Abone Ol

Eski DİSK Lideri Süleyman Çelebi: 12 Eylül sonrası faili meçhullerin ilk adımı 1 Mayıs 1977 katliamı

Medyafaresi.com özel röportaj- Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eski başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 24. Yasama dönemi Milletvekili Süleyman Çelebi, 1 Mayıs’ın işçi, emekçi, demokrasi açısından anlamı ve hükümetlerin bakış tarzını değerlendirdi.

Faili meçhul cinayetlerin ilk adımı 1 Mayıs 1977 katliamı

Türkiye’de ilk kez Meşrutiyet döneminde büyük bir işçi topluluğunun katılımıyla kutlanmaya başlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı 2020 yılına dünyayı sarsan pandemi gölgesinde giriyor.

1866 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Baltimor Kenti’nde yapılan işçi kongresinde 8 saatlik işgününün yasalaşmasına ilişkin taleple başlayan işçi hareketi Türkiye’de çok çetrefilli bir yoldan geçti. 1 Mayıs 1977 tarihi ve Taksim Meydanı bugün de taşıdığı anlam açısından önemini koruyor.

Hülya Karabağlı’nın röportajı / Medyafaresi.com

1 Mayıs Taksim Alanı’nın sadece işçi sınıfı açısından değil, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde önemli bir simge olduğunu belirten Süleyman Çelebi, 34 kişinin hayatını kaybettiği kanlı 1 Mayıs 1977 olaylarını Türkiye’nin siyasi cinayetlerde karnesini hatırlatarak anlattı.

Süleyman Çelebi, "Ülkemizde geçmişten bugüne kadar işlenen siyasi cinayetler, katliamlar aydınlatılmadığı, sorumlularından hesap sorulmadığı gibi, üstü örtülerek adeta devlet eliyle kapatılmaya çalışılmıştır. Bu siyasi cinayet ve katliamlar skalasına bakıldığında hemen fark edilecek ki, Türkiye’yi, ABD, CIA ve Kontrgerilla gibi örgütlerin yaratılmasını istedikleri ortama adım adım yaklaştıran ve 12 Eylül faşist darbesine götüren yola döşenen önemli taşlardan en önemlisi olduğu kadar, 12 Eylül sonrasında işlenen faili meçhul siyasi cinayetler ve katliamların da başlangıcıdır 1 Mayıs 1977 Katliamı” dedi.

DİSK, AKP hükümetlerinde 1 Mayıs kutlamalarının Taksim Meydanı’nda yapılması konusunda hukuki alanda da büyük bir mücadele verdi.  Bu mücadeleyi Çelebi “Taksim 1 Mayıs Meydanı, işçi sınıfını DİSK öncülüğünde ilk olarak 1976 yılında yüzbinlerle yapılan kutlamalarla kucaklayarak, emek mücadelesinin yanı sıra demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin de kitleselleşmesinin zemini olmuştur. Bu nedenle, ne işçi sınıfı ne de demokrasi güçleri 1 Mayıs Alanı’nı hiçbir dönem asla boş bırakmayacak” dedi.

Medyafaresi.com'a özel açıklamalarda bulunan DİSK eski başkanı Çelebi’nin değerlendirmeleri şöyle:

“Günlerin (neoliberalizmin) bugün getirdiği, baskı, zulüm ve ölümdür”

Taksim 1 Mayıs Meydanı, sadece işçi sınıfı açısından değil, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde ve tarihinde de önemli bir simgedir. Ülkemizde hem bazı çevrelerce var olduğu söylenen demokrasinin boyutlarının ve hem de demokrasi mücadelesinin göstergelerinden biridir de denilebilir. Tarihsel bir konuma sahiptir. Ülkemizde geçmişten bugüne kadar işlenen siyasi cinayetler, katliamlar aydınlatılmadığı, sorumlularından hesap sorulmadığı gibi, üstü örtülerek adeta devlet eliyle kapatılmaya çalışılmıştır.

Bu siyasi cinayet ve katliamlar skalasına bakıldığında hemen fark edilecek ki, Türkiye’yi, ABD, CIA ve Kontrgerilla gibi örgütlerin yaratılmasını istedikleri ortama adım adım yaklaştıran ve 12 Eylül faşist darbesine götüren yola döşenen önemli taşlardan en önemlisi olduğu kadar, 12 Eylül sonrasında işlenen faili meçhul siyasi cinayetler ve katliamların da başlangıcıdır 1 Mayıs 1977 Katliamı.

Zira Taksim 1 Mayıs Meydanı, işçi sınıfını DİSK öncülüğünde ilk olarak 1976 yılında yüzbinlerle yapılan kutlamalarla kucaklayarak, emek mücadelesinin yanı sıra demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin de kitleselleşmesinin zemini olmuştur. Bu nedenle, ne işçi sınıfı ne de demokrasi güçleri 1 Mayıs Alanı’nı hiçbir dönem asla boş bırakmayacak, “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü orda kutlayıp, katledilen arkadaşlarının anılarına saygı duruşunda bulunacaklardır.

“12 yıl boyunca kapatılan DİSK 1992’de aklanıp yeniden sendikal mücadeleye başladığında, 12 Eylül’ün korku duvarlarını da yıkmaya başladı”

DİSK, Türkiye’nin, yaşadığı siyasi travmanın en önemlilerinden biri olan 1977 1 Mayıs katliamıyla yüzleşmediği sürece, ülkemizde demokrasi ve özgürlükler sorununun hiçbir zaman tam olarak çözülemeyeceğini ve işte bu nedenle de 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasının bir demokrasi sorunu olduğunu savundu her zaman.

12 Eylül sonrası alanlar işçi sınıfına kapalıyken 1 Mayıs kutlamaları salonlarda da yasaklıydı bir dönem. 12 yıl boyunca kapatılan DİSK 1992’de aklanıp yeniden sendikal mücadeleye başladığında, 12 Eylül’ün korku duvarlarını da yıkmaya başladı. Ekonomik-demokratik mücadelenin yeniden kitlesel boyutlara ulaştığına tanık olduk.

Üzerinden işçi sınıfı korkusunu atamayan siyasi iktidarlarca her vesileyle engellendi çalışmalarımız. Yetmedi, şeytanın aklına bile gelmeyen yasaklar ve sınırlamalar getirdiler. Sadece 1 Mayıs kutlamaları değil, talebimiz ne olursa olsun, alanlarda görünmemizi istemediler ve şehirlerin en ücra köşelerinde mitingler yapmamızı zorladılar. Fakat sonuç itibariyle, bizi hapsetmek istedikleri çukurlarda kalamazdık, kalmadık da.

“Çayırda çukurda olmayacağız dedik; Taksim’i zorladık”

2004 yılından başlayarak “Çayırda çukurda olmayacağız” diyerek, 1 Mayıs’ı Taksim’de yapmak istediğimizi deklare ettik ve bu hakkımızı kullanmak için yıllarca meydan meydan dolaştık. İlki 2007’de olmak üzere, 2008 ve 2009 yıllarında Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılmasını zorladık ve bunu başardık da. 2007 yılı 1 Mayıs’ında “ikili görev” başlığıyla alanlara çıkıldı.

Emek ve meslek örgütlerinin, emek dostlarının ve 1 Mayıs katılımcılarının bu taleplerinden birincisi, Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilerek Taksim’de kutlanmasıydı. İkinci talep ise, 1 Mayıs önündeki engellerin kaldırılarak, 1 Mayıs 1977’de yaşanan kitlesel katliamın aydınlatılması ve sorumlularının yargılanması için TBMM Araştırma Komisyonu’nun bir an önce kurulmasıydı.

“1977 1 Mayıs’ının arkasındaki komplolar, siyasi tezgâhlar açığa çıkarılmadığı sürece bu adalet tecelli etmeyecekti”.

Emekçilerin, yıllarca kutlamaktan uzak kaldıkları uluslararası bayramları 1977’de kan gölüne çevrilmiş, kürsüleri ise ellerinden alınmıştı. Ve bu ülkede emekçilerin yılda bir kez olsun kullanmak istedikleri bu kürsü on yıllardır yerine konmuyordu. Ülkenin değerlerini yaratan milyonlarca emekçinin istediği tek şey, adalet ve hukukun, özgürlük ve demokrasinin bu ülkede hayat bulmasıydı. 1977 1 Mayıs’ının arkasındaki komplolar, siyasi tezgâhlar açığa çıkarılmadığı sürece bu adalet tecelli etmeyecekti.

2007’de 1 Mayıs kutlamalarını Taksim’de yapmak isteyen DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve çeşitli demokratik kitle örgütlerinin toplanmasına izin verilmedi. İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edilerek, vapur seferleri iptal edildi, otobüs, tramvay çalıştırılmadı, köprülerden geçiş engellendi. Yüzlerce insan dövülerek gözaltına alındı, panzerler ve gaz bombalarıyla Taksim Alanı polis kuvvetlerince işgal edildi. 1054 kişi gözaltına alındı. Kendi halkına özgürlük ve demokrasiyi çok görenler “AB normlarını kabul eden ve uygulayan bir hükümet olmakla” övünürken, aslında demokrasiyi özümseyemediklerini de yine 2008 1 Mayıs’ında sergilediler.

“DİSK Genel Merkezi sabah 06.30’da panzer ve polis eşliğinde, gaz bombalarıyla kuşatıldı”

Öğle saatlerine kadar merkez binamız sürekli basınçlı su ve gaz bombalarıyla saldırıya maruz kaldı. Onlarca insan yaralandı ve yine yüzlercesi gözaltına alındı. Hastanelere, acil servislere bile gaz bombaları atan polisin orantısız güç kullanması sonucunda, Taksim’de yaşlı bir yurttaş gaz bombaları sonucunda kalp krizi geçirerek yaşamını kaybetti.

Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan; yaşam hakkımız, kişi dokunulmazlığımız, kişi özgürlüğümüz, konut dokunulmazlığı hakkımız, düşünceyi açıklama özgürlüğümüz, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımız, bizzat hükümet ve valilik tarafından açıkça ihlal edildi. Bunca ihlalle ilgili herhangi bir kamu davası açıldı mı? Hayır! Görevlerini ihlal eden kamu görevlileri ve yöneticileri hakkında bizim açtığımız dava, herhangi bir cezai müeyyideyle sonuçlandı mı? Yine hayır!  Bunu takip eden (Taksim’de kutlama yaptığımız 2010, 2011 ve 2012 yılları hariç) tüm yıllarda da hakkımızda ceza davaları açılmıştır.

“Hükümetin diğer çelişkilerine de değinmek gerekiyor”

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi, dönemin hükümet sözcüsü, devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Cemil Çiçek, 2008 Nisan’ında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısının ardından, 1 Mayıs’ın tatil günü olmasını arzu etmediklerini ifade ederek, “Çünkü tatilin getirdiği ilave bir sürü yükler var. Türkiye, dünya büyük bir ekonomik durgunluk içerisindeyken, 1 günlük kayıp en az 2 katrilyon liradan aşağı değildir, başkaca maliyetleri var, rekabet gücünü azaltan yanları var.

Çünkü o gün tatil olunca fabrikalar, iş yerleri çalışmayacak. İşlemler gecikecek. Bütün bunlar hesaba katılarak tatil olma mecburiyeti de yok” demişti. Bunu dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Meclis kürsüsünden defalarca yineledi. Bu cümleler aslında hükümetin sınıfsal tavır alışının açık seçik bir ilanı; demokrasiden, halktan, emekten yana herhangi bir arzularının olmadığının açıkça beyanıydı!

Rakamlarla arası hiç de iyi olmayan, 1 günlük kaybın 2 katrilyon liradan aşağı olmadığını söyleyen hükümete biz de, 22 Nisan 2008 tarihinde yaptığımız basın açıklamasında, “Hükümetin bu rakamın tam 50 katı tutarındaki 77 milyar doları batık bankalara aktardığını” hatırlattık. Ve buradan yazmak için sayfaların yetmeyeceği, Hükümetin diğer harcamalarını tek tek ortaya koyduk.

Yani kısacası, emekçilere kestiği faturanın 50-60 katı fazlasını sermayeye ödemekte tereddüt etmeyen Hükümet, emekçilerin 1 Mayıs’ına da göz dikmişti. 1 Mayıs’ın bayram ve tatil ilan edilmemesinin “ekonomik gerekçelerle”, Taksim’de kutlanmasının ise “terörle mücadele” gibi havsalamızın almayacağı ifadelerle açıklanması, kelimenin tam anlamıyla “abesle iştigal” ve gülüp geçemeyeceğimiz kadar da trajedi.”

1890’lardan bu yana dünyanın dört bir yanında evrensel olarak kutlanan 1 Mayıs için “Dünyanın her tarafında da bu tatil olarak kutlanılmıyor” diyebilen Hükümet, Batı Şeria’dan Bahreyn’e, Hindistan’dan Avrupa’ya, Somali, Zambiya ve Zimbabve’den Uruguay’a, Ermenistan, Etiyopya, Fas, Fildişi Sahilleri ve Filipinler’den Rusya’ya kadar, 1 Mayıs’ı resmi tatille bayram olarak kutlayan 166 ülkeyi bu dünyadan saymayacak kadar gözünü kapatmış durumdaydı.

Bu süreçteki önemli gördüğümüz bir diğer konu da, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, emekleri ile geçinen işçileri, emekçileri, memurları ‘ayak takımı’ olarak görmesi ve bunu “Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar” diye Meclis grup toplantısında ifade etmesiydi. Seçim zamanları kapılarını çokça aşındırdıkları insanları, işçileri, emeklileri, memurları, köylüleri, emekçileri yani onların tabiriyle “ayak takımını” gerçekte nasıl değerlendirdiklerine bir kez daha tanıklık etmişti cümle alem.

Ve o gün yayınladığımız bir açıklamayla şunu söylemiştik: “Sayın Başbakan, ayak takımı kararlı… Emeğin taleplerini haykırmak, dünya işçileri ile dayanışma için 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası birlik-mücadele-dayanışma gününü kutlayacağız. Sizin tabirinizle ayak takımının, bizim dilimizde ise işçilerin, emekçilerin, memurların, ev kadınlarının, gençlerin yüzbinlerin cevabını 1 Mayıs’ta göreceksiniz”.

Sonraki yıl ise, 2008 1 Mayıs’ının içeride yükselen muhalefet ve uluslararası baskılara dayanamayan hükümet 180 derecelik bir dönüş sergiledi. Onlarca yıldır işçi sınıfının, emekçilerin ve emek dostlarının bedellerini ödedikleri mücadeleler sonucunda 2009’da hükümet “Emek ve Dayanışma Günü” adıyla resmi tatil kararı alarak yasayı Meclis’ten geçirmek durumunda kaldı.

“Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapalı olması izahı zor duruma geldi”

“Taksim’de kutlama asla olmaz” diyen bugünkü Cumhurbaşkanı ve dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, 2008’deki mali hesapları da bir tarafa bırakarak, Meclis kürsüsünden bu durumu “1 Mayıs’ı sizin için biz tatil ilan ettik. Sol havasını atıyor. Tatil ilan eden biziz” diye açıkladı.

1 Mayıs 2009 kutlamalarında Taksim Alanı yine polis işgali altındaydı. “Makul sayıda” bir kalabalığın alana giriş izni verildi. Taksim’e çıkan bütün yollar çevik kuvvet, panzer ve polis bariyerlerince kapatıldı. Akşam geç saatlere kadar Taksim’de barışçıl gösteri yapmak isteyen bütün gruplara şiddetle saldırıldı. Polis gününden çocuk bayramına, futbol taraftarlarından ralli açılışlarına kadar neredeyse bütün gösterilere açık olan Taksim Alanı’nın, neden işçilere kapalı olduğu sorusu medya tarafından da dillendirilmeye başlandı.

Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun, ILO’nun ve uluslararası sendikal konfederasyonların girişimlerde bulunarak AKP hükümetini uyarmaları ve çeşitli demokratik açılım politikaları yürüttüğünü iddia eden hükümet açısından Taksim Alanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapalı tutulması 2010 yılında iyice “izahı zor” bir duruma geldi.

“Taksim’de 2010-2011 ve 2012’de coşkulu kutlama oldu”

DİSK 1 Mayıs 2010’un Taksim’de kutlanması konusundaki kararlılığını 2009 yılında deklare etmişti. Bedeli ne olursa olsun, DİSK’in bu konuda geri adım atmayacağını hükümet de gördü. Ve DİSK, diğer işçi ve kamu emekçileri konfederasyonlarıyla da görüşerek 1 Mayıs 2010’un Taksim Meydanı’nda kutlanması konusunda ortak karar aldı. 2010 1 Mayıs’ı, siyasi iktidarların yıllarca “provokasyon korkusu” tellallığı yapmalarının anlamsızlığını ortaya koyarcasına yüzbinlerce insanın katılımıyla Taksim Meydanı’nda tam bir şölen havasıyla ve coşkuyla kutlandı.

Aynı şekilde, 2011 ve 2012 yılı 1 Mayıs’ları ülkemizde demokrasi mücadelesinin milyonları bağrında taşıyan önemli bir kürsüsüne dönüştü. Toplumun geniş bir kesiminden ve dünya kamuoyundan övgü dolu takdirler toplandı.

“Taksim ‘yayalaştırma projesiyle’ işçi sınıfına kapatıldı”

2013’e gelindiğinde, AKP hükümeti, ekonomik, sosyal, siyasal politikalarının, baskı, zor ve yasaklarla toplumu kuşatmaya başlamasının neticesinde, kitlesel bir başkaldırı olarak gördüğü 1 Mayıs kutlamalarını yeniden yasaklama yoluna gitti.

Üstelik bunu, yüzbinlerce insanın ve üç yıl boyunca kimsenin burnunun dahi kanamadığı Taksim 1 Mayıs Alanı’nın fiziken kullanılamaz oluşuyla açıklamaya kalkıştı. Hükümetten emir alan İstanbul Valiliği yaptığı yazılı açıklamayla metro, metrobüs, vapur seferlerini 1 Mayıs’ta iptal ederek, Taksim’e açılan bütün bulvar, cadde ve sokakları da trafiğe kapattığını bildirdi.

Taksim 1 Mayıs Alanı’nı “Yayalaştırma Projesi” gerekçesiyle işçi sınıfına kapatan AKP ve İstanbul Valiliği yurttaşların seyahat özgürlüğü hakları da olmak üzere, demokratik haklarını kullanmasını yasaklayarak İstanbul’da adeta bir “sıkıyönetim” uygulayarak tüm halkı cezalandırmayı tercih etti.

“AKP diktatörlüğüne, köleleştirme politikalarına, iş cinayetlerine…”

Demokratik ve sosyal hukuk devletinde hiç kimsenin, ne işçi sınıfının ne de halkın, yasalardan doğan haklarını kullanmasını engelleyemeyeceklerini yöneticiler bilmiyorlar mıydı? Bunun İstanbul Valiliği’ne de, İçişleri Bakanlığı’na da, Başbakan’a da bildirilmesine rağmen yasakçı tutumlarında diretmeleri ve yeni yasaklar getirmeleri onların yasakçı anlayışını, otoriter nasıl bir rejim özlemi içinde olduklarını özetle göstermekteydi.

Şu kadarını söyleyeyim ki; ülkemizin dört bir tarafında tüm mağdurlarla, yoksullarla, dışlananlarla, işsizlerle, işçilerle, kamu emekçileriyle, mimar ve mühendislerle, aydınlarla, sanatçılarla, kadınlarla, gençlerle, emeklilerle, basın emekçileriyle; emek, eşitlik, özgürlük, barış, adalet, bağımsızlık ve demokrasi için, faşizme ve emperyalizme, AKP diktatörlüğüne, köleleştirme politikalarına, iş cinayetlerine, her türlü eşitsizlik biçimlerine ve ötekileştirmelere karşı yine, ülkenin dört bir tarafında alanlarda olacaktır işçi sınıfı.

Çünkü ülkemizde, 1 Mayıs’ın tarihteki ilanından bugüne işçi sınıfı açısından büyük kazanımlar olmadığı gibi, kazanılan haklar da birer birer ellerinden alınmış, düşük ücret gelirleri, enformalleştirmeler ve parçalanmış işgücü piyasalarındaki güvencesiz istihdam biçimleriyle yoksullaşan işçiler köleci bir düzene hapsedilmeye çalışılmaktadır.

Süleyman Çelebi kimdir?

1966 yılında Dinarsu Fabrikasında çalışma hayatına atıldı. 1971'de Tekstil İşçileri Sendikası Eyüp Şube Sekreterliğine, 1972'de Eyüp Şube Başkanlığına ve 1975'te Tekstil İşçileri Sendikası Genel Yürütme Kurulu Üyeliğine ve Örgütlenme Daire Başkanlığına seçildi. 1980'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Yürütme Kurulu Üyeliğine seçildi ve Örgütlenme Daire Başkanlığı görevine getirildi. 1991'de DİSK'in yeniden faaliyete geçmesi üzerine Genel Sekreter seçildi ve bu görevi 1994 yılına kadar sürdürdü. 2000 yılında Tekstil İşçileri Sendikası Genel Başkanlığı ile DİSK Genel Başkanlığına seçildi. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUK) ve Avrupa Tekstil Giyim ve Deri İşçileri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği, AB Türkiye Karma İstişare Komitesi Üyeliği ve Eş Başkanlığı görevinde bulundu.