Abone Ol

Fadik Sevin Atasoy'u Pedro Almodovar neden öptü?

MEDYAFARESİ FOTOGALERİ- İzzet Çapa'nın ünlü oyuncu Fadik Sevin Atasoy ile yaptığı röportaj çok konuşulacak. Peki Fadik, o eşek arısının üstüne neden oturdu?

Fadik Sevin Atasoy'u Pedro Almodovar neden öptü?

İZZET ÇAPA

Sokak ortasına pazar günü kurduk koltuğumuzu,ben kahvemi Fadik şampanyasını aldı eline başladık sohbete

Her ne kadar son derece zeki ve ağırbaşlıysa bir o kadar da ’deli kız’ olan Fadik Sevin Atasoy’la deli dolu ama dopdolu bir muhabbet yaptık. Antonio Banderas’tan girdik, Müjde Ar’dan çıktık, Almodovar ve Kaşıkcı elmasının civarlarında da dolaştık. İtiraf etmeliyim ki, Fadik kız’a ben hayran kaldım…

Fadik Sevin Atasoy'un fotoğrafları için tıklayınız

Önce ‘Mavi Pansiyon’ dan başlayalım istersen… Son filminden söz eder misin biraz…

Yönetmeni  Nezih Ünen.. ‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’ belgeselini izlemiş, bayılmıştım. Nezih’in ilk uzun metraj filmi bu… Ama işin komedisi ne biliyor musun? Filmde Özlem Tekin bir oyuncuyu ben de bir piyanisti canlandırıyorum.

Hayatta da tam tersi diyorsun. Tan Sağtürk de varmış…

Neyse ki Tan, oyunculuğun yanında gerçek işini de yaptı ve çok güzel bir tango sahnemiz oldu onunla.

Filmi çekerken ilginç bir şeyler geldi mi başına?

Sorma… Gece yarısı  kumsalda çekimi bekliyoruz.  Üzerimde beyaz, tiril tiril bir elbise... Bir ara yere oturmuşum, tam da eşek arısının üzerine... Bir acı ki anlatamam… Nasıl canım yanıyor, nasıl zonkluyor.

Eşşek arı… Adı  üstünde zaten… Sonra ne oldu?

Herkes bir şey söylüyor.  Ama Özlem Tekin yetişti imdadıma. Doğanın çok içinde, doğayla haşır neşir yaşıyor ya…Doktora falan gitmeme gerek kalmadan çözdü işi.

Ne yaptı?..

Buz... Buz koydu eşek arısının soktuğu yere, ağrı sızı kalmadı.

Aklımızda bulunsun bir gün lazım olur. Peki neden Fadik? İsmin yani…

          Babam ile Topkapı elmasını  çaldık

Şimdi benim babam oyuncu ve yazar ya…

Sönmez Atasoy…  O da efsane tiyatrocu…

İsmimden önce onunla ilgili bir anımı anlatayım. Hani, kral kendisini öldürmesin diye ona hikaye anlatan Şehrazat var ya, galiba bazen ben de ölmemek için sürekli hikaye anlatıyorum. Neyse 6 yaşındayken babam beni ’Kaşıkçı Elması’nın olduğu yere götürdü yani Topkapı Sarayı’na. “Bu”dedi “Bu ülkedeki en büyük Elmas” Pırıl pırıl parlıyor elmas. Sonra çıkınca babam avucunu açtı bana elması gösterdi. ’Ben elması çaldım’ dedi.

Koskoca Topkapı filminde bile çalamamışlardı. Baban seni işletiyor…

Çocuğum diyorum daha…  “Polisler peşimizde kaçmamız lazım” dedi babam. Biz başladık koşmaya. Galata Köprüsü’nden geçerken, “Karşı taraf Bulgaristan bizi bulamazlar” dedi. Köprüden karşıya geçtik. Dedim ki; “Baba burada herkes Türkçe konuşuyor” “Bulgarlar da Türkçe konuşur” dedi….

Harika…  Çok matrak bir adammış… İnandın mı?

Babamdır, niye inanmayayım. Elmas diye, yerden bulduğu bir cam parçasıyla beni kandırarak, bu macerayı yaşattı babam. Bizim öyle hanlarımız hamamlarımız, saraylarımız yok. Ama babamın bize verdiği en kıymetli şey; bir hikayenin içinde eğlenebilmekti.

Hep bir öykün var yani hayatın boyunca... Hadi isminin öyküsüne gelelim…

Adım bana Kozmos’un bir hediyesi sanki. Ben doğmadan kısa bir süre önce babam Devlet Tiyatorusunda Fadik Kız oyununu sahneye koymak için çalışmaya başlıyor. 1 Ekim Devlet Tiyatrolarının perdelerini açtığı gün. O gün oyunun da gala gecesi. O gece babam sahnedeyken doğum haberim geliyor ve adımı Fadik koyuyor.

Çok ilginçmiş gerçekten…

Ama devamı da var. Sonra ben Devlet tiyatrosunda altı yıl görev yaptım.

Fadik biraz babaya aşık galiba?..

Aşık demeyelim de babayla karşılıklı aşk yaşayan birisi daha doğru.

Beraber olacağın erkekte babandan bir parça arıyor musun?

Aramıyorum çünkü bir ilişkide her zaman dinleyici değil bazen de hikaye anlatıcı  olabilirsin

              Ruhumdaki diva beni perişan ediyor

Babanın görevi sana geçebilir yani. Peki şu ’Kırmızı Valiz’inden bahsetsen biraz. Kafana estiğin zaman valizini kapıp gidiyormuşsun. Aşk var mı içinde o valizin.

Olmaz mı. Valizim aşk zaten. Ben ’ikiz alev’e inanıyorum. Bu da mitolojiden bir hikaye. İnsanlar dünyaya gelmeden önce tek bir ruhmuş, sonra karar veriyorlar ikiye bölünelim diye. Ve biri karşısındakine diyor ki,  “O kadar zor olsun ki kavuşmamız, kavuştuğumuzda bir o kadar da görkemli olsun hikayemiz.”

İkiz alevini mi arıyorsun?..

Ben yoldayım, ikiz alevimi bulma yolundayım. Şu anda yüreğimde birisi var, ama o benim gerçekten ikiz alevim mi, yoksa ikiz alevime götürecek kişi mi henüz bilemiyorum.

Bu kadar candan bir insan ve başarılı bir sanatçı olmanda ruhundaki gelgitlerin etkisi var mı?..

Ruhumda bazen bir ’diva’ var ve o beni perişan ediyor. Diyelim ki yerine getirmek gereken bazı sorumluluklarım var. Ama içimdeki o ’diva’  “Amaan bırak yaa, boşver” diyor ve gecenin bir vakti taksiye atlayor, Swiss Otel’in resepsiyonunda buluyorum kendimi.

Ne yapıyorsun ki resepsiyonda?

Resepsiyondan 14 tane A4 kağıdı  alıp odama çıkıyorum ve başlıyorum içimden geldiği gibi yazmaya.

Neler yazıyorsun, aşktan mı bahsediyorsun? Aşk ne demek Fadik için mesela...

Ah bir bilsem...  Yani, salt kadının erkeğe, erkeğin kadına, ya da erkeğin erkeğe veya kadının kadına duyduğu şey değil aşk.

Başka bir boyut mu?..

O kadar bilinmeyene doğru gidiyor ki, bilmiyorum. Bence karşılığı bilinmeyen bir şey...

               Müjde’nin gözlerinin içinde akarım

Sohbetimiz de bir bilinmeyene doğru gitmeye başladı, gel konuyu değiştireyim biraz. Çok güzel sesin varmış diyorlar…

Şarkı söylemeyi çok seviyorum.

Var mı  öyle bir projen?

İlerde şarkı söylemeyi istiyorum. Başka bir projem var ama söylersem çalabilirler.

Burada anlatırsan çalamazlar. Tescillenmiş olur bir anlamda...

Valla doğru söylüyorsun…  Bak, hayalim 360 günde, 360 farklı ülkenin  çocuk ninnisini söylemek.

Geri kalan 5 gün ne yapacaksın?

Üfff… Aslında 365’ti di mi, rakamlarla aram çok kötüdür de…

Peki neden sadece çocuklar?..

Hepimiz çocuğuz çünkü. Sadece büyük numarası yapıyoruz.

Hep toplumsal projeler, çocuklar, sosyal projeler içindesin. Kendin için de bir şeyler yapıyor musun?..

Elbette yapıyorum. Yola çıkıyorum, kendim için gezdiriyorum kendimi. Kumda yürütüyorum, güneşin altında bırakıyorum kendimi. Yazıyorum kendim için. Yine kendim için şarkı söylüyorum.

Peki Fadik kaç  kişi, çok karakterli mi?..

Valla herkesin içinde bir çok karakter var. Hepsinin sesini dinliyor insan. Hepsini bir masaya oturtuyorum, “Şimdi herkes sussun, esas ben konuşacağım”  diyorum. Çünkü dünya üzerinde mücadele veren benim.

Sende bir Müjde Ar ışığı varmış… Kabul ediyor musun bunu?..

Ben Müjde’nin gözlerinin içinde akarım. Ben çok severim Müjde’yi. Onun ışığı farklı  benim ışığım farklı. Ama onun ışığından bir parçaysam ne mutlu bana.

               Almodovar öptü, Banderas baktı…

Bu arada bloğunda okumuştum,  Almodovar ile karşılaşmışsın ama ne karşılaşma…  Anlatsana şunu…

Film festivali için gitmiştik İtalya’ya. Ferzan (Özpetek), filmlerdeki gibi dev bir masa kurdurmuş  sokağın ortasına. Ay ne güzel diyorum otururken, ’Cahil Periler’ filminin içine düştüm. Sonra hava soğudu, tören var ertesi gün. Sesim kısılmasın diye kalktım.

Kimler var masada başka?..

Cem Yılmaz, Şener Şen, İtalyan sinemasından yapımcılar, yönetmenler, oyuncular. Türk ve İtalyan karışık bir masaydı. Kalktım, iki adım attım. Bir de şapşalım ben, bazen yürüdüğüm yeri görmem, adamların ayağına basar düşerim. Biriyle çarpıştım, gördüm ’Pati di fuza’ dedim.

Ne demek o?..

Dur şimdi söyleyeceğim onu da… Çarptığım  adam beni öpmeye başladı. Ardından paparazziler koşuyor. O da öpüp gitti. Arkadaşlarım “Ya, Pedro Almodovar seni niye öptü… Yanındaki de Antonio Banderas değil miydi’ diye soruyorlar.

Sen kiminle çarpıştığını görmedin mi?..

Ben Almodovar’ı zaten daha önce hiç görmemişim ki. Ama biliyorum ki ünlü bir yönetmen olmadan önce köşe yazarıydı… Para kazanabilmek için o günlerde ’Pati di Fuza’ diye bir karakter yaratmıştı. Mesela Pollyanna o hikayede bir porno yıldızıydı.

Pati di Fuza o karakterin adı ha… Sen bilinçli mi söyledin bunu?

Nasıl bilinçli söyleyeyim. Pıt diye ağzımdan bu laf fırladı. O yüz,  bana bunu söyletti. Pati di Fuza ile ilgili bir hayalim vardı kafamda, o da öyle gelince denk düştü yani.

Belki de…  Sen o arada ‘Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü’ diye düşünüyor musun? Etrafta paparazziler de var.

Ben sadece ’Pati di Fuza’ dedim ve kaldım. İspanyolca’dan Türkçe karşılığı ’Şaşkın  ördek yavrusu’ gibi bir şey.

Durumuna tam uygun düşüyor…  Antonio Banderas’ı da mı  görmedin?..

Yok, ben onu hiç görmedim aslında. Arkadaşlarım söyledi, Almodovar’ın yanındaymış ve öyle bakıyormuş bana.

               Sevgilim beni kayıtsız şartsız seviyor

Paulo Coelho’nun ’Elif’ adlı kitabıyla ilgili de ilginç  bir hikayen var..

Yolculuklarım sırasında Coelho’nun ’Elif’ kitabını hep görüyorum ama almıyorum popüler şeydir diye.Kitap da ’al beni’ diye bağırıyor. Ve sonunda havaalanında aldım kitabı, uçakta açtım. Ve dedim ki ben bu karakteri oynamalıyım. Bunu ete kemiğe büründürmeliyim.

Çok sevdin yani...

Hem de nasıl. Bu güne kadar hiç bir rol kalbimden böylesine ’bam’ diye vurmamıştı beni. Paulo Coelho’yu zaten severim… Felsefesini de.. Mesela  “Siz bir şeyi çok arıyorsanız, o şey de sizi arıyor olabilir” der...

O kitap da gelip seni mi buldu…

Belki de…  Sonra bloğunda ’Elif kitabıyla resminizi çektirin yollayın’ dediğini okudum. O ara kuzenimin karısı Handan, “Ne zaman hayatıma girsen, güzel bir şey yapıyorsun. Kocamı sen buldun, şunu sen yaptın falan ama bir tek şöhret yapamadın” dedi.

Fazla da bir şey istemiyormuş… Aslında koca bulmaktan kolay bugünlerde şöhret olmak… Yapabildin mi?

Handan bir bankada Genel Müdür aslında. Çok da güzel fotoğraf çekiyor. Dedim ki ’Al makineni gel, sana poz vereceğim’... Celmodern’e gittik çok severim orayı, nefis bir müze. Oradaki eski bir trenin içine girdim. Ben içerden Handan dışarıdan yürüyor…

Bir ara göz göze geldiniz…

Sen de mi oradaydın? Göz göze gelince “Dur” dedi Handan. Durdum. Kitabı cama koyarak baktım. O da deklanşöre bastı.

Ve karşınızda meşhur fotoğraf…

Aynen öyle. Kitaptaki karakterin adı ’Hilal’ ve durduğum yerde, camdaki hilalin gölgesi tam boynumun üzerime düşmüştü.

Ve fotoğrafı  twitter’dan Paulo’ya gönderdin.

Evet. 2 milyon 500 bin takipçisi var. Bir gün sonra ’beautiful’ yazıp beni ’rt’ etti. Bu durum bizim Türkler’de heyecan yapmış. Destek mesajları yağdı benimle ilgili. Gazeteler de bastı fotoğrafı falan filan…

Anladım sıkıldın bu şöhret muhabbetlerinden. Peki senin şu alevinin ikinci yarısı, ikiz ateşin, kıskanıyor mu seni?

Beni kayıtsız şartsız seviyor, hem sevgide kıskançlık olmaz ki. Çünkü o kıskanırsa ben, ben kıskanırsam o da kıskanmaya başlar. Sevgi nedir biliyor musun, sen onun mutlu olduğunu biliyorsan mutlu olmalısın. Onun mutlu olması önemli olmalı senin için.

                      En büyük korkum ölüm…

Sevgilini nasıl  çağırıyorsun?

Amore mio diye tabii…

En büyük korkusu ne Fadik’in…

Ölüm … Hayat çok kısa.

Hayalinde kiminle oynamak var?..

Kadınlardan Meryl Streep ile. Erkeklerden Jude Law, Sean Penn, Gerard Butler.

Ya bizden?

O konuda çok şanslıyım. Haluk Bilginer’le tiyatro yaptım. Metin Akpınar’ın setinde olma şerefine nail oldum, onun masalarında sohbetlerinde bulundum. Müjde ile ’Serseri Aşıklar’da çalıştım ilk dizimdi. Erdal Beşikçioğlu ki çok sevdiğim dostumdur…

Peki yönetmen?..

Nuri Bilge Ceylan tabii ki... Ferzan da, İtalya’dayken  “Bir sonraki filmimde kesin seninleyiz”  dedi. İlk Altın Portakal’mı almamda da Ferzan’ın rolü  büyüktür.

             Ferzan Özpetek beni Rus kızı  sandı

Antalya’da kazandığın ilk Altın Portakal’da da Ferzan Özpetek jüri başkanıydı yanılmıyorsam…

Zaten o ödülü almamdaki en büyük etken de o olmuştur. ‘O Şimdi Mahkum’ ilk sinema filmimdi. Altı yıl tiyatro yapmışız ama daha kimse tanımıyor beni. Orada bir Rus kızını oynuyorum. Katerina …  Rus kızı demişken dur şunu anlatayım…

Haydaaa…  Yine aldık kırmızı valizi, çıktık başka bir yolculuğa…

Olsun, bunu dinle önce. Antalya Devlet Tiyatrosu’nda sinema aşığı bir oyuncuyken Nastasia Kinski’in başrolünde oyanayacağı ’Women in Love’ diye bir filmden teklif aldım. Amerika’da çekilecek. Anlaşmayı imzaladık. Aynı günlerde 11 Eylül saldırıları oldu, çekimler iptal oldu ve ilk sinema filmi gitti.

  Üzüldün mü?..

Üzülmez miyim. “Dalga mı geçiyorsun” dedim hayata. “Burnumun ucuna kadar getirdin ve geri aldın” Ama o bir daha geri aldı… Uğur Yücel ’Yazı Tura’ filmi için istedi beni. Anlaştık. Tam çekimlerin başlayacağı gün Devlet Tiyatrosunda prömiyerimi koydular. O filmde kaçtı gitti…

Çıldırmıyor musun ‘neden filmlerim uçup gidiyor’ diye…

Hem çıldırıyorum hem çok üzülüyorum. Hatta ağlıyorum zaman zaman. Öylesine aşığım sinemaya. Doğum günüm için Teyzem gelmişti Almanya’dan… Antalya’dayım, doğum günüm 1 Ekim ve o gün Antalya Festivalinin galası var. “Ne yapmak istersin” dedi teyzem… “Festivalin galasına gidelim” dedim…

Tabii izleyici olarak…

Tabii İzzet… Beni dinlemiyor musun? Daha ilk filmi çekmemişim. Devlet Tiyatrosundan davetiye istedim. ‘Tamam ayarladık’ dediler. Giyindim, kuşandım teyzem ile birlikte gittik… Kapıda…

Yine bir tatsızlık olmasın kapıda…

İçeri giremedik tabii… Hani, “ayarlarız davetiyeyi” diyenler var ya… Ayarlamamışlar. Kaldık mı kapıda. Teyzem çok üzüldü. O an çok garipti… Ben sakin bir şekilde  “Üzülme teyze, ben nasılsa bir gün buraya ödül almaya geleceğim” dedim.

Ve geldik Rus kızı Katerina’nın ödül aldığı o güne…

Ben iki sene sonra, ilk sinema filmimle isimsiz bir oyuncu olarak yine bir başka 1 Ekim günü  Altın Portakal için yarışıyorum. Dikkat et…  Kapısından giremediğim ve ödül aldığım günün de tarihleri aynıydı  1 Ekim...

Şu Ferzan Özpetek olayına gelsek diyorum...

Geldim, geldim.. Ferzan jüri başkanıydı. Herkes  “O Şimdi Mahkum”daki kız alsın diyor, Ferzan diretiyor; “O kız zaten Rusya’dan gelip bir Türk filminde oynayarak ödülünü almış. Niye bir Rus kıza verelim ödülü, hem festivale aykırı”...

Seni harbiden Rus kızı  sanıyor yani öyle mi?..

Evet ya, öyle sanmış. Sonra durumu anlayınca ödül bana geliyor. Aslında en büyük ödül Ferzan’ı kandırmak oldu benim için.

Nasıl kutladın  ödülünü?..

Kuru fasulye pilav yiyerek.

Kuru fasulye ne alaka?

O zaman kimse beni tanımadığı  ve ödül mödül alacağımı tahmin etmediği için organizasyon komitesi filmin galasından sonra otelden çıkarmıştı beni. Bütçeleri yetersizmiş.

Ödülü kazanınca morardılar herhalde?

Morarsalar da yapacak bir şey yoktu. Antalya’da Nur isimli bir arkadaşımda kalıyordum. Ben de törenden sonra gittim Nur’a “Bu senin ödülün” dedim. “Karşılığında bana kuru fasulye pilav yapacaksın…” Bir de şampanya açtık…

             Orhan Gencebay’ı da severim Fazıl Say’ı da

Altın Portakal’a kuru fasulye ve pilavlı kutlama yani… Ve de şampanya… Güzelmiş. Peki müzik zevkin de böyle karışık mıdır? Ne dinlersin? Mesela Arabesk?

Her tür müziği dinlerim. Arabesk de dinlerim. Müslüm Gürses’i de, Orhan Gencebay’ı da severek dinlerim.

Fazıl Say’a kızıyor musun?..

Hayır, çok seviyorum onu da.

Peki ya Orhan Gencebay hakkında söyledikleri?..

Ben müziklerini ayrı  tutarım. Hepsinin yeri farklı… Fazıl, ’Katibim’ türküsünden bir senfoni yaptı, müthiş…  Los Angeles’ta da Orhan Gencebay dinlemek çok keyifli. Harika bir kontrast. Güneş, kum, her şey melekler adası gibi ve oraya bir Orhan Gencebay koyduğunda çok zengin, çok güzel bir hayat deneyimi oluyor.

İzzet Çapa/ Gazete Habertürk