Abone Ol

"Bu rezil soruyu soran gazeteci olamaz!!!" Reha Muhtar Hülya Avşar'la tartışan magazinciye nasıl tepki gösterdi?

Hülya Avşar'a "Grup" sorusu soran magazinci Seyhan Erdağ tartışmalara yolaçtı. Reha Muhtar grup sorusunun altında yatan gizli kışkırtıcılığa dikkat çekiyor.

"Bu rezil soruyu soran gazeteci olamaz!!!" Reha Muhtar Hülya Avşar'la...

REHA MUHTAR

Salı günü, gazeteciliğimin ilk yıllarında 4 yıl boyunca beraber kolkola gazetecilik yaptığım Sedat'ı (Ergin) aradım...

Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni...

"Haberi gördün mü?" dedim,

"Gördüm, bizim ombudsmana bir yazı yazsana, geniş olarak kullanalım" dedi...

Milliyet'in ombusmanı aynı Sedat gibi aynı Milliyet'te aynı odada üstelik bitişik masada dirsek çürüttüğüm arkadaşım, meslektaşım Derya (Sazak)...

O da uzun yıllar bu gazetenin Genel Yayın Müdürlüğü'nü yaptı...

İkisi de can ciğer arkadaşım...

Biliyorum yazacaklarıma sayfalarını açacaklar...

Ama bir türlü gitmedi elim...

Ne zaman ki dün Hülya'ya sorulan soruyu duydum, artık yazmazsam, söylemezsem, konuşmazsam meslek suçu işleyeceğimi anladım...

Bir insana gazeteci kisvesi altında böyle bir hakaret etme cüreti de verildi ya, artık bundan sonra ne rezalet çıksa farketmez...

Şimdi isimleri bir kenara bırakın...

Şu yazdıklarımı satır satır bir okuyun...

Bir anne, kız kardeşi ve çocuğuyla yılbaşı tatiline gidiyor...

Ayrıldığı kocası, yeni kadın arkadaşı ve ondan olan diğer çocuğuyla aynı otele gidiyorlar...

Amaç, eski eşin yılbaşını iki çocuğuyla da birlikte geçirebilmesi...

Baba, çocukların biriyle yılbaşı saatine kadar, diğeriyle de saat 24'te beraber oluyor, çocukları bu yılın ilk gününde babasız bırakmamaya çabalıyor...

Annenin de hayatında bir erkek arkadaşı var...

Gazeteci anneye soruyor:

"Hanımefendi sevgiliniz de gelip gruba katılacak mı?"

***

Hangi gruba?..

Grup kelimesi Türkçe'de grup seksi çağrıştırır...

3 kişilik 4 kişilik seks anlamında...

Tabii o gazeteci kisvesindeki arkadaş şimdi kalkıp, "Ben o anlamda söylemedim... Gruptan sözediyordu ben de yeni sevgiliniz de gruba katılacak mı diye masumane soru sordum" diyecek...

Tabii yiyen olursa...

Çünkü o akıllı biliyor ki, hem kendini böyle savunabilecek hem de kameraların saniyesi saniyesine kaydettiği bu soru ve cevabı yayınlayıp büyük gazetecilik başarısı!!! elde edecek...

Ortada grup falan yok...

Sadece babanın ayrı annelerden iki çocuğunu Yılbaşı gecesi görmek istemesi ve organizasyonu ona göre yapması var...

Ben 27 yıllık gazeteci olarak bu "soru"dan utanıyorum...

Anne, baba ve çocuklardan gazetecilik adına, mesleğim adına özür diliyorum...

Grup diyerek grup seksi çağrıştırdığı için...

Bunu bilmiyor görünüp, bilerek yaptığı için...

Çocukların önünde iki anneyi rezil durumuna düşürmeye çalıştığı için...

Bunun için özür dilemek yerine, elindeki kalemin ve kameranın gücünden destek alıp, yükseklerden atmaya devam ettiği için...

***

Sevgili Sedat, sevgili Derya...

Milliyet için söyleyeceklerim başkaydı...

Sizinle beraber kolkola gazetecilik yaptığım için size söylüyorum, yoksa sizde çalışanlardan çok daha felaketleri başka yerlerde...

Kızıma söylüyorum, gelin anlarsa anlar... Neyse...

Elim gitmemişti, şimdi hazır yeri gelmişken söyleyeyim...

Yılbaşı gecesi, kız arkadaşımı müzik yapacağı yere bırakıyorum...

Kulisinden dışarı adımımı atmıyorum 1 saat...

O sahneye çıkıyor ben de bir süre sonra mekandan ayrılıyorum...

Niye ayrılıyorum?..

Çünkü 2 saat boyunca, bir sahneye bir de kendime çevrili kameralara görüntü vermek istemiyorum...

Kameraların bir suçu yok...

Ben olsam ben de o kameralara aynı görevi verirdim...

"Sahneden şarkıcıyı, masadan da adamı zoomlayacaksınız... Böylece ortaya mükemmel bir görüntülü haber çıkacak..." derdim...

Hatta "kameraları hiç kapatmayın, malzeme bol olsun" diye uyarırdım...

Peki ben niye ayrılıyorum o zaman o mekandan?..

Televizyonda dakikalarca özel hayatımın gösterilmesini istemiyorum da ondan...

O kameraların beni nasıl çekmeye hakkı varsa, benim de o kameralara görüntü vermemek için oradan ayrılma hakkım var...

Doğru mu?..

Ben de aynısını yaptım... Çıktım ve arabayı sürmeye başladım...

Ertesi günü ne göreyim...

"Arabayı gazetecilerin üzerine sürdü..."

İnsaf...

Okan Bayülgen'de de Cengiz (Semercioğlu) yazdı aynı şey yapıldı...

Ya bir yerden çıkıyorsunuz, ya da trafik ışıklarına takılıyorsunuz...

Bu arada gazeteciler arabanızın önüne geliyorlar ve çekime başlıyorlar...

10 saniye, 20 saniye, 30 saniye yolu tıkıyorlar...

Siz hareket ettirince araba doğal olarak onların üzerine gidiyor...

Çünkü yolun üzerinde trafiği hiç takmadan çekime devam etmekteler...

Arabanızı çalıştırıp yolunuza gitmek isterseniz, aracı gazetecilerin üstüne sürmüş oluyorsunuz...

Onun için bütün trafiği tıkayıp siz de duracaksınız...

Genç kameraman arkadaş, maç çeker gibi istediği süre seni çekecek, sonra trafik polisi gibi geç işareti yapacak ki sen hareketlenesin...

Aksi halde gazetecilerin üzerine araba sürmektesin...

Hani neredeyse gazeteciye saldırı diye kınanacaksın...

Hey gidi günler hey...

Biz Milliyet'in Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'ler, Çetin Emeç'ler kahpe kurşunlarla öldürüldüğünde, Uğur Mumcu'lar patlayan bombalarla şehit edildiğinde, gazetecilere saldırı diye ayağa kalkardık...

Ankara Mamak cezaevine gazeteciler düştüğünde oraya "Hilton" der makara yapardık...

Gazetecilere saldırı da değişti...

Gazeteciler de...

Artık mağdur gazeteci olmak, iyice kolaylaştı...

Kurşunlara gerek kalmadı...

Araba önü kesmek, bar önünde ünlü kovalamak, gazetecilik mağduriyeti için yeter oldu...

"Gruba geliyor mu" sorusu fikir ve düşünce özgürlüğünün ayrılmaz parçası oldu...

Yazık fikirleri uğruna Ankara Hilton'da yatan İlhami Soysal'lara, Metin Toker'lere, ve daha nicelerine...

Yazık...

Mesleği bu kadar ucuzlatanlara...

Ağlasam o genç gazeteci (!) arkadaşlar sesimi duyarlar mı acaba mısralarımda?..

Ne yazık...

Hiç sanmıyorum...