Abone Ol

Barış Manço'nun karısı Fikret Kızılok'la beraberdi!

Röportaj ustası İzzet Çapa, usta gazeteci Arda Uskan ile Mecmua dergisi için çok çarpıcı bir röportaja imza attı. Herkes bunu konuşacak...

Barış Manço'nun karısı Fikret Kızılok'la beraberdi!

ARDA USKAN, İZZET ÇAPA'YA KONUŞTU

Kuralı bozmayalım ve özgeçmişinden başlayalım;

‘Air Plane’diye bir film vardı hatırlıyor musun; hani yaşlı kadın uçakta yanında yolcu çocuğa ‘hayatını anlat’ der de, oğlan anlatırken kadın kendini uçağın tavanına asar… O kadar uzun olsun mu?

Vazgeçtim, seni bilen biliyor zaten ama ben biyografinde şöyle bir cümleye rastladım, “… Arda doğduğu zaman Beatles diye bir gurup yoktu. John Lennon ise henüz 7 yaşındaydı. Ne gariptir ki yıllar sonra her ikisi Cannes’da bir sabah kahvaltısında buluşacaklar, yanlarında da Yoko Ona ve Erkin Koray olacaktı…”

Sanki hayatımda başka bir şey olmamış gibi, internete her giren bu John Lennon hikayesiyle karşılaşıyor..

Oysa daldan dala bir Arda Uskan var di mi?  İstanbul Üniversitesi’nin Arkeoloji bölümü… Sonra sinemaya merak sardın… Sinema okumak için İngiltere’ye gittin, iki sene Londra ve Paris’te serserilik yapıp hiç bir şey okumadan geri döndün… Sonra gazeteciliğe geçiş…

Tevellüt biraz eski… 1972 yılında Milliyet’teyken basın kartımı almıştım…

Hakikaten biraz eskiymiş… Bir ara fotoromancılık da yapmışsın…

70’li yılların sonuydu, bir fotoroman salgını başlamıştı. Tıpkı bugünün televizyon dizileri gibi. Eğlenceli olduğu için ben de bulaştım tabii. Ayda 3-4 fotoroman çektiğim olurdu. Düşün, Ajda, Muazzez Abacı, Barış Manço, Nilüfer, Emel Sayın filan oynardı. Gençliğimde çok para kazandım o işten…

Bu suçun yetmiyormuş gibi bir de 80’li yıllarda arabesk filmlerin senaryolarını yazarmışsın? Üstelik o zaman Nokta Dergisi’nin yayın yönetmenisin? Kimlerdi ‘müşterilerin?’

İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay… Banu Alkan bile vardı.

Yazarken ismini saklıyor muydun? Malum aynı zamanda Nokta gibi siyasi bir derginin yöneticisisin

Hayır ne münasebet. Kötü bir iş mi yapıyoruz? Saklayacak olsaydım yazmazdım zaten… Ahmet Hakan da sormuştu bir TV sohbetinde, “Neden saklamıyorsun, entel danteller bozulmuyor mu’ diye. “Valla Hilmi (Yavuz) abiyede  teklif etmeyi düşünüyorum” demiştim.

Televizyonculuğun da var… O hangi yıllara denk geliyor?

Noktadan ayrıldıktan sonra ekip olarak Cem Uzan’ın kurduğu ilk özel televizyona geçmiştik. 1992 yılıydı. Haber müdürlüğü yapıyordum. Sonra Ahmet Özal ile birlikte onun kurduğu Kanal 6’ya gittik, o da zaten bu maceranın sonu oldu…

Neden sonu oluyor? Ne suç işledin ki yine?

Suçumuz büyüktü… Rahmetli Turgut Özal’ın ölümünden sonra Demirel Cumhurbaşkanı olmuş, Doğru Yol Partisinin başkanlık koltuğu da boşalmıştı…

Dolayısıyla Başbakanlık koltuğu da…

Tabii… Şimdi DYP’ye yeni başkan seçilecek, seçilen de Başbakan olacak. Parti olağanüstü kongreye gidiyor… Başkanlık için üç aday var; Köksal Toptan, İsmet Sezgin ve Tansu Çiller…

Sonra Köksal Toptan çekilmişti galiba…

O çekilince yarış Çiller ile Sezgin’e kaldı. O günlerde haber merkezinde çalışan sevgili Mahmut Övür,  bomba gibi bir haber getirdi…

Neymiş o bomba?

Tansu Çiller’in Kilyos’taki arazileri ile ilgili… Tansu hanım’ın Bakan olduğu günlerde Sarıyer Belediyesi bu arazilere imar açısından çok büyük avantajlar sağlıyormuş… Tam bir imar rantı…

Doğru mu peki bu haber?

Olmaz mı? Kayıtlı kuyutlu, belgeli, Mahmut dört dörtlük hazırlamış. Bu arada DYP’de yarış iyice kızışmış. Haber girerse, Çiller güç durumda kalacak. Bir türlü yayınlatmıyorlar haberi… Biraz bekletelim diyorlar.

Haber müdürü değil misin? Sen yayınlasana…

Haber müdürüysek kanalın da sahibi değiliz… Biraz bekleyelim bari dedik. Kongreye birkaç gün kala haber akşam üzeri bültenine girdi. Gece bir kez daha yayınlanacak, alt yazılar filan geçiyor. O gece Kristal Elma ödülleri vardı. Ekrem Çatay ile iç rahatlı ile oraya gittik..

Ekrem Çatay? Ay yapımın sahibi?

Evet. O günlerde Kanal 6’nın üst düzey yöneticilerinden biriydi. İşte telefon oraya geldi…

Bulmaca gibi konuşma Allahını seversen… Ne telefonu?…

Semra Özal’ın telefonu… O günlerde cep telefonu yok daha. Beni kibarca telefona çağırdılar.

Semra Özal direkt mi arıyor…

Hayır sekreterine aratıyor… Tansu hanım ile ilgili haberi yayından çekecekmişiz…

Neden Ahmet Özal aramadı?

Ne bileyim ben… Zaten biz oradayken haber bandını almış götürmüşler?

Valla çok heyecanlıymış… Sonra ne oldu?

Ne olacak ben ve iki yardımcım; Korhan Atay ile Ayda Özlü Çevik kovulduk. Mahmut, arkamızdan istifa etti. Tansu Çiller de kongreyi kazanıp başbakan oldu.

Yani kovulmanızın sebebi Tansu Çiller mi?

Aynen anlattığım gibi… Tansu Çiller Başbakan olunca kovulmamızı istemiş.

Kıssadan hisse ?…

Sen çıkar artık… Ama kovduran da, kovanlar da bugün pek ortalarda görünmüyor ama ben hala gazetecilik yapıyorum…

Bunca yıl içinde sanatçılarla da çok iyi dostluklar kurduğunu biliyorum. Sezen’le çok iyi dostsunuz değil mi hala?

Benim ve ailemin en sağlam dostudur o. Dosttan öte.

Sezen de ‘kocalarıyla dost kalabilenlerden’ değil mi?

Muhteşem bir hikaye vardır bu konuda; Bir gece kulübüne Sertap’ı dinlemeye gitmiştik yine cümbür cemaat. Uzay da orkestrada. O günlerde Sezen gazeteci Ahmet’le evlenmek üzere. Sertap şarkıya başlayacak, Uzay eğilip kulağına bir şeyler söyledi, kız dağıldı gülmekten… Demiş ki, “Ben saydım Sezuş’un kırıkları olarak tam atlı kişiyiz salonda, kim bilir daha ne bilmediklerimiz var şurada oturanlar arasında?

Gerçekten bilmediklerimiz var mıdır?

Olur mu canım, kız ne yaşıyorsa milletin gözü önünde yaşıyor. Bir de flört etmiyor, evleniyor.

Müjde ile dillere destan bir kankalıkları var. Bir olaylarını anlatsana.

Sezen artık röportaj vermediği için, bunları defalarca yazdım aslında. Ama birine gerçekten çok gülerim. Müjde Attila Özdemiroğlu ile evliyken Sezen ile Almanya’ya alışverişe gidiyorlar. O gün Sezen diyor ki, ‘Atilla seni bu pazar donların yüzünden terk edecek, pahalı mahalı şu şeffaf gecelik takımını komple alıyorsun.

Müjde için eli sıkı derler…

O kadar da değil canım… . Eve dönünce de ilk işi Almanya’dan giyip, Saba melikesi gibi uzanmak olmuş divana, Atilla’yı bekliyor… Ama Atilla her zamanki gibi odasına kapanmış müzik yapmakta. Neden sonra çıkmış yukarı, Müjde’yi öyle tüller içinde görünce demiş ki, “Aa hayatım kalk üstüne doğru dürüst bir şey giy, kıçını başını üşüteceksin!”

Kahrolmuştur artık…

Yok canım hemen telefona sarılmış Müjde, ‘Cüce karı derhal bu çul çaputu alıyorsun ve bana marklarımı geri veriyorsun!’

Bir de Sezen çok kıskançmış derler, doğrumu?

Bana sorarsan asla. Ama Ali Kocatepe anlatır, bir gece Onno Tunç, yan masadaki bir kadına fazlaca bakınca, rahmetlinin gözlüğünü alıp ayakkabısının topuğu ile kırmış ve “Hadi bakalım Kirkor, şimdi nasıl göreceksin” demiş.

Ajda ile de eski tanışırsınız bildiğim kadarıyla… Hatta bir Paris maceranız var…

Ajda’nın Phillips şirketine plak yapmak için Paris’e gittiği günlerdi. Biz Türkiye’den gelenler, Tülay German’ın evinde toplanırdık genellikle. Bu arada Mort Shuman diye çok ünlü bir şarkıcı vardı, üstelik adam Phillips’in en üst düzey yöneticisi. Ajda’ya tutulmuş deliler gibi aşık…

Şans bizimkinin ayağına gelmiş desene…

Dinle bak… Alain Delon’un bir diskoteği vardı. Bir gece hep birlikte oraya gittik. Yanımızda rahmetli Beklan Algan da var. Mort Shuman’ın Ajda’ya yapmadığı iltifat kalmadı. Bir ara “Bundan çok sıkıldım, sen idare et” dedi, adamı başıma bırakıp Beklan abiyle çekip başka bir yere gittiler.

Eeee….

Eeesi ne? Ajda’nın yerini tutacak halimiz yok her halde. Adam sabaha kadar içip içip omzumda ağladı.

Belki biraz yüz verse bugün Ajda dünya starı olacaktı.

O kadarını bilemem ama Fransa’da o dönem çok ünlü olacağı kesindi…

Bu konuları pek konuşmuyorsun ama o günlerde bir çok ünlü kadınla birlikte olmuşsun. Çok yazılıp çizildiği için soruyorum. Onlardan en bilineni Seyyal Taner!

Seyyal için neden konuşmayayım ki. İki yılı aşkın bir beraberliğimiz vardı. Ama şimdikiler gibi ‘düzeyli’ filan değil. Çok harbiydi… Hala da en yakın dostlarımdan biridir.

Karın Selda ne yapardı sen zamparalık yaparken.

Evlendikten sonra haddime mi düşmüş. Ama flört döneminde türlü garipliklere imza atmıştır doğrusu.

 Güngör Bayrak’la yakalamış seni galiba…

Yahu Güngör’le flört etmiyorduk ki, ‘iş toplantısındaydık.’ Barış Manço ile ‘Kalk gidelim Küheylan” adlı bir fotoromanda oynatmıştım Güngör’ü. Jeneriğine de onun fotoğrafının yanına  ‘Harika at Küheylan’ diye bir atın resmini koymuştum, onu tartışıyorduk…

Ama Günay gibi bir gece kulübünde, baş başa yemekte..  Selda ne yaptı?

O da arkadaşlarıyla gelmiş, bizi görünce yanımıza geldi. O sırada Güngör pirzola şarap filan ısmarlıyor… Güngör’e sordu, “Cebinde paran var mı?” diye. Kız şaşırdı tabii ama ben ‘malımı’ bildiğimden gerisini tahmin ettim.

 Ne dedi?

“Bu herifin cebi deliktir, şimdi bunları yersin, buralarda rezil olursu haberin ola!’

Haklı mıydı?

Haklıydı tabii… O gece beş kuruşum yoktu ama Günay’da her zaman kredim vardı.

Şu anda Selda ile yeniden birliktesiniz… O da senden sonra gazeteci oldu ama çok iyi gidiyor yazıları, kıskanıyor musun başarısını?

Neden kıskanayım, ne de olsa benden geçti.

İlişki yoluyla diyorsun… Ama bu söyleşiyi o da okuyacak unutma. Demin barış Manço’dan söz ettin… Onunla ve Fikret Kızılok ile de çok iyi arkadaşmışsın… Hatta ikisi ile ilgili çok ilginç bir anın var bildiğim kadarıyla…

Barış bizden birkaç yaş büyüktü ama Moda’da gençliğimiz beraber geçti desem yeridir. Söylediğin olayın üzerinden yıllar geçtiği için şimdi anlatmakta bir mahzur görmüyorum. Fikret, o günlerde Barış’ın gurubunda gitar çalardı. Barış da Marie Claude adlı Belçikalı bir kızla evli… “M’amur” diye çağırırdık… Çok tatlı bir kız…

Eyvah eyvah…

Eyvah ki ne eyvah… İkisi birbirine aşık oluyor…

Barış ile Fikret mi?

Beni iyice salak buldun, işlet bakalım. Tabii ki Fikret ile Marie Claude… Bir gece kapı çaldı açtım, ikisi el ele gelmişler “Bu gece sizde kalabilir miyiz” dediler. Sırtlarında uyku tulumları… Ertesi sabah doğru Anadolu’ya gittiler. Sevmişler birbirlerini yapacak bir şey yok…

Vay be… Barış ortalığı birine katmadı mı?

Hiçbir şey yapmadı. Sessizce boşandı kızdan…

Biz bunu neden duymadık…

Duymadınız çünkü o günlerde insanlar insan gibi davranırlardı. Sırlarını ortaya dökmezlerdi medyatik olmak için. Kimse ağzını açıp bir şey söylemedi. Bu bir gönül meselesiydi. Bugünkü gibi manşetlere geçmedi…

Sen gazeteci değil miydin o günlerde?

Hem de en genç en hızlı günlerimdeydim…

Buna rağmen yazmadın…

Tek satır bile yazmadım. Yıllarca… Artık gocunacak bir taraf kalmadığı için otuz kusur yıldan sonra anlatıyorum. Olay, zaman aşımına uğradı çünkü…

Bomba gibi habermiş… Yazmadığına pişman olduğun anlar oldu mu hiç?

Hiç olmadı…

Önce insan sonra gazeteci durumları…

Valla ne durumları olduğu beni ilgilendirmiyor. Hiçbir zaman insanların özellikle dostlarımın özel yaşamlarından para kazanmayı düşünmedim…

Bir dönem “Babıali Yakup’tan idare edilir” diye bir laf vardı. Doğru mudur bu? Yakup, meyhanenin adı oluyor biliyorsun…

Bu konuda aydınlattığın için teşekkür ederim. Doğru mudur bilmiyorum, çünkü biz dergide sabahlara kadar çalışıp, oradan çıkamadığımız için Yakup’a gidemezdik. Ama meyhaneyi oraya getirirdik bazı geceler.

Patronunuz Ercan Arıklı bozulmaz mıydı bu içki muhabbetlerine?…

Ne bozulması? Rahmetli elebaşıydı. Kendisi pek içmezdi ama gece yarısından sonra Fransız konyaklarını bütün kölelerine sunmakta hiç beis görmezdi…

Çok ilginç bir insanmış…

Hani derler ya anlatılmaz yaşanır… Aynen öyleydi… Bak şunu dinle çok güleceksin. Rahmetli Duygu Asena’da o günlerde Kadınca’yı çıkarıyor Gelişim Yayanlarında. Odalarımız yan yana… Duygu’nun ilk kitabı Kadının Adı Yok büyük patlama yapmış. Filmi çekilmiş…

Atıf Yılmaz’ın filmiydi hatırlıyorum… Hale Soygazi de başrolde…

Filmin bir de afişi vardı. Hale çıplak sırttan görünüyor. Önünde bir daktilo… Ercan bey bir gün geldi Salih (Memecan) ile ikimize harika bir fikrim var. Duygu’ya Hale’nin pozunu verdirip Nokta’nın kapağına koyalım” dedi.

Nasıl yani çıplak mı?

Biz de senin gibi şaşırdık. “Duygu’ya biz söylemeyiz böyle bir şeyi” dedik. “Ben söyledim gelin” dedi. Gittik. Duygu’nun odasına girdik o fikrini söyledi.

Fırtına kopmuştur…

Yoo.. Duygu gayet sakin dinledi sonra üçümüze birden bakıp “Önce siz kıçlarınızı açın, ben onları Kadınca’ya kapak yapayım, sonra Nokta için soyunurum” dedi…

Müthiş kadınmış vallahi… Kızmadı mı Ercan bey…

Ne kızması…Kahkahalarla güldü… Böyle patron olur mu abii…

Yaklaşık on yıl Nokta’nın yayın yönetmeniydin. Kimler vardı kadroda?

Ayşenur Arslan, Haşmet Babaoğlu, Nurcan Akad, Ayşe Arman, Hıncal Uluç, Salih Memecan, Gülay Göktürk, Engin Ardıç, Can Dündar, Hızır Tüzel ve aslında benim için en az bu isimler kadar değerli ‘biraz daha az ünlü’ diğer gazeteci dostlarım… Tabii en başta bizimle sabahlayan patronumuz Ercan Arıklı.

Tehdit aldın mı hiç Nokta’da çalışırken?

Tehditten çok mahkemelerde geçti ömrümüz…Basın savcısı rahmetli Yurdal bey ile gide gele abi kardeş gibi olmuştuk.

Bir de şu ünlü John Lennon röportajından söz etsek… Nerede tanıştınız?

İzzet şu John lennon ve Alfred Hitchcock ile yaptığınım söyleşileri anlatmaktan bana da gına geldi. Ama sana daha ilginç bir şey söyleyeyim. Yirmili yaşlarda Milliyet’te çalışırken, Tony Curtis gelmişti İstanbul’a. Havaalanında kısa bir söyleşi yapıp bir de fotoğraf çektirmiştik. Ertesi gün gazeteyi gururla gösterdim babama; “Bak ben Tony Curtis ile röportaj yaptım” dedim…

O ne dedi?

“Oğlum biriyle röportaj yaptığın zaman değil, seninle röportaj yapıldığı zaman adam olursun” demişti…

Adam oldun mu şimdi?

Ben hala olmamakta direniyorum ama röportajı yapan sensin, sen söyle…

Ne diyeyim? Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık…

RÖPORTAJIN TAMAMINI MECMUA DERGİSİNDEN OKUYABİLİRSİNİZ