Her ömrün bir Eylül’ü var, benimkisi sen..

Dünyanın tüm mutluluğunun avuçlarımda saklı olduğunu anladığım, o muhteşem günün 23. yıl dönümü.

Oya Ulaş Oya Ulaş

Kızım.
Zeynep’im
23 sene'm.
Benim en güzel "Miladım".
En sevdiğim Eylül'üm.
Beni yormayan tek yolculuğum.

Bitmeyen mutluluğum, en tatlı yorgunluğum.
Çokça uykusuzluğum.
Yer yer endişelerim.
Kurduğum hayalim.
Uyanmak istemediğim rüya'm.
En önemlisi sonsuz şükrüm.
Tam da bu ay dokundun bana.
Ben'i “biz” yaptın.

Tam da bu ay;
yaşanılan tüm duyguların, duyulan eşsiz sevginin, inancın, kalbin, azmin, sabrın, anlayışın, güvenmenin, öğrenmenin, öğrettiklerinin, hala öğreniyor/öğretiyor olmanın 23.yıl dönümü.

Dünyanın tüm mutluluğunun avuçlarımda saklı olduğunu anladığım, o muhteşem günün 23. yıl dönümü.

Hani diyor ya şair “her ömrün bi Eylül’ü var, benimkisi sen”
benim Eylül’üm de kızım oldu işte.
Bana; hediye gibi, Eylül’de gelen ama son 4 yıldır tüm Eylüllerde, eğitimi için Avrupa’ya giden kızım.

Önceki Eylüller bitiş olsada, ondan sonrası hep başlangıçların ayı oldu bana.
Ben severim Eylül’ü, Eylül’ü sevenleri.
Sayfalarca yazabilecek derecede hatta.

Ne zamandır; gündem dışı, hissettiğimle ilgili aynı zamanda da beni keyiflendirecek bir yazı yazmak istiyordum.
Aklımda bi şeyler vardı ama karar aşaması sıkıntılıydı.

“Haftada bir yazarım” düşüncesi olunca da öncelikler, yazılması gerekenler, yazmak istediklerim birikti haliyle.
“Yazının konusu kendiliğinden çıksın bari ” dedim, hani su akar yolunu bulur ya, öyle de oldu.
Hayat planlar yapmak için hiç adil ve uygun değil maalesef, ters köşe yapıveriyor bi yerlerden.

Bu hafta; çok tatsız ve benim tarafımdan çokça keyifsiz durumlar yaşadım.
Önce teyzemizin vefat haberi geldi.
Günlerdir yoğun bakımdaydı, doktorların tüm çabalarına, müdahalelerine rağmen kurtaramadık.
Allah sevdiği kulları daha erken alırmış ya yanına... Teyzemiz de, bizler için erken ama takdir edilen zamanlarda gidenlerden oldu.
Işıklarda uyusun.
Bize düşen de dua ve tevekkül oldu

Sonrası kızımı yolcu ettim.
Pandemi dolayısıyla gelmişti, 6 aydır da buradaydı... Üniversitede de son yılıydı.
“Artık mezun oluyor, bitiyor, yaşasın, mezuniyetine gidicez” derken, tüm dünyanın mücadele ettiği, salgın bir hastalık yüzünden, burada, online mezun olmak zorunda kaldı.
Haliyle üzüldü, hayal kırıklığı yaşadı ama “bunda da bi hayır vardır” dedi, böyle de naiftir.

Sonra o gün geldi çattı.
Aylar süren, keyifli birliktelik dün son gününü yaşadı, sabah da yeni hayatına, yeni evine, yine yeni yeniden hayallerine uçtu meleğim.

10.000 vak’anın görüldüğü, kırmızı bölge ilan edilen bir ülkeye, pandeminin tam da ortasına göndermek akıllıca bi iş olmasa da- Allah biliyor ya,bhiç istemedim gitmesini- eğitimi ara ara online,bara ara da yüz yüze olacakmış diye mecbur kaldı gitmeye,bir de o çok istediği hastaneden, hakkıyla kaptığı staj var tabi.

Üzüldüm... Yine dağıldım...
Ama yaşattığı gurura sarıldım.
Çocukken kurduğu hayalini;
o çok istediği ülkede,no çok istediği okulda yapıyor olmasına, -bunu da tutkuyla, özveriyle, bir gün bile sızlanmadan gerçekleştiriyor olmasına- son düzlüğe yaklaşmasının mutluluğuna sarıldım.
13’lük ergenimle kaldık böyle; bir köroğlu, bir ayvaz.

Sonra diyorum, sosyal medya girdi devreye.
Sosyal medyanın yüreğimi ısıtan, en güzel, en sevdiğim yanı... Paylaşmak...

Anne dostlarıyla, yüzlerini görmediğim ama kalplerini, enerjilerini hissettiğim, güzel bir amaç için bir araya geldiğim bir sürü güzel insanla paylaşmak.
“Ne iyi etmişim” dedirttiler.
Hüznümü aldılar bıraktıkları yüzlerce mesajla, duayla,ngüzel temennilerle.
Hepsine sarılmak istedim, evet sarılmak
Hani şu günlerde yapamıyorum diye ağrıma giden şu dokunsal eylem.
Tamam vurmayın, sarılmam, sarılmıyorum da, yumruk selamı ile hallediyorum.

Her neyse; işte bu güzel insanlar, bir önceki yazımda da böylesine güzel mesajlar bırakmışlardı... Nasıl gaza gelmiştim, öyle böyle değil.
Kadının dokunduğu her yerin, güzelleşmesi gibi bir gerçek var ya hani, kadın dayanışması var ya hani, kadının gücü diye bir şey var ya hani, günüm güzelleşti onlarla, madem benim kızım da geleceğin güçlü kadınlarından biri olacak, girişi onunla, gelişmeyi tüm bu güzel kadın arkadaşlarımla,sonucu da kendimle bitireyim istedim.
Bu yazım da onlara bir teşekkür olsun istedim.

1950' lerin ünlü isimlerinden siyahi şarkıcı Ella Fitzgerald ırkçılıktan muzdaripti. 'Mocambo' adlı meşhur Hollywood kulübünde sahneye çıkması bir dönem yasaklanmıştı.
Sahneye çıkmak istediği önemli caz kulüpleri onu değil sahneye, kapıdan içeri sokmak bile istemiyorlardı.
Çünkü siyahi ve kilolu bir kadındı.
Sahne için uygun değildi.

Buna çok üzülen Marilyn Monroe, kulüp sahibiyle bizzat iletişime geçerek Fitzgerald'ın hak ettiği şekilde programa dahil edilmesini ister ve bunu yaparsa her gece ön masada yerini alacağına ve fazlasıyla izleyici çekeceğine söz verir.
Ve sözünü tutar... Salon her gece dolar, bunda Monroe’nun katkısı olsa da, Fitzgeraldın performansı müthiştir... Kulüp her gece dolar, patron bu durumdan memnun, sözleşmeyi uzattıkça uzatır.

Yıllar sonra kariyerindeki bu dönüm noktasını şu sözlerle ifade eder Ella Fitzgerald :
“Marilyn sayesinde o andan itibaren küçük kulüplerde sahneye çıkmama gerek kalmadı”
Bu aynı zamanda, Monroe’nun ölümüne kadar sürecek güzel bir dostluğun temellerinin atılmasının başlangıcıdır da.

Neden anlattım bu çok sevdiğim hikayeyi.
Hep deriz ya “kadının en büyük düşmanı yine kadındır” diye.
Tamam örnekleri var, yaşanılanlar var, bildiklerimiz var ama özünde iyiysen, yaşayan her canlıya saygın varsa, duygusal zekan yüksekse, vicdanlı ve merhametliysen zaten insansındır, kadın erkek fark etmez.

“Kadınlar; empati yeteneği yüksek, duyarlı ve detaycı kişilerdir” derler ya düşünsenize ortak zevklerinizin, eğlence anlayışınızın aynı olduğu böyle kadınların hayatınızda olduğunu, onlarla dost olduğunuzu, tadından yenmez yeminle , yeme hatta yanında yat.

Çok kötü bir hafta geçirdiğimi söylemiştim.
Öyle günler oldu ki; bir arkadaşım geldi, biri gitti, bir diğeri burada değil diye kahroldu, uzaktan ilgilendi, bir diğeri şehir dışından telefonla teselli verdi, mesaj atanlar, arayanlar, soranlar, çabaları üzüntüm, yalnızlığım bir nebze de olsun azalsın diyeydi.

Çoğuyla tanışıklığım yıllar öncesi, yıllar dediğim 15-20 yıl öncesi falan.
Piramitin tabanında olanlar daha da eski,çocukluğum, okul arkadaşlıklarım, gençlik zamanlarım.

Ve şimdilerde kazandığım tüm yeni arkadaşlıklarım,
hayatıma dokunan yeni başlangıçlarım.
Selam olsun hepinize.

“Ayıdan post, kadından dost olmaz” diyenlere de “selam” yerine, neyse biz yine bi şey demeyelim.

İyi ki var kadın dostluğu.
İyi ki var benim güzel ve güçlü kadınlarım.
İyi ki var benim merhametli ve vicdanlı çocuk yetiştiren Anne kızkardeşlerim.
İyi ki var hüznümü ve mutluluğumu paylaşıp, beni hafifleten demir yüreklilerim.
İyi ki var kendini küllerinden yaratan, hayatının iplerini kimsenin eline vermeyen mücadeleci amazonlarım.
Selam olsun hepinize.

Yaşlanmaya yaslanıp, ölmeye odaklı, negatif insanlarla dolu bir dünyada, hayatta kalıp, aynı zamanda genç kalmaya çalışıyoruz .

Gladstone ne der;
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.

Ben ne diyorum peki ;
Meşgaleler bulun, gezin, sevin, sevilin, sevdiğiniz her şeyi yapın, sevmedikleriniz için kendinizi zorlamayın, yaşayın ya dolu dolu yaşayın ama asla vazgeçmeyin.
O halde rotamız belli.

Hepimiz için güzel, keyifli ve verimli bir hafta sonu ve hafta olsun.

Can evinizden öperim, sağlıcakla kalın