Vatanım Sensin’de neler bulduk?

Vatanım Sensin’de neler bulduk?

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Günümüz insanının en belirgin özelliği, duruma göre söylem geliştirip görüş değişimine uğraması. Alabildiğine kötülediğini can-ı gönülden sahiplenip menfaat edinmeyi umanı da var… Geçmişte eleştirip topa tuttuğunun azim destekçisine dönüşme garabeti sergileyeni de!

‘Dostum’ denilen kişi bir anda düşman ilan edilebiliyor, ‘Hain’ yakıştırmasıyla eleştirilenle de ittifak peşine düşülebiliyor. Velhasıl şahsi çıkarın her şeyden üstün tutulduğu modern dünyada ne görüş samimiyeti kalmış, ne de gerçek kavramı. İşin Türkçesi omurgasızlık moda şimdiki anlayışta ki, bu da karakter deformasyonunu yaygınlaştırıyor sonuçta.

Nitekim günümüz insanının anlayışıyla şekillenen kurgu âleminde de aynı mantığı yakalamak mümkün. İçerikler, kurgu matematiğinin gerektirdiği biçimde ilerlemek yerine, şartlara ve tepkilere göre dönüşüm geçirmekte. Dış motivasyonlu şekillendirmeler yapılırken doğallıktan uzaklaşılmış, işin özü kaçmış kimin umurunda?

Hele de alan-veren memnunsa, çoğunluk aynı yolun yolcusu oluyor. Nasıl ki, birbirinin benzeri abuk sabuk komedi filmlerinin türemesi ve müşteri çekmesi… Buna karşılık özenli emek verilmiş işlerin, misal, genetik modifiye tohumlara ve tarım krizine değinerek gerçekçi söylem geliştiren Semih Kaplanoğlu’nun ‘Buğday’ filminin seyirciye hitap noktasında yeterince ilgi görememesi hep bundan.

Diziler için de farklı bir yaklaşım aramak nafile. Senarist, ‘tecavüz’ üstünden erkek şiddetine değinerek mesajını vermeye niyetlenmişken bir bakıyoruz akış, tepkilerle paralel değişime uğramış. Sahnenin devamı algılananın ve doğal gidişatın aksine gelişmiş. İnan, inanabilirsen. Mesela ‘Siyah İnci’nin ilk bölüm finalinden sonrası böyle geldi. Karısını elleriyle boğacak derecede psikopat olan Vural tokatlayıp bayılttığı Hazal’a tecavüzden kaçındı.

Aynı şekilde ‘Kadın’ dizisinde temizliğe giden Bahar’ın ardından banyoya dalan Arif’in tecavüz niyeti bakışlarından belliyken, devamını bu sahneyi yok sayarak başlatan dizi, Arif’in hamlesini de dostunu eve getiren babaya görünmeme bahanesine bağladı. Şimdi sırf izleyici tepkisinden ötürü yaşamın gerçek gidişatıyla ters düşen tarzda yapılan bu çark edişlere bakıp ‘Yav he he…’ dememek mümkün mü? Tabii ki değil. Gerçeklerle oynamayı bırakacaksınız arkadaş!

Kuşkusuz bu tepkilerle yaratılan dönüşümler sadece tecavüz olayında yaşanmıyor. İçerik dilinin şekillenmesinde de harici mihraklar giriyor devreye. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın saray kadınlarını yansıtma şekline az mı laf edilmişti mesela? Kılık kıyafetler nasiplenmemiş miydi? Bunlar ilk akla gelenler. Nice örnek mevcut, senaryo özgünlüğünün-özgürlüğünün hak getirdiği sektörde. Senaryoların yola çıktığı biçimde devamı engelleniyor açıkçası. Dahası yapımların sürekli yönetmen ve senarist değişimi yaşaması da artık alışkanlık halini aldı. Her gelenin kendince farklılık katması, öncekine gösterilen tepkilerden etkilenmesi kaçınılmaz. Kimisi iyi yönde gelişiyor, kimisi içine ediyor. Yani tebdil-i senaryoda her daim ferahlık yok!

Buradan hareketle ‘Vatanım Sensin’in yeni dönemine bakacak olursak… Onun için de benzer eleştiri getirebiliriz rahatlıkla. Muhakkak ki eleştirimizin tecavüz detayıyla ilgisi bulunmuyor. Zira Azize yeni dönemde tecavüz mağduru kadın olarak karşımıza çıktı bile… Hem de düşman komutanının acımasızlığından gelişen bir tecavüzdü bu! Yani beterin beteri yaşatıldı Azize’ye. Gerçi bir ihtimal yeni tepkilere bakıp Azize’nin tecavüzü de yalan edilebilir. O da ayrı bir konu. Diyeceğim o ki; Dizinin şu haliyle geçirdiği dönüşümün, diğer dizilerdekinin dışında, farklı yönleri mevcut. Bunların ne olduğuna, yeni sezonunda neler bulduğumuza gelince… Söylenecek çok şey olduğundan iki parçada değerlendireceğim konuyu. Önceliği, diziye geçirtilen dönüşüme vererek başlayalım söze…

VATANIM SENSİN’İN SÖYLEMİ DEĞİŞMİŞ!

Kanatsız Kuşlar’ın birinci olduğu totalde üçüncü sırada yer alıp AB ve ABC+ gruplarının birincisi olan ‘Vatanım Sensin’in yeni sezonundaki baş değişimi, senaryo söylemine yaşatılan dönüşüm! Geçtiğimiz sezon öyle veya böyle eleştirilen ne varsa yeni sezonda tüm bunlar eleştiriler doğrultusunda tornistan edilmiş. Yani dizinin anlatım diline dönüşüm yaşatılmış. Bunu daha iyi izah edebilmek için geçen sezona yönelik tepkilere kısaca değinmek isterim.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz sezon kimileri, at izinin it izine karışma modasını ‘Vatanım Sensin’i eleştirmede de geçerli kılıp hainlik-vatanperverlik ikileminden ‘subliminal mesaj’ çıkartmaya soyunmuştu. Diziyi iyi anlayamamanın sonucu olsa gerek. Kaldı ki, yerlisinden yabancısına, kötü görünen karakterden iyilik için uğraşanın ya da tam tersinin çıktığı pek çok yapım mevcuttu. Dolayısıyla burada hainlik ile vatanperverliğin iç içe geçmesi gayet doğal bir kurgusallıktı ve ‘subliminal mesaj’ olarak yorumlamak maksadını aşan gayretkeşlikti. Dahası o dönemde yazdığım üzere, Saray’la birlikte hareket eden Tevfik’i de vatansever olarak görmek mümkündü. Neticede para düşkünlüğü bir yana, o da İstanbul’dan kendine verilen emirleri uyguluyordu. Yani hainlik-vatanperverlik, inanılana ve düşünsel açıya göre değerlendirilecek bir konuydu. ‘Vatanım Sensin’ de, her iki kanattan örneklerle bunu layıkıyla yansıtıyordu bize. Öte yandan Azize’nin bir türlü Cevdet’in gizli kimliğini öğrenememesinden dolayı izleyiciden tepki alan dizinin geçen dönem en çok eleştiriye uğrayan iki yönü daha vardı… Biri işgalcilere karşı üslubuydu. Diğeri de ‘Yıldız-Ali Kemal’ ve ‘Hilal-Leon’ aşklarıydı. Eleştirenler haklı mıydı?

Savaş ortamının gerçeğini, her iki tarafın gözünden vermesi ve sivillerden ziyade emir kulu askerler arasında geçen bir olgu olarak göstermesi… İki tarafın da gözünden bakması… O günlerin atmosferini çok yönlü sunması… Azize ile Veronika’nın düşmanlıktan ziyade annelik-kadınlık ortak paydasında buluşarak buradan ‘Savaşları anneler-kadınlar bitirebilir’ mesajını hissettirmesi… Düşmanlıkta bile seviyeli bir sunum üslubu kullanılması hoşa gitmemişti. Anlaşılan daha keskin bir dil-düşmanlık vurgusu istiyordu izleyici. Oysa ‘Vatanım Sensin’ tarih belgeseli değil, savaş yıllarının atmosferini kurgusal dilde şekillendiren bir dramaydı. Ayrıca tarihteki gelişmelerin nasıl olduğunu bilmek, gerçekçi ve yansız tarih okumasıyla mümkündü.

Buna karşılık, tarihte Sevr sonrasında yaşanan Çerkez Ethem isyanıyla Yunan kuvvetlerinin ilerlemesinin önünü açıldığı ve Türk kuvvetlerinin zor durumda kaldığı yazılıyken, eşkıyalara Ankara’dan daha fazla ağırlık vererek yeni dönemin gelişim yolunu çizen senaryoda ‘düşmanlık’ vurgusu hayli yoğunlaştırılmıştı. İlk sezonun, savaşta kötülüğün yanı sıra iyiliğin de olabileceği, gerçeği ve savaşın yıkıcı yüzünü vurgulayan havası ötelenmiş, barışçılıktan ziyade güç birliğine giden dağlı çetelerle kışkırtıcı kavgacılık mantığı ön plana çıkartılmıştı.

Yıldız-Ali Kemal sevdasının ensest ilişki olarak görülmesi derseniz… Abes bir tepkiydi. Çünkü kardeş olmadığı sürece aynı evde büyüyen iki insanın birbirine sevdalanması doğaldı. Gerçekte kardeş olmayan ve aralarında hiçbir kan bağı bulunmayan iki gencin ilişkisine yönelik bu tepkinin de kabul edilebilir bir tarafı olamazdı haliyle. Hele ki ortalık amca-teyze çocuklarının evliliğiyle doluyken, amca-yeğen çarpıklığı ve daha nice sapkınlık hasıraltı ediliyorken, böyle bir tepkisellik tam anlamıyla saçmalıktan-maksatlı karalamadan ibaretti. Ancak yeni sezonda gördük ki bu karalama hedefine ulaşmış. Hani zaten sezon sonundan belliydi de geri gelmeyeceği, işte bir umut beklenmişti bu sevdanın devamı. Ali Kemal’i yollatanlar şimdi ister misiniz ‘Türk kızı içki içer mi’ diye Yıldız’a da kulp taksın? Olur mu olur.

Hilal-Leon aşkına tepkilere gelince… Romantik duyguların, aşkın her türlü savaşın üstünde olduğunu ve sevdanın din-ırk-milliyet gibi ayrımcılıkları eleme gücünü ispatlayan Leon ile Hilal’in birlikteliğine ‘Türk kızı Yunan erkeğine sevdalanır mı’ gibisinden at gözlüklü mantıkla karalamak, dünyadaki savaşları ve kıyımları onaylamakla eşdeğerdi. Zira tüm kötülüklerin altında sevgisizlik ve hoşgörüsüzlükle doğan hırslar yatıyordu. Hilal-Leon aşkı da bu hırslara karşı naif bir tablo yaratıyordu. Şükür, bu sezon da aşkın savaşçı hırsa galip gelişi sürmekte.

SÖZÜN ÖZÜ; Geçen sezona dair yapılan eleştirilerin çoğu havada kalan şeylerdi ve senaryo gidişatı açısından dikkate alınmayı gerektirmiyordu. Lakin dizinin yeni sezonu tam tersi bir tabloyla çıktı karşımıza. Yazının başında işaret ettiğimiz ‘duruma göre söylem geliştirme’ alışkanlığı ‘Vatanım Sensin’in yeni sezonu için de devreye sokulmuştu sanki. İlk sezonun vatanseverlikle barışçılığı harmanlayan tadının yerinde yeller esiyordu.

Böylece milliyetçiliğin-vatanseverliğin daha iyi yansıtılacağı mı düşünülmüştü? Yoksa ilk sezon eleştiri yapanları memnun etme kaygısı mı güdülmüştü? Bilinmez ama... Güçlü devlet formülünün, geçmişi unutmadan geleceğe bakmak ve bugünü, geçmişin düşmanlıklarından arınarak şekillendirmek olduğu gerçeğinde… ‘Vatanım Sensin’deki söylemin düşmanlığı körükler nitelikte görülmeye müsait hale getirilmesi, barışçıl dünya mantığı adına üzücü! Ayrıca bunun Azize’ye tecavüz ajitasyonuyla veya Filippos’un saçma sapan hizmetçi seçimi sahnesiyle ya da Aleksi’nin, İzmirli kızları aşağılar mahiyette, ikide bir dillendirdiği ‘umumhane’ sevdasıyla yapılması, hem tarihteki gerçek acılara haksızlık hem de dizinin içerik kalitesine darbe. Dolayısıyla ‘Vatanım Sensin’in yeni söylem biçiminden acilen vazgeçmesi lazım. Aksi takdirde düşmanını küçümseme-komikleştirme hatasına düşen ve gerçeklerin layıkıyla hissedilmesini sağlayamayan Yeşilçam kahramanlık filmlerine dönüşmesi kaçınılmaz.

‘Yanlışı vurgulamak bizden… Takdiri, yapımı şekillendirenlerden’ derken, dizinin yeni sezonunda bulduklarımızın devamını gelecek yazıda getireceğimizi hatırlatıp koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal


Tüm yazılarını göster