Hemen Her 'Nasıl'

Bıkmadınız mı başkaları tarafından yapılan hangi amaca hizmet ettiği belirsiz sınavlara girmekten.

Ayşe Sönmez Ayşe Sönmez

Kırklı yaşlarınızla tanıştığınız zaman sizin hangi taşa takıldı ayağınız yıllardır nerde olduklarını bile bilmediğiniz kadın yanlarınızın karşınıza çıkıp dikildiği zaman. Hugo'nun ‘gençliğin yaşlılığı’ dediği yaşlarımda biliyorum ki; kendine kafa tutan Frida'yı bile ''içimde kırk kadın kırkıda yabancı'' diyecek kadar altüst edebilmeyi başaran şey benimde yaşadığım.

Şanslı yüzyılın kadınlarıyız biz acılar bizden çok zaman önce keşfedilmiş ve sanki yolu biz için açanlar ileride radar var diye selektör yapan diğer şerit sürücüleri gibi iş edinmişler bizi uyarmayı kendilerine. Beni önden kırklı yaşlarım için uyaran tüm çoğu ölmüş kadınlara selam olsun o halde, bilin isterim yaratılmış evreni düzenlemek gibi bir derdim yok benimde, birbirine benzemez ve çoğu birbirini sevmez kadın yanlarımın varoluş tasarımlarına kafa yormaktayım şu sıralar ben.

Öyle çok özgün buluşlarım da yok maalesef uyarlamalar ile yol alıyorum. Zira ben yaş diğer kadınlar gibi bende öyle çok ta üzerinde düşünülerek var edilmiş bir hikayeye sahip değilim. Bu sebepten bugün varlığımla bir tutulan her ne varsa bana anlatılan yarım yamalak hikayeler dışında kendi keşfimdir diyebilme küstahlığım.

Misal saçlarımın topuzunu kalem ile yapıyor olmam Ma'atın mirası bana. O'nun saçlarına kuş tüyü takıyor olmasına hayranlığım sonsuz elbette ama bugün ben taksam emin değilim aynı coşku ile karşılanırmıydı çevremde. Ne düşürnürler kaygısı değil benimkisi.

Yargılanmaktan korkumu kendi ellerimle öldürüp gömdüm ilk çocukluk zamanlarımda evimizin bahçesine, başkaları üzerinde bir akıl tutulması yaratmamak hassasiyeti edindim kırklı yaşlar dediğim bugünlere geldiğimde. İşte bende bu yüzden yüreğime yük olanı tüy ile değil kalem ile ölçmekteyim.

Hangi kadın yanımsa hakikat sarayımda terazinin bir kefesine alıp yargıladığım diğer kefeye koyduğum topuzumda ki kalem oluyor. Tüy gibi hafif bir günahsızlık Ma'atın beklentisi olsun, okuyup yazdıklarımın ne kadar hakkını verdiğimden mesul tutuyorum ben kendimi.

Adımın anlamını aramaya başladığım zamanlar, herkesin bir hikayesi olması gerektiğini düşündüğüm okuma yazmayı henüz bilmediğim zamanlara denk. Sorularına cevap bulamayan çocukların erken büyüme çabasıdır, okuma yazmayı zamanından önce öğrenmek diye düşünürüm bu sebepten ben.

Elbette adımda varlığım gibi önceden tasarlanmış değildi , ailemden hiç kimseden miras bir isim olmadığı gibi bence en önemli özelliği olan kolay akılda kalması sebebiyle tercih edilmişti. Bu zamanlara geldiğimde kesin saydığım en önemli öğreti '' ancak hazır olduğun gün bilginin sana servis edildiği''.

Evet adıma rastladım hem de öyle çok ta okumaya alışkın olmadığım ve hatta itiraf etmeliyim ki okuduktan sonra da öyle başkaca ne yazmış diye merak ve istek duymadığım Henry Rider Haggard'da rastladım. Birileri Ayşe'yi anlatıyordu, hala kendi tekilliğini ispat için fırsat kollayan yanıma ''bak sen bir başkasın'' demek için elbette şahane bir şanstı ki oda değerlendirmekten çekinmedi.

Yaşam, ölüm, aşk, kıskançlık ve kederi anlatmak için yola çıkmıştı Haggard, She'den almıştı Ayişe yapmıştı bir başkasının yolcuğuna şekil veren kahramanının adını. Ayişe kendi adalet terazisini kurmuş, kötü yanlarını görmüş ve kabullenmiş onun olanın ona gelmesini bekler bir bilgeydi. ''Yaşamın kendisi bir mucizedir sürenin uzun olması değil'' diyecek kadar alaycı bir bilgeyle ,''yaşadığım hayat hiç fena değildi ne vakit almak istersen üstü kalsın'' diyen benin aynılığına sevincim kendi varlığıma inancı doğrulamak için çıkmıştı sanki karşıma.

Ayişe'nin beklediğinin O'na gelmesi küçük bir motivasyon hediyesi ben için yaşımı bir yenisine devretmeden önce. Adıyla yaşasın diyenlerin nasıl bir beklentisi vardı ben için bilmiyorum ama ben biliyorum artık adıma denk gelen ile yaşadığımı hem de kırk seneyi aşkın benle yaşayan tüm kadın yanlarımı şahit turarak biliyorum.

Tam şu sıralar inandığım şey mutluluğun bir illüzyon ve herkesin ancak kendine yeter kadarına sahip olduğu. Kendi kabulüm ile başlayacak olan gülümseyişlerimin sahici olduğuna inandığım gibi inanıyorum hem de. Vladimir Nabokov’a dönüyor yüzüm bende “Ve yine de mutluyum. Evet, mutlu. Yemin ederim. Yemin ederim ki mutluyum… Biraz bayağı, biraz da hilebazmışım, kayda değer yönlerimi -hayal dünyamı, bilgeliğimi, edebi yeteneğimi…- kimse takdir etmiyormuş, ne fark eder'' diyorum. Her konuda aynı düşünmeyi kaybetmişiliğin öncülü sayan yanımın itirazı yükseliyor arada sadece '' Sevgili Vladimir yalnız bu arada en güzel buluş kahve bence'' diyen son söz cümlesiyle.

Hikayemizi özgün yazabilmek için şansımızın olmaması öyle çok ta dert değil bence.Dinlemeyin daha önce gidilmiş yolların korunaklılığını kullanmanın korkaklık olduğunu anlatıp duranları. She'nin bilgeliği kendini ve ne istediğini bilmekten geliyor. Başkalarını tanımak ve anlamak için ayırdığınız zamanı kendiniz için kullandığınız vakit içinizde ki kadınların sesi çalınacak kulağınıza.

Önem verin size ne söylemek istediklerine, küçük bir öneri kulaklarınızı tıkamanız gerekecek bazen kulaklarınızı tıkamanız gerekecek bazen ayak direyip inat eden bağırıp duran yanınıza.

Bıkmadınız mı başkaları tarafından yapılan hangi amaca hizmet ettiği belirsiz sınavlara girmekten. Daha beylik ne olabilir bizim için kendi terazasinde ölçülmekten.

Benim kalem koydum kefeye siz her ne varsa sizi temsile hak gördüğünüz koyun onu. Viktor Emil Frankl'in yaşayacak bir 'niçin'i bulunanlarından olun siz, ama unutmayın 'nasıl'a ne türlü dayanabileceğiniz her birimizin ayrı yolu.