Televizyona bakarken gerçekleri görmemek!

Doğruyu söylemek her devirde sakıncalı olmuş ama günümüzde daha bir şekil değiştirdi, abartılı hale geldi doğrulara karşı tahammülsüzlük.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yaftalamalarla desteklenen yasakçı zihniyet derhal devreye sokuluyor. Bunun toplum geneline yansıyan tablosu medyaya yönelik yasakçılıkla çıkıyor ortaya. Gazeteciler, kanallar birer birer nasiplenmekte. IMC TV’nin yargı müdahalesiyle uydudan çıkartılması gibi yaklaşımlara sahne olan televizyon dünyasının özgürlüğüne yönelik negatiflik her manada gösteriyor yüzünü.

Oysa Norman Collie’nin dediği gibi… Özgür ülkelerde, herkes düşüncesini ifade etmekte ve geriye kalanlarda dinlememekte özgürdür! Ama gel de bunu anlat, anlatabilirsen. Dinlememek yerine fikirleri susturmak tercih ediliyor. Dahası dizi eleştirilerine karşı bile aynı kafayla yaklaşılıyor. Nitekim ‘Acı Aşk’la ‘Gecenin Kraliçesi’ni kıyasladığım yazımın ardından övgülerin yanı sıra ‘Niye kötülüyorsun? Sen kimin yağcısısın’ şeklinde akıl süzgecinden nasiplenmemiş yorumlar da geldi. Detaylarıyla yapılan kıyaslamayı ‘yağcılık-kötüleme’ olarak görenlere cevabım zaten yazımın içinde mevcut. Okuyan anlar neyin ne olduğunu. Daha ne diyeyim ki bu kafadakilere? Ayrıca insanların yağ çekme huyundan oldum olası haz etmediğimi bir kez daha hatırlatayım. Bizde yağcılık, taraftarlık yok. İyi, iyidir. Kötü de, kötü!

Buna karşılık yağcılığın bazılarının vazgeçilmez alışkanlığı olduğunu da iyi bilirim. Sorunların çözümsüzlüğünde ve hatalar yumağında boşa şişinmelerden ibaret olsa bile, yağcılıkla prim yapma kaygısı tüm benliklerini ele geçirmiştir. Yağcılık merakında en fenasıysa, göze girmek için üstlerine vazife olmayan konularda, hem de yaşamdaki gerçekleri görmezden gelerek, laf üretmek. Hele yüksek makamlardan bir konu işaret edildi mi, hemen üstüne atlamak yağcılığın olmazsa olmazı… Vazgeçilmez dayanak da, ‘toplum koruyuculuğu’! Hani geçende bazı programlar gereksiz görüldü ya… Yağcılığı vazife edinenlerin cevherleri derhal ortaya dökülmeye başladı. Kabaran yok edici-yasaklayıcı iştahların rutin hedefi, diziler ve program içerikleri. Son zamanlarda iyice barizleşen toplum mimarlığı mantığını işlevselleştirmek için en elverişli yol medya ve diziler olunca, durup durup dile dolanmasına şaşmamak lazım.

Zırt pırt terennüm edilen türküde ‘edep, istismar, şehvet, aile yapısı’ klişeleri yine başköşede. Peki ya bu türküyü çığıranların televizyona bakıp oradan bir şeyler cımbızlarken gerçekleri görememe duyarsızlığı ne olacak? Hal böyleyken biz de ‘Hep dizileri eleştirecek değiliz ya… Bu kez ekrandaki yapımları eleştirenleri eleştirelim’ dedik… Ve havan dövücünün hınk deyicisi misali ortaya çıkıp programları hedef tahtasına oturtma yağcılığına cevaben, toplumsal gerçekleri işaret edip televizyon dünyasıyla kıyaslamayı vazife edindik.

‘DİZİLER-PROGRAMLAR NEYİ YOZLAŞTIRIYOR’ DERKEN…

Gerçekçi eleştiri mantığıyla dizilere ve cümle televizyon programlarına baktığımızda her şeyin güllük gülistanlık olduğunu savunmamız tabii ki mümkün değil. Keza pek çok kez bu dünyanın kötü örnek teşkil eden yönlerini yazıya döktük. Ama hiçbir zaman yasakçı bakış açısının yanında yer almadık. Çünkü yasak olanın daha çekici geleceğinin bilincine vakıfız. İnsanlar eğrileri bilecek ki, doğrunun önemini iyice kavrasın!

Televizyonun şovdan ve kurgudan ibaret dünyasındaki eleştiri yolculuğumuzu bu bakış açısıyla sürdürürken öncelikle yapmamız gereken, ‘diziler-programlar neyi yozlaştırıyor’ diye didiklemeden evvel ekrandakileri bir yana bırakıp gerçek dünyada olup bitenleri sorgulamak olmalı. Aksi takdirde aile bağlarından girilip cinsellikten çıkılan… Dizilerden, magazin ve evlilik programlarına uzanan eleştiri silsilesi tamamen havada kalıyor. Gerçekçi yönlerinden ziyade yasakçı-baskılayıcı detayları açığa çıkıyor. O durumda da eleştiri tahtasına oturtulan detaylar külliyen masumlaşıveriyor. Çünkü ekrandakilere yöneltilen suçlamalar, gerçek hayattakilerin çok gerisinde kalıp dayanıksızlaşıyor.

Kısacası; Diziler-programlar neyi yozlaştırıyor derken ölçü önemli. Olumsuzlukları eleştirmeye ‘Evet’… Ama bu eleştiriyi gerçek-kurgu kıyaslamasına girişmeden yağcılıkla yapmaya ve ‘yasaklansın, kalksın, kapatılsın’ kafasıyla söylem geliştirmeye ‘Hayır’! Unutmayalım ki her tür marazın büyüğü bilinçli özgürlükten ziyade bilinçsizce desteklenen yasakçılıktan doğar.

TELEVİZYONA GELENE KADAR NE YOZLAŞMALAR VAR!

Fikirleri yaymak, duygulara dokunmak için sloganlar, kavramlar üretmekte üstümüze yoktur. Bol bol özlü sözler de kullanırız görüşlerimizi desteklemek için. Ama iş, bunları uygulamaya geldiğinde ne yazık ki sözlerle eylemler bir türlü denkleşmez. Dizileri eleştirmek için sıkça kullanılan ‘kutsal aile’ kavramı da bu tabloda başı çekenlerden. İkide bir aile yapımızın diziler yüzünden çözülmeye başladığı iddia edilmekte… Peki, hakikaten öyle mi?

Şimdi soruyorum, bu iddiaları yapanlar gerçekten samimi mi söylediklerinde? İnanmadan söylüyorlarsa zaten diyecek laf kalmıyor. Bariz sahtecilik. Yok, inanıyorlarsa bir soru daha geliyor… Televizyonun olmadığı dönemlerde toplumumuzun aile yapısı gerçekten çok mu düzgündü? Hâlihazırda televizyon izlenmeyen veya eleştirilen yapım türünden oynatmayan kanallara meyleden evlerdeki aile yapılanmaları toplumu yüceltecek biçimde mi?

Cevap, yaşanan aile dramlarıyla ortada. İmam nikâhlı-kumalı eşlerle kurulan evliliklerde hangi kutsal aile değerinden bahsedebiliriz ki! Kırsalı geçtim, şehirlerde bile kızların çoğu baba-abi baskısı altında istemedikleri adamlara karılık etmek zorunda bırakılıyorken… Kadınlarımız, ‘kutsal aile’ denilen kurumun taraflarından olan, kocalarından şiddet-zulüm görüyorken… Ve tüm bunlara mahalle-aile-toplum baskısıyla katlanıyorken dizilerin ‘kutsal aile’ tahrifatı yaptığı iddiasında bulunmak kimsenin harcı değil. Hele tecavüz edip öldüren erkeklere ‘iyi hal’ indirimi layık görülüyorken… Kadının resimlerini sosyal medyada paylaşması, kocasının düzenli şiddetinden daha büyük suç sayılıyorken hiç değil! Üstelik iddiaların aksine dizilerdeki kumalı-ikinci kadınlı ailelerin normalliğini teşvik eder mahiyetteki içerikler tam da gerçek yaşamdaki yaygın aile düzeniyle uyumlu.

Öte yandan ensest ilişkilerin kapalı kapılar ardında sıkça yaşandığı gerçeğinde dizilerdeki ‘evlilik dışı ilişki’ durumuna kafayı takmaksa, tam evlere şenlik. Hem kişilerin yaşam özgürlüğünü kısıtlama gayretinin ürünü… Hem de 13-14 yaşındaki kızların evlenebileceği yönündeki öğretilerle kurulan resmi nikâhsız birlikteliklerin, çocuk tacizlerine uydurulan kılıfların bolluğunda fazlasıyla gülünç.

Bunların dışında bir de ‘örf, adet, milli, manevi’ gibi yüce kavramların yağcılık mantığına alet edilme durumu mevcut… Pek saygıdeğer yağcılar, dizilerdeki hangi unsurlar bu kavramları zedeliyor söyler misiniz? Arkadaşının sevgilisine göz koymak mı mesela? Tamam. Kesinlikle tasvip edilemeyecek bir durum. Ancak kadının kocası ölünce, onu, ailenin diğer oğullarından biriyle evlendirme geleneğine veya zoraki berdellere ne buyrulur? Yoksa dizilerdeki gençlerin parti vermesi mi milli-manevi değerlerimize ters düşmekte? O takdirde misal, kadınların hoyratça kullanıldığı oturak âlemlerine sözünüz nedir? Tık yok mu?

Probleminiz, evlilik programlarıysa… Evet, ben de oralardaki tavırlara kızıyorum. Ama çoğunluğu şovdan ibaret olan bu yapımların, gerçek yaşamda küçücük kızlarını dedesi yaşında adamlara parayla satan babaların, koca şiddetinden kaçan veya tecavüze uğrayan kızlarını öldürme kararı alan ailelerin yanında solda sıfır kaldığı gerçeğini de görüyorum.

Velhasıl bu konuda yapabileceğimiz kıyaslama bir dolu… Ve gerçek şu ki, en basitinden bir dekolteyi veya kadehi buzlayarak kendi kendini sansürleyen, cümle dizide bolca ibadet sahnelerine yer verip göze girmeye çalışan, kadına şiddeti-çocuk tacizini işleyerek topluma mesajlar yollama sorumluluğunu edinen dizileriyle… Toplumun yegâne eğlence aracı olan televizyona gelene kadar ne yozlaşmalar var gerçek hayatta.

Sonuçta; Durup düşünmek lazım… Eleştirilere temel teşkil eden bu gerçekler, dizilerle mi girdi hayatımıza yoksa hep vardı da dizilere mi ilham kaynaklığı ettiler? Nedense olay, televizyon âlemini topa tutmak olunca kolaylaşıyor da, gerçekler söz konusu edildiğinde çıt çıkmıyor. Aileden sorumlu olanlar, aileye hassasiyet gösterenler öncelikle dizileri tetikleyen gerçek yaşamdaki çarpıklıkları fark edip kadına-çocuğa tacizleri ortadan kaldırsın diyorum.

Amacı, üzüm yemek değil bağcıyı dövüp şarap tehlikesine karşı bağı kökten yok etmek olanlar bu gerçeği umursar mı bilemem. Ancak uçanı kaçanı sakıncalı sayıp yasaklamakla, kafayı televizyon dünyasına takmakla toplumun sağlıklı bir gelişim kazanamayacağı hakikati yaşamın içinden her türlü örnekle ispatlı. Tabii görmek isteyene!

‘İnsanların ahlaksız dediği kitaplar, insanlara kendi ayıplarını gösteren kitaplardır’ demiş Oscar Wilde… Biz de ilaveten ‘Çocuklarımız-kadınlarımız reytingci mantığa kurban verilmesin ama gerici-yasakçı zihniyete de alet edilmesin’ diyerek koyalım noktayı.

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal