Avlu'dan dökülenler

Ama lezbiyenliği her halinden belli olan Hasret’e acıklı aşk hikâyesi yazmak, onu Hüso’ya yamamaya çalışmak… Veya Azra’nın dışarıdan gizlice sokmaya çalıştığı malların çikolata-makyaj malzemesi haline getirilmesi de hiç gerçekçi durmuyor açıkçası.

Anibal Güleroğlu Yazar guleranibal@yahoo.com

Tembel insanların en tipik özellikleridir… Hazıra konma, başlangıçtaki başarının üstüne yatma ve eldekilerle durumu idare etme tutkusu! Bu tutkunun ilerlemeyi, büyük işler başarmayı engellediği muhakkak.

Nasıl ki, siyaset ve edebiyat insanı Edmund Burke de ‘FaydaIı çaIışmaIarın çoğu, biraz daha çaIışmamak yüzünden, heba oIur’ sözüyle saptamış bu hakikati.

Lakin çoğunlukla karşılaştığımız üzere, yaşamda hakikatlerin tam aksi bir davranış biçiminin benimsendiği malum. Gerek bireysel yaşantıda, gerekse toplum genelini ilgilendiren konularda yaratıcılıkla gelişmek yerine, ‘günü kurtarma’ mantığıyla davranmak vazgeçilmez bir alışkanlık. Maalesef bizdeki kurgu dünyası da bu tutkuya fazlaca kapılanlardan.

Nitekim ‘Bir Deli Rüzgâr’, ‘Koca Koca Yalanlar’ gibi başarılı dizilerin bir kalemde harcandığı yeni sezondaki eski yapımlar da bu doğrultuda bir gelişim göstermekte. Geçtiğimiz sezon başlayan ve hayli ilgi gören ‘Avlu’ bunlardan biri!

Yedinci sezon onayını alan Avustralya dizisi ‘Wenthwort’ten uyarlanarak Star TV ekranında yerini alan yapım, dizicilerimizin yabancı işlere düşkünlüğünü bir kez daha göstermenin ötesine geçerek, kalite seviyesi yüksek uyarlamalar yapabileceğimizin ispatı olmuştu.

Dahası, orijinal işe yerli nüanslar katarak yolculuğunu başlatan ‘Avlu’nun en masum insanın dahi dış baskılar sonucu nasıl olumsuz yönde şekillenebileceğini ortaya koyması ve kadınların dünyasına getirdiği bakış açısı da kayda değerdi.

Gel gör ki, kızını kaybetmenin acısını yaşayan ve intikam ateşiyle yanan Deniz’in baş düşmanı Kudret’i hacamat etmesiyle noktalanan ilk sezonun devamı, izleyiciye aynı tadı hissettirmekten uzak bir tablo çizdi. Total’de altıncılığa gerileyen yapım, içerik mantığını yerle bir etti.

Bu noktada biz de çok geç olmadan olumsuzlukları işaret edip ‘Avlu’da dökülenleri, dizinin elini zayıflatanları sıralayalım dedik… Orijinali gibi uzun soluklu olması adına.

AVLU’NUN ELİNİ ZAYIFLATANLAR

Yüksel Aksu yönetmenliğindeki ‘Avlu’nun elini zayıflatanlara geçmeden önce bir noktayı işaret etmekte fayda var. O da, ‘Avlu’ dizisinde uyarlamanın uyarlaması durumunun yaşandığı hususu!

Şöyle ki; Kocasını öldürme suçundan tutuklanan Bea Smith’in mahkemeyi bekleme sürecinde hapishanede yaşadıkları ve buradaki hayatla başa çıkmayı öğrenme aşamasından yola çıkan ‘Wenthwort’, bilindiği üzere Limon Film’in yapımcılığındaki ‘Avlu’nun temel kaynağı.

Ancak ‘Wenthwort’ de kendisi orijinal bir iş olmayıp 669 bölümlük ‘Prisoners’ dizisinin yeniden uyarlaması konumunda. Dolayısıyla ‘Avlu’nun içeriğini eleştirirken benzeşmelere ya da ayrışmalara, içeriğin yorum şekline takılmak yerine doğrudan mantığa ters olumsuzlukları vurgulamak daha doğru olacaktır. Şimdi bu saptamayı yaptıktan sonra ‘Avlu’da dökülenleri, dizinin elini zayıflatanları değerlendirecek olursak…

Öncelikle eleştirilebilecek detay, sevilen bir karakterin senaryo gereği ölümcül hale geldiği halde ve mantıken ölmesi gerekse dahi bir şekilde dizide tutulması… Ki, herkesin takıldığı bu ayrıntının ‘Avlu’daki karşılığı Kudret’in dirilişi oldu.

Artık sözleşmeden midir yoksa Nursel Köse tarafından canlandırılan karakterin performansının başarısından mıdır bilinmez… Deniz’in defalarca bıçaklayıp bitkisel hayata soktuğu Kudret, sihirli değnek değdirilmişçesine canlanıverdi.

Tamam… Karakterin orijinalin aksine hayatta tutulmasına sözümüz yok. Uyarlamada farklılıklar yaşanabilir neticede. Ancak burada göze batan olumsuzluk, ayaküstü oğlu Alp’e fişini çekme kararı imzalatılan Kudret’in canlandırılma şekliydi.

Madem Kudret öldürülmeyecekti o vakit neden böyle fişini çekme türünden saçmalıklara ihtiyaç duyuldu? Onca bıçak darbesine maruz kalan ve ölümden dönen birinin hayati organlarının zarar görmemesi imkânsızken Kudret’in tek bir ayak aksamasıyla turp gibi ortalığa dökülmesi tıbben ne derece mantıklıydı da senaryo bunu izleyiciye sunmakta sakınca görmedi?

Velhasıl şu aşamada ‘Avlu’daki Kudret’in varlığı tam anlamıyla mucize niteliğinde ve zorlama. Herkese kafa tutan bu kadının, Zerrin Müdür karşısında süt dökmüş kedi gibi davranması da cabası.

Söz mucizeden açılmışken… ‘Avlu’nun bir diğer mucizesi Kudret’in oğlu Ali’nin kendisine yönelik tüm ölümcül hamlelerden kolayca kurtulması! Hakan’ın yalap şalap gerçekleştirdiği yangın olayından şans eseri sıyıran Alp, Deniz’in üstün çabalar sonucu elde ettiği kesici aletle yaptığı saldırıdan da bir sıyrıkla işi yırttı.

Hele Hasret eliyle bulunan tetikçi olayındaki gelişmeler baştan sona mantıksızdı. Adam parasını aldığı bir cinayeti işlemek için yol boyunca bekliyor, sonra inşaata çıkartıyor ve atla aşağıya diyor. Ondan sonra da tetiği çekmek yerine Alp’in daha yüksek fiyata Deniz’i satma sohbetine koyuluyor, Alp de kurtuluveriyor. Bu sahnelerin gerçekçilikle uzak yakın bağını bulan beri gelsin.

Şimdi burada gerek Kudret’in gerekse Alp’in hayatta kalmalarının mantıkla hiçbir bağlantısı olmadığı kesin. Benzer durumların orijinallerinde olmadığı da malum. Ancak bizde bu mantıksızlıklar itibar görmekte ve izleyiciye yedirilmekte. Bunun görünen sebebi, senaryonun konu geliştirmeye yarayacak yeni karakterler bulma tembelliği ve baştan tutmuş tiplere-dramatikliklere sıkı sıkıya sarılması! Tembelliği ve kolaycılığı biraz aşalım lütfen.

Her sezon gerçekçiliğini daha da artıran ve suç ile dramı muhteşem biçimde harmanlayan ‘Wentworth’ün aksine yaratılan gerçekçilikten uzak sahneler de ‘Avlu’da yaşanan bir diğer olumsuzluk olarak çıkmakta karşımıza. İşte bu noktada mucizelerle gerçekçiliğin içine eden akışın bize çizdiği hapishane atmosferi bir başka önem kazanıyor.

Hapishane atmosferi dedimse… Pek çok eleştiriye maruz kalan ‘gardiyan’ meselesine ya da mahkûmların usulsüz giyim şekillerine değinecek değilim. Neticede yapımdaki farazi ve bizde olması imkânsız özel bir tutukevi. İçerideki ortam ve kadın mahkûm tipleri de yabancı yapımlardan öykünülmüş görselliğe sahip sonuçta.

Öte yandan asıl üstünde durulması gereken olumsuzluk, müdürün ve gardiyanların tavırlarındaki mantık dışılık! Örnekleyecek olursak… Azra’nın sınavını, Deniz’in ilaç alımını kafasına göre engelleyen Zerrin Müdür’ün dersleri iptal keyfiyetine karşı kendisine yapılan telefon uyarısını dinlememesi ne denli mantıklıydı?

Öğretmen Sinan aradığı hatırlı kişiye bunu bildirince hesap vermek zorunda kalacağını hiç düşünmez mi bu müdür? Yoksa mahkûmları ve gardiyanları birbiriyle kırdırarak psikopatlıkta tavan yapmaya çalışan… Büyük ihtimalle kız kardeşi Oktay tarafından baskında öldürülen ve bu nedenle oyunlar kuran Zerrin Müdür’ün olağanüstü torpili mi var? Yok.

Peki ya Azra ve Deniz’in çıkarttığı isyanda yaşananlara ne demeli? Gardiyanlar müfettişten güvenliği sağlama talimatı aldıkları halde Kudret ve ekibinin ellerinde sopalarla avluya dalmalarına seyirci kalıyorlar. Aynı şekilde olanı biteni kameralardan izleyen müfettiş de yaşla kuruyu birbirinden ayıramayıp özel time topyekûn müdahale emri veriyor.

Hoş özel tim de sopalı grubun diğer mahkûmlara saldırısına seyirci kalıyor ya, o da ayrı. İnsan ister istemez bu sahneyi izlerken iyiler, kötüler eliyle kırdırılıyor diye düşünüyor. Bu gerçekçi olabilir mi? Hani gerçek hayatta oluyor da hiç değilse hapishane ortamında olmaması lazım.

Nihal’in katilinin bulunmadığı, Ecem’in ölümünün soruşturmasının ve Ali’nin işlediği cinayetin güme gittiği dizide bunlara ilaveten karakter değişiminin nasıl oluştuğunu göstermeyi hedefleyen yapımdaki karakterlerin değişim süreçleri de mantığımızı gıcıklayanlardan. ‘Avlu’daki ilişkilerin orijinaliyle aynı özgürlükte olamayacağı kesin.

Ama lezbiyenliği her halinden belli olan Hasret’e acıklı aşk hikâyesi yazmak, onu Hüso’ya yamamaya çalışmak… Veya Azra’nın dışarıdan gizlice sokmaya çalıştığı malların çikolata-makyaj malzemesi haline getirilmesi de hiç gerçekçi durmuyor açıkçası.

Telefonların havada uçuştuğu yere çikolata-ruj mu sokmak yasak Allah aşkına? Tabii bir de Ecem’in kıyafetinden uyuşturucu kokusu alan köpeklerin her daim kafası iyi dolanan Ali’ye ya da tespih içindeki uyuşturucuya tepkisiz kalma detayı var ki… Koyuver gitsin.

SONUÇTA; ‘Avlu’, mevcut yapımlar arasında kayda değer yere sahip bir iş. Lakin kadının varlığını hissettirmek, erkeklerin hoyratlığı yüzünden hayatları kayan kadın mahkûmların durumuna dikkat çekmek, tacize-şiddete uğrayıp kendilerini savunmak durumunda bırakılan kadınlara karşı toplumun ve yargı mekanizmasının bakış açısındaki aksaklıkları ortaya dökmek…

Mahkûm-gardiyan ilişkilerindeki çarpıklıkları açık etmek… Ve ‘İçindeki kadını öp’ diyerek Issızlığın Ortasında hak arama isyanı başlatanların dünyasını önümüze sermek isteyen senaryoda ortaya dökülen mantıksızlıklar da bölümden bölüme artış göstermekte. Sebep?

Kuşkusuz hazıra yatma tembelliğinin etkisi büyük bu artışta. Ama senaryoların ve yapımcıların başında sallanan kısıtlayıcılık kılıcının hiç mi payı yok bu mantıksızlıkların yaşanmasında? Elbette ki var.

Gerek orijinalindeki lezbiyen ilişkilerin yerini dolduracak gelişmeler bulma sıkıntısından, gerekse sürekli yapılan şikâyetlerle baş edememe kaygısından olsa gerek ‘Avlu’da da mantık ötelenmekte.

Bunun için de Deniz’in Ecem acısının üstüne yoğunlaşılıp çalakalem sahnelerle dramatikliklere ağırlık verilmekte. Yine de her şeye rağmen ‘Issızlığın ortasında yaşam hakkı aranırken mantığı da olabildiğince diri tutalım’ derim.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal



Tüm yazılarını göster