Abone Ol

Ayşe Arman kızı Alya'yı ilk aşkıya nasıl tanıştırdı?

Hürriyet yazarı Ayşe Arman, küçük kızı Alya'yı gençlik aşkıyla nasıl tanıştırdı. Arman o gecenin detaylarını yazdı..

Ayşe Arman kızı Alya'yı ilk aşkıya nasıl tanıştırdı?

O gün hepimiz 13 yaşındaydık

Geçmişte yaşayan biri değilim.

Her geçen yıl, ay, hatta gün benim için bitiyor.
Yok oluyor, “Görevimiz Tehlike”nin mesajları gibi, kaset kendi kendini imha ediyor.
Öğrendiklerim ekleniyorsa ne ala, eklenmiyorsa ne gam...
Ben yola devam ediyorum.
İleri bakıyorum, hep ileri.
“Ne şahane bir yazdı!”
“O yıl başını hatırlıyor musun?”
Yok, böyle şeyler benim belleğimde. Hatıralar akın etmiyor beynime. Geçmiş, sular altında kalıyor. Kapanıyor, derinlere gömülüyor.
Bazen üzülüyorum çünkü kendimi Alzheimer’lılar gibi hissediyorum.
Hafızam da zayıf herhalde.
Geçmişte anlattıkları o kadın ben miyim, onu da bilmiyorum.
“Öz”üm duruyor ama sürekli, dönüşüyorum, değişiyorum.
Ben bugün varım, şimdi...
Yarını bilmiyorum.
Geçmiş de Niyazi oldu zaten.
O yüzden biraz “tarihsiz” ve “köksüz”üm.
Kendimi bir grupla, bir cemaatle, bir ideolojiyle birlikte anamıyorum. Hiçbir yere tam ait hissedemiyorum.
Ailem önemli, eski çekirdek ailem, onlara da her zaman hak ettikleri ilgiyi gösteremiyorum, çünkü koşuyorum hayatta, sebebini ben de bilmiyorum, durmaktan korkuyorum; bir de benim kurduğum aile var, sevgilim, kızım, yakınlarım, birkaç kişilik dostlarım, onlar da “şimdi”m.
Ama onun dışında gayet “ölümlü” hissediyorum kendimi. Bugün çekip gidecekmiş gibi.
Yapmam gerekenleri yapıyorum ve koşuyorum.

Geçmişe yolculuk

Böyle bir insanın 25 yıl önceki arkadaşlarıyla buluşacak olması nasıl bir histir sizce?
Mutluluk, coşku?
Bilmem.
Heyecan, stres?
Kısmen.
Korku?
Evet, en çok korku!
Geçen hafta boyunca korktum, çünkü o hafta sonu, 25 yıl önce mezun olduğum okulun, Tarsus Amerikan Lisesi’nin “reunion”ı vardı, “homecoming”, “yuvaya dönüş”.
Saçma sapan bir ruh hali içindeydim.
“Yuva”ya dönmek istiyor muyum, istemiyor muyum pek emin değildim.
Neden korktuğumu da bilmiyordum.
Tuhaf bir muhasebe.
Geçmişe yolculuk.
2500 ışık yılı geçmiş, küt diye geriye dönüyorsunuz:
Yaşlandık mı, başardık mı, becerdik mi, genç kalabildik mi, hayatla baş edebildik mi?
Sanki hayat durmuş gibi, durup geriye bakmak, “Neler yaptım bu 25 yılda? Çıkan bilanço ne?” demek gıcık.
Kendi muhasebemde kötü hissetmiyorum ben. Sevdiğim bir iş buldum kendime, ki hiçbir zaman olağanüstü yetenekli filan değildim, ama memnunum ulaştığım yerden, noktadan, o her ne ise.
Özel hayat desen, her gördüğümde, “Ulan ne şahane bir herif bu!” dediğim bir adamla birlikteyim, araya bir çocuk sıkıştırmayı da becerdim.
Ama yine de geçmişimle yüzleşmekten, bütün o insanları görmekten...
Belki de tekrar çocuklaşacağımı bildiğim için korktum...
Adım gibi biliyordum, Tarsus Amerikan Lisesi’ne döndüğümde 13 yaşında olacaktım.
Oldum.

Kime neyin havası

Şimşek hızıyla aklımdan, “Güzel görüneyim” diye geçti.
Gazeteci Ayşe, topuklu ayakkabı giyiyor, dar tight’lar giyiyor, daha zayıf, modern ve şehirli görünüyor, önce öyle gideyim istedim. Beni öyle görsünler, “İşte ben buyum, geçen yıllar pek koymadı bana, hâlâ iyi ve güzelim!”
Son anda, “Manyak mıyım ben!” dedim, okuluma gidiyorum, kime neyin havasını atacağım.
Bir kargo pantolon ve tişört giydim, altına da lastik ayakkabılar. Süs, püs hiçbir şey yok.
Yanımda da tatlı kuyruğum, kızım Alya vardı.
Ve girdik okula...
Yeğenim Lara Apa, eniştem Kazım Apa, bizim dönemden Aslı Atahan ve Cem Akçalı’yla beraber.

Ah Stickler ahh

Okul, olağanüstü güzeldi.
Dikdörtgen bir panayır yeri düşünün.
Kocaman ve yemyeşil.
Bizim zamanımızda ortalık böyle yeşil değildi, şimdi öyle, bir sürü yeni bina inşa edilmiş ama Stickler hep aynı, aynı haşmetiyle dikiliyor. Stickler, bizim okulun sembolü, eski bir kilise, şimdi “auditorium” olarak kullanılıyor, üst katında da sınıflar ve yatakhane yer alıyor.
Ortalık şenlik yeri.
Her tarafta yiyecek stantları var, kepapçılar, dürümcüler, tantuniciler, sıkma-ayrancılar, renkli gözlükler, aksesuvarlar satanlar...
Bir tarafta bir orkestra, fötr şapkalı insanlar müzik yapıyor, diğer tarafta bir sahne kurulmuş...
Ve o şenlik yerinin ortasında Alya... Kendinden geçti, şortu ve tişörtüyle saldı kendini çimlere, zannedersin 7 yıl boyunca Tarsus Amerikan Lisesi’nde okuyan ben değildim, oydu, hemen kendine arkadaşlar buldu, oynamaya başladı.

Ruhunu biliyorum

Ve işte 87 mezunları.
Teker teker karşımdalar.
25 yıl sonraki yüzleşme.
Biri karşında dikiliyor, yüzü sana tanıdık, en çok da gözleri, zihninin içindeki albümden çıkardığın fotoğrafı, bugünkü görüntünün üzerine oturtmaya çalışıyorsun, o muydu?
Bazen, “Evet o!” diye bağırıyorsun.
Bazen de, “Bu kimdi ya!” oluyorsun.
Birkaç saniye ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyorsun...
Ama sonra, tanısan da tanımasan da, ismini duyunca coşkuyla sarılıyorsun.
Ve yavaş yavaş, o eski günlere dönüyorsun.
Şunu fark ettim: Korkmaya filan gerek yokmuş.Geçmişle yüzleşmek kötü bir şey değilmiş. Birkaç kişi hariç herkesi tanıdım. Evet, hepimiz değişmişiz.
Ama bir tarafımız hep aynı kalmış. O “öz” duruyor orada. Zaman diye bir şey hem var hem yok. Küt diye bıraktığın yerden devam edebiliyorsun.
İnsanlar evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış, kimileri büyük adam olmuş, akademisyen, cerrah, işadamı, bilim insanı...
Fakat bunun da önemi yokmuş.
Çünkü bir an geliyor, “Bırak ya!” diyorsun, “O 25 yılda edindiğin postlar, konumlar bana işlemez. Ben senin ruhunu biliyorum!”

Teşekkürler TAC

Ve biz geçen hafta sonu, işte o birbirimizin ruhunu bilenler, bir arada çok eğlendik.
Güldük.
Birbirimizle dalga geçtik.
İçtik. Okul tezahüratlarını ettik. Sadece biz yoktuk tabii, bütün mezunlar vardı, 5 yıllık, 10 yıllık, 15 yıllık, 20 yıllık, 25 yıllık, 30 ve üzeri...
Herkes üzerlerinde mezun oldukları yılın okul tişörtleriyle çocuklar gibiydi.
Koca koca adamlar, kadınlar ama aslında küçücük çocuklar!
Gerçekten unutulmaz bir yolculuktu benim için. Zaman makinesine girmek gibi.
Bir ara, ilk aşkımı gördüm, tanımadım önce, nasıl bir sersemliktir benimki onu da anlamadım ama gerçekten tanımadım, oysa pek değişmemişti, aynı hoşluktaydı.
Bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Sonra, “Gel seni kızımla tanıştırayım” dedim.
Alya’ya, “Bak, bu kim biliyor musun?” dedim, bizimki en afacan haliyle baktı bana, “İlk aşkım” dedim, bir an afalladı, sonra “Ama tabii ki bitti, şimdi babaya âşığım” dedim.
Alya yeniden oyuna daldı, çok da oralı olmadı.
Hepimiz orada, bir dönem hayatımıza giren, beğendiğimiz, hoşlandığımız, sinir olduğumuz, kavga ettiğimiz herkesi gördük.
O gün hepimiz 13 yaşındaydık!
Teşekkürler TAC, bana, bize verdiğin her şey için...

Ayşe Arman / Hürriyet