Dayan Yüreğim, Karagül'ün İstanbul şubesi mi?

FOX dizisi ‘Dayan Yüreğim’ yarattığı atmosferle içimizi burkarken, ekrandaki zorlu yarışla da karşı karşıya kalarak gerek izleyiciye verdiği hüzünle, ‘Dayanabilirsen Dayan Yüreğim’ dedirtmekte.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Dayanabilirsen ‘Dayan Yüreğim’…

Bir yanda dünyamızın kaosu, diğer yanda haksızlıklarla tırpan yiyen iyilerin ezilmişlik tablosu… Üç günlük ömürde mutlulukla yaşamak dururken üstümüze üstümüze gelen sorunlarla boğuşmak zorunda kalıp ‘Dayanabilirsen dayan yüreğim’ demek için öyle çok sebep var ki ortada. İçimiz kararıyor, günden güne mutsuzlaşıyoruz sonuçta. Bir de bunlar yetmezmiş gibi dizilerin yarattığı felaket öyküleri var başımızda. Yaşam şartlarının kıtlığıyla kültürel faaliyetlerden ve okuma alışkanlığından gittikçe uzaklaşan insanımızın tek eğlence aracına dönüşen televizyondaki yapımlarda dramatik unsurlar öylesine ağır basmaya başladı ki, ‘Dayan Yüreğim’ deme ihtiyacımız misliyle arttı son zamanlarda.

Parçalanmış aileler… İçki ve kumar düşkünü kocaların şiddet alışkanlığı… Fitneciliği aşıp mafyavari entrikacılığa merak saran aile bireyleri… Çocuklarının işlediği suçları örtbas etmek için her yola başvurmaktan çekinmeyen anneler… Ve tüm bu kötücül harman içinde ayakta kalma mücadelesi veren ezilmişler. Yanı sıra zengin çocuklarının fakir kanattan sevgili yapma merakıyla gelişen, bir dargın bir barışık imkânsız aşk hallerini de unutmamak lazım. Velhasıl her yeni diziyle daha abartılı hale getirilen dramatik kombinasyon kaliteden ziyade yarışçılığa odaklanan dizilerimizin yükselen değeri, yürekleri dayanma testine sokan kolaycılık klişesi.

Ekranlardaki acılı anne mağduriyetine bir yenisini ekleyen FOX dizisi ‘Dayan Yüreğim’ de bunlardan biri. Üstelik yarattığı atmosferle içimizi burkarken, ekrandaki zorlu yarışla da karşı karşıya kalarak gerek izleyiciye verdiği hüzünle, gerekse reyting çekişmesiyle ‘Dayanabilirsen Dayan Yüreğim’ dedirtmekte. Başlangıcını her iki grupta da 19’uncu olarak yapıp ikinci bölümünde totalde 16, AB’de 13’üncü sıraya yükselerek ibrenin yukarı doğru gideceğinin işaretini veren dizinin üçüncü bölümü totalde 6’ıncı, AB’de 7’inci oldu. Kuşkusuz sıralamadaki yükseliş ‘Dayan Yüreğim’ için başarı göstergesi. Ancak buna sırt dayayıp yapımın eksilerini görmezden gelmek de hata olur. Dolayısıyla ilk bölümden itibaren göze çarpanları belirtmekte fayda var. Önceliği, dizinin eksilerine vererek başlayalım söze…

‘DAYAN YÜREĞİM’İN EKSİLERİ

‘Dayan Yüreğim’in en baba eksisi, öykünün çıkış noktası! Selim’in geçirdiği araba kazası, zengin gencin annesi tarafından kollanıp kaçırılması ve mağdur taraftaki babanın parayla susturulması noktalarında FOX’un ziyan zebil edilenlerinden olan ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ ile çokça benzeşen dizinin, uyarlama izlenimi veren bu yönüyle orijinallikten uzaklaşıp ilk bölümden kendi kalesine gol attığı kesin. ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ın harcandığı süreçte aynı kanalda, aynı türden bir öyküyle yola çıkılması pek hoş olmadı doğrusu. Neyse ki devamı farklı getirildi de ipin ucu kaçırılmadı.

Öte yandan ‘Dayan Yüreğim’in ilk bölümdeki hayal kırıklığını yaratan bir diğer detay, ‘baba’ karakteriyle yaşandı. Kumarbaz-içkici aile reisi figürü olarak öykünün gelişmesine çanak tutarak ‘Cee…’ deyip ölen Tahir’in tablosu maalesef hiç inandırıcı değildi. Pazar ortamında karısıyla yan yana çalışan, abisinin ve baldızının ailelerini evinde ağırlayan, oğluyla futbol muhabbetine dalan, kızıyla yakınlığına diyecek olmayan Tahir’in kumar sevdası dışında ne kötülüğünü görebildik? Bülent Alkış’ın canlandırdığı Tahir’in karısıyla bir şiddet geçmişi vardıysa, Elvan nasıl şen şakrak sofralar hazırlayıp konuya komşuya yemek yollayabiliyordu? Diyeceğim o ki, erkeklerin ara sıra eşeklik etme gerçeğini, anırmaya çevirerek ailesine acı verir hale geldiğini abisi Remzi’nin söylemiyle öğrendiğimiz Tahir karakteri daha çok işlenmeliydi. Onun bu denli şipşak verilmesi, ilk bölümdeki gelişmelerden temelini alan öykünün inandırıcılığını baştan zedelemiş oldu.

Aileleri ve karakterleri tanıtmaya yoğunlaşarak Selim’in çarpılmasını ve kan parası olayından gelişen cinayeti ilk bölüme sıkıştıran dizi, bununla paralel Elvan karakterini de başlangıç itibariyle kendini sorgulatan bir konumda sundu bize. Sağlıkçı olarak görev yapan Elvan’ın erkek mağduriyetini hiç hissedemedik. Muhakkak ki aile içinde para kaynaklı sorunları vardı ama öyle sürekli koca şiddeti gören acıların kadını modunda da değildi doğrusu. Gayet rahat, mantıklı ve tutarlı davranışları vardı. Bu nedenle anlık gelişen nefsi müdafaa olsa bile kocasını öldürmesine mana vermemiz hayli zorlaştı. En azından yaralayabilirdi mesela. Lakin madalyonun öteki yüzü de var hesapta. Şayet bu cinayet olmasa, ‘Dayan Yüreğim’in gelişimi de zora girecek ve ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’dan farkı kalmayacaktı. Anlayacağınız her ne kadar temelsiz olsa da, kavga sahnesi damdan düşer gibi işlense de Elvan’ın kocasını öldürmesi, dizinin kendi yolunu çizebilmesi için gerekliydi. Eh biz de aklımızdaki tüm soruları bir yana bırakıp kabullendik zaten.

Buna karşılık Elvan’ın gecenin bir vakti hastaneden fırlayıp onca yolu aşarak eliyle koymuş gibi Şanalların evine ulaşmasına aklımız hiç eremedi. Elvan, adresi nereden buldu? Niye polis yerine oraya koştu? Karakterin kendini sorgulatan halleri ilk bölümle sınırlı değil tabii. Dizinin sonraki bölümünde de sırf yürekleri titretmek için Elvan’a aşırı abartı yüklenilmiş. Hapisteki intihar teşebbüsü mesela… Kızı konuşmuyor diye intihara yeltenen Elvan’ın içeriden gelen gürültüyü merak edip intihardan vazgeçmesi ve ebeliğe soyunması o sahnenin laf olsun diye yaratıldığını ortaya çıkartıyor. Kaldı ki ham hum şaralop sunulan doğum sahnesi külliyen yapmacıktı. Aynı şekilde fenalaşan Selim’in hastane parası için altın satma durumu da inandırıcılıktan uzak abartıdan ibaret. ‘Devlet dururken özele gitmek neyin kafası’ diye tekrar sormayacağım çünkü bu tüm dizilerin alışkanlığı oldu da… Acil servislerin ücret almadığı gerçeğinde bu neyin parası? Bir sağlıkçı olan Elvan bunu bilmiyor muydu? Dahası, Selim’in ‘bası yarası’ da ölümcül bir durum değil. Görüntü olarak birinci, bilemedin ikinci evrede yani henüz iltihaplı bir yara oluşmamış. Dolayısıyla Elvan’ın onca zaman çocuğa bakan kardeşine çıkışması ve kalacak yeri olmadığı halde çocuğu kapıp sokaklara düşmesi de anlamsız kaldı.

Dördüncü bölümde kamyonetin parasını ortada bırakıp gidecek kadar saflaştırılarak mağdurlaştırılmasıysa, abartıların devamının geleceğinin kanıtı gibi. Sahi, o kamyonet kimin üstüneydi de Elvan satabildi? Şayet Elvan’ındıysa tamam ama Tahir’inse, nasıl becerdi bunu diye sormak lazım. Haa… Miras deyip de geçemeyiz. Çünkü katilin, ‘Mirastan Yoksunluk’ gerekçesiyle öldürdüğü kişinin mirasından faydalanması mümkün olamıyor da… Bilesiniz.

Dizideki bir diğer eksi, kontes Suzan karakterinde gösteriyor yüzünü… Tahir’in cebinden parayı aşıran Suzan, İstanbul’a taşınmak için bunu kocasına verirken, 17 bin lirayı mutfak masrafından artırdığını söylüyor. Yani bir erkek eve verdiği mutfak parasının ve giderlerin hesabını bilmez mi? Üstelik bizzat fiyatlarla iç içe olan bir pazarcıysa, evin geçimine ne harcanacağını ve onca paranın nasıl artırıldığını sorgulayamaz mı? Ama maşallah bizim Remzi ne bu paranın nasıl toplandığını soruluyor, ne karısıyla kızının çatır çatır harcamalarında değirmenin suyunun nereden geldiğini. Saf ya garibim… Öte yandan Suzan’la aynı hinlik kumaşından olan Cengiz, Suzan’ın bağırsağının kaç metre olduğunu bildiği gibi, mutfak parasından böyle birikimler yapılamayacağını ve altınlar alınamayacağını da şıp diye çözüyor. Hani Cengiz’in deyişiyle… Beyaz Saray mutfağı mı bu canım? Şantajcı Suzan’ın, Taner’le ve İnci’yle muhatap oluşu derseniz… Apayrı bir abartı. Böylesine zengin ailenin, tek bir adamın ‘Kazayı yapan başkasıydı’ sözüyle bu denli telaşlanması anlamsız. ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’da kamera kaydı vardı ama burada kazayı Atıf’ın işlediğine dair ortada ne bir kayıt var, ne de bir delil. Üstelik suçlu teslim olmuş ve cezasını çekmiş. Hem işin peşini bırakması için kan parası verilen Tahir’in de Atıf’tan haberi yoktu ki! O halde Elvan’dan korkmak, lafla tehdit eden Suzan’ı aylığa bağlamak niye? Şayet konuşmasından korkuluyorsa gözdağı verilir susturulurdu. Cengiz’i dayakla korkutanlar Suzan’a gelince mi pısırıklaştı? Hadi canım.

Şanallar demişken… ‘Oğlumu büyütürken üzerine titredim. Her yaptığından haberim vardı’ diyerek fakirlerin çocuklarını başıboş bırakmalarına taş vuran İnci ile mesaj veren dizide, bu ailenin kısa geçişlerle boşluk doldurur hale getirilmesi de ‘Dayan Yüreğim’in eksilerinden. Sadece Suzan, Cengiz ve Gülsüm’ün kötücüllüğüne yoğunlaşıp Elvan’ın çilekeşliğinden medet ummak yerine, Tayfun-İnci-Ekrem üçlüsünü de aynı oranda ele almak gerek diyorum. Dizideki dengeyi ve gerçekçiliği sağlamak adına bu şart çünkü.

Sözün kısası; Dizinin başlangıcında ve karakter sunumunda tercih ettiği acelecilik ilk etaptaki dezavantajı oldu. Ancak ‘Yıldızlar Şahidim’in elendiği gecedeki dizi boşluğuyla bu dezavantajı aştığı da bir gerçek. Kızlarının ruh sağlığını düşünüp ‘Yanında tartışmayalım’ derken karısıyla avaz avaz kavga edebilecek mantıksızlık sergileyen Avukat Fuat’ın özelini de açmaya başlayarak zengin aileye damat olan onurlu adaletçi tablosu sunan ‘Dayan Yüreğim’le ilgili eksileri bir yana bırakıp diziyi izlenebilir kılan artılarına geçecek olursak…

‘DAYAN YÜREĞİM’, KARAGÜL’ÜN İSTANBUL AYAĞI GİBİ!

Ozan Yurdakul’un hikâyesi ve Serap Güzel’in senaryosuyla ekrana gelen ‘Dayan Yüreğim’in Ece Uslu, Cansel Elçin gibi isimler başta olmak üzere oyuncu kadrosunun uyumu harika. Canlandırmalar ve kurgu da güzel. Bunların ötesinde en önemli artısı, Cuma gecelerinde ‘Karagül’ü tercih eden izleyicinin nabzına uygun bir içerik dili kullanma akılcılığı!

Şöyle ki; Zenginlerin dünyasında yer bulması imkânsız kesime Seray-Atıf çiftini sunup fakir kız-zengin erkek aşkı masalcılığının nimetlerinden faydalanan… Ve dahi kötücül aile bireylerinin yarattığı aksiyonu layıkıyla kullanıp bunu, Meriç Şenlikoğlu’nun canlandırdığı Senem ile küçük çocuk seviyesine çekerek olaya boyut katan yapım, bizi bir kez daha ayakta kalmaya çabalayan mücadeleci kadın öyküsüyle buluşturmakta. Bu tam da ekran başındakilerin istediği bir tür. Çünkü böylesi öykülerde izleyicinin tutkunu olduğu dram boyutu hayli yüksek. Yanı sıra ‘Dayan Yüreğim’in fakir kanadındaki bazı detaylarına bakıp ‘Karagül’ün izinden giden İstanbul ayağı desek yeridir. Kuşkusuz farklılıklar var ama genel izlenim olarak yarattığı tablo bu yönde.

Karakterler üstünden örtüşmeleri saptarsak… Her iki dizide de kocasından dolayı mağduriyet yaşayan ve öyküye yön veren kadın karakter mevcut. Tam da bu noktada Ece Uslu’nun varlığı çıkıyor öne. Elvan karakteri için biçilmiş kaftan olarak gördüğüm ve rolünün hakkını veren oyuncu, tıpkı ‘Karagül’de olduğu gibi burada da erkeklerin dünyasında mücadele eden özverili anne formatında. Orada da oğlu tarafından sevilip kızıyla cebelleşme durumundaydı. Burada da aynı haller mevcut. Babasına düşkün olan ve gelişmelerden annesini sorumlu tutan hırçın kız Ada’nın yerini, Nilay Deniz’in canlandırdığı Seray almış. Astım hastası olan ve üstüne titrenilen suskun Rüzgâr’ın muadili, ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ misali bir mantıkla gelişen trafik kazası neticesi yatalak hale gelen suskun Selim. Brad Berke Bayrak tarafından mükemmel bir sunumla dizide yerini alan Selim’in dışında amca kanadından da denkleşme çıkıyor. Yeğenini Elvan’a vermek istemeyen Remzi’yi, Kendal ile özdeşleştirebiliriz. Gerçi Kendal çok daha kötüydü ama Tuncer Salman’ın canlandırdığı Remzi’nin ileride ne yapacağı da henüz belli değil. Hem Ferit Kaya’nın Cengiz’i de, iki dizinin kıyasındaki kötülük boşluğunu doldurmakta. İlaveten Suzan’ı, her taşın altından çıkan Özlem’in… Herkesin itip kaktığı Meral’i de, ailenin hizmetçisine dönen Emine’nin yerine koyabiliriz. Dahası Elvan’a yardım eden Fuat’a bakıp, Ebru’ya yardım eden Fırat’ı da hatırlayabiliriz. Yani yükü, büyük ölçüde Ece Uslu’nun sırtladığı dizide çağrışım çok.

Neticede; Fakir babaların zenginden kan parası alarak çocuklarının başına geleni sineye çektikleri gerçeğini bir kez daha ortaya koyan… Mahalle çocuklarının her an trafik canavarıyla burun buruna olduklarını örnekleyen… Çarpılanı umursamayıp ‘Sende bir şey var mı’ kaygısına düşerek oğlunu kollayan İnci ile zenginlerin fakirlere yönelik duyarsızlığını perçinleyen ‘Dayan Yüreğim’, üç aile üstünden yarattığı acılı öyküsünde izleyicinin ilgisini çekebilecek tüm klişeleri kullanmış durumda. Dolayısıyla üçüncü bölümdeki yükselişi de sürpriz değil. Şayet Cengiz-Suzan ikilisinin entrikacılığını doğru kullanır; Gülsüm’ün fitneci varlığıyla, kardeş sevgisinin ötesinde bir şeyler hissettiği aşikâr olan Rıfat’ın kıskançlığını Seray-Atıf ilişkisine çomak yapar ve Elvan karakterini de dramatiklikte abartıya gideceğim diye mantıksız hale getirmezse, Cuma gecesindeki konumunu daha da yukarıya taşıyabilir.

Bile bile ladese alışkın izleyicideki ‘Dur bakalım ne olacak’ merakı diri kaldığı sürece ekrandaki ‘Dayanabilirsen Dayan Yüreğim’ halleri de iş yapacaktır diyerek koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal

Tüm yazılarını göster