Mahalle yanarken saçını tarayanlar

Depremi günahlara, zinaya, alkole bağlayan karanlık zihniyetler...

Oya Ulaş Oya Ulaş

Yazmanın en ilham verici tarafı, yazarken gönül pencerene kenet vurmak zorunda kalmamak sanırım.

Benim en büyük motivem bu.

Bakmayın; şu sıralar “iyiyiz, iyi olmaya çalışıyoruz” diyor da dillerimiz, yürekler çok şey söylüyor.

İyi değiliz hiç birimiz.

Ruhlarımız paramparça

Yürekler yangın yeri.

İzmir’de deprem oldu.

Öncesinde Elazığ’da.

Soma’da madende ölündü.

Daha öncesi, daha büyük bir deprem, Gölcük.

Yetmezmiş gibi Corona çıktı başımıza.

Sevdiklerimiz öldü.

Tanıdıklarımız.

Tanımadıklarımız.

Ne çok ölüm lafı geçti istemeden.

Çünkü hayatın en üst listesiydi bu.

Ve belki de hayatın tek adaletiydi, herkesin bir gün ölecek olması.

Sonu olmayan, aydınlığa çıkmayan bir tünel gibi. Karanlığı yaşayıp, aydınlığa gömülmenin mümkün olmadığı.

Depremi günahlara, zinaya, alkole bağlayan karanlık zihniyetler,

Aydınlık gibi görünüp, bir taraf kan ağlarken, huzurlu, kankasıyla kahve keyfini, tatil fotoğrafını paylaşanlar,

Arada derede olup, ne etliye ne sütlüye karışmayanlar.

Biliyoruz ki cürmümüz az, bunları değiştirebilmek inkansıza yakın.

Canımı en acıtan şey ise; insanlar enkaz altında canlarıyla uğraşırken, 1 ay sonra felaket bittiğinde girecek evleri yokken, ilk etapta sokakta kalanlar, kirlenen iç çamaşırının yerine temizini giyemezken, dişini fırçalayacak fırçası- macunu yokken, yiyecek bir kap sıcak yemeğe muhtaçken Amerikan âdeti Cadılar Bayramı kutlamaları oldu.

14 yaşındaki oğlum bile " utanmazlar, abuk sabuk makyaj ve kıyafetlerle kutladıkları yetmiyor, bir de havai fişekler" atıyorlar diyerek isyan etti. Bugün onlara gelen felâket, yarın bize geldiğinde kutlamalar yapanlara hiç bir şey söylemeye hakları olmayacak o zaman.

İnsan biraz düşünür, bu ne aymazlıktır anlayabilmiş değilim.

Arkadaşlarımın doğum günlerini bile sosyal medyada nezaketen ama utanarak kutladım, ana sayfa akışındaki acılı haberlerin içinde şen şakrak sırıtmasın diye.

Çocukken, cenazesi olan komşumuz varsa TV bile açmazdık. 7 gün yemek taşırdı Annem cenaze evine, elleri gitmez yemek yapmaya diye.

Mahallemizde bir genç vefat etti diye kına gecemi ertelemiş, ailesinin rızasını alarak yeni tarih belirlemiştik. Hiç unutmam.

Hayat devam ediyor deyip vur patlasın,çal oynasın yapmamıştık.

Kültürümüzdeki bu hassasiyetler bizi biz yapan. Bu naifliklerle büyüdük biz.

Evet, hepimiz çok farklı geçmişe, kültüre, inanca sahibiz, aynı ülkede yaşıyor olsak da.

Farklılıklarımız da var.

Ama insani değerler de var. Vicdan gibi.

İşte bu yüzden eski insanlara ve eski yaşamlara özlem duyuyorum. “Biz ne ara böyle olduk?" deniyor ya, işte tam olarak bu esnada böyle olduk. Birbirimize sırtımızı dönüp, hayatı sadece kendi bencil dünyamızdan ibaret sandığımız arada böyle olduk.

"Mahalle yanarken, ...... saçını tararmış." atasözü bile bunun normal bir insan davranışı olmadığını doğrular nitelikte.

Evet 7/24 o insanlarla ağlamanızı beklemiyoruz, en azından mendil uzatın ki insana olan inancımız tazelensin.

Kimse gezip tozmayın demiyor. Ama insanların gözüne sokmaya da gerek yok.

Bir yazı okudum geçenlerde; Ayda ve Elif için, “umut denen bir ipin etrafına hepimizin dizili olduğumuzu gösterdi” diye başlıyordu.

“Ama aynı zamanda bazı paylaşımlarda, kendinizi yapay bir mutluluk ve umut ile avutuyorsunuz. Yapılması gerekenler yapılsın” diyordu.

Ayda’nın annesini kaybetmesi, bu kayıplara sebep olanlara duyulan öfke, bir şeylerin değişmesine vurgu yapmak başka bir şey, hayatta kalan, tutunan bir canla mutlu olmak, umut duymak başka bir şey.

Neden 7 gün dua okunur yas evinde? Neden 40 duası yaparız?

“Bir süre verin” diyenler var mesela, süre vicdanınızdır 3 ya da 5 gün.

O günkü gezmenizi, yemeğinizi paylaşmazsanız ne kaybedersiniz peki?

Sosyal medya itibarı mı? Ay eskisi gibi gezemiyor etiketi mi? Yoksa kocası onu sevmiyor mu dedikodusu mu?

Eskiden yoktu ki zaten bunlar, kimse kimsenin gözüne sokmadan yaşar giderdi. Şimdi paramız olduğunu, gezdiğimizi yediğimizi ispatlama derdindeyiz.

Halam vefat ettiği günün ertesi, okul arkadaşlarımdan biri partide fotoğrafını paylaşmıştı, eski sevgilisine yıkılmadım gösterisi için.

O yıkılmamıştı ama arkadaşlığımız yıkılmıştı.

Evet zor günler geçiren, layığı ile yönetilmeyen, adalet kantarının şirazesi kaymış bir ülkede yaşıyoruz, hayata devam edebilmek adına her gün acı çekemeyiz, ama duyarlılığımızı da kaybetmemeliyiz.

Empati gerçeğini unutmayalım yeter, hani bazı durumların ortak dili olan empati.

İnstagram fenomenlerinin birinin gönderisinde şöyle bir yazı vardı sabah. “Sadece bir SMA hastası çocuğu paylaşmak istemiyorum. Diğerlerine haksızlık yapmışım” gibi geliyor.

Altına biri yorum yazmış;

“E öyleyse siz de her gün birini paylaşın”

Bir hikaye paylaşımı yapıyorsun ve senin sayende yardım etmek isteyenler çoğalıyor, iyilik hareketi artıyor.

Bir Anne SMA hastası bebeğine yardım toplamak isterken, başka bir fenomen hesap, kendi hikayesinde paylaşmak için para istemiş.

Kahroldum, nasıl utandım.

“Bir insanı anlamak için, bir ömür harcamak gereki. Harcayacaksın” deyip, iyi niyetli bir tahminde bulunmuş ya Özdemir Asaf.

Anladıktan sonra karar size ait.

Oysa çok yeni, acı kelimesinin en derin haline tanıklık etmedik mi ?

Salgın ruhumuzu boğmuş, sevdiklerimizi kaybetme korkusu ile dolup taşmışken, daha fazlası varmışı görmedik mi ?

Hani bazen susmak, bazen haykırmak istiyor ya insan. Benim içimden dolu dolu küfretmek geliyor. Önce bu düzene, sonra adaletsizliğe, sonra da yitip giden, belki de hiç gelmemiş insanlığa.