelinmezdi. İlk defa Türkiye çözüm süreciyle farklı bir bakış açısı kazandı. Keşke devam etseydi. Bu süreci bozarak devlet hata etti. PKK’nın hataları tabii ki vardı. Ama süreç devam etmeliydi. Devlet kendi başlattığı süreci gerektiği gibi sahiplenmedi. Burada hükümeti eleştiririm. Süreci baltalayan konuşmalar yapıyorlar. Barış süreci devam etmelidir. Süreci hızlıca götürüp hemen uygulamaya koymak gerekiyordu. Ama halkın ve basının tepkisinden dolayı devlet gizlice ve yavaş ilerledi. Oysa çekilme süreci yasalarla desteklenip hızlandırmalıydı. Yani biz PKK’ya bakarak süreci yürütmemeliydik. Biz kendimize göre yürütüp mutlaka silahların bırakılmasını sağlamalıydık. Kolay bir süreç değildir ama güzel ilerliyordu. Anadilde eğitim ve Abdullah Öcalan’ın çıkması isteniyorsa bu makuldür ve hukuken yolu açılmalıdır. Öcalan, kesinlikle serbest bırakılmalıdır. AİHM’in kararı var zaten, cezaevi sürecinde olumlu süreç varsa iyi hal uygularsın; açık cezaevine çıkar ya da ev hapsine, sokağa çıkar. Şu ana kadar Öcalan’ın tavrı, barış sürecinin götürülmesi yönünde olumluydu. Devletin, toplumun iyiliği ve kan dökülmemesi için çıkması gerekiyorsa serbest bırakılmalıdır. Herkes burada risk almalıdır. Yoksa bu ülke her zaman kaybeder. Kahramanlık hikâyelerini bir kere bırakmalıyız. Kendi içimizde kardeş kavgamızı önleyecek şeyler geliştirmeliyiz. Abdullah Öcalan, bu ülkeye hizmet edecekse bir an önce serbest bırakılmalıdır.”

Yeni kitap Ocak'ta

“Şimdi bir kitap hazırlıyorum. Cezaevinde yaşadıklarım, cemaatin benim üzerimde kurduğu komplolar, belgeleri ile birlikte olayları anlatan bir kitap. Muhtemelen Ocak ya da Şubat’ta çıkacak. Yaptıkları hukuksuzluklar unutulmasın diye belge ve dokümanların olduğu bir kitap olacak.”