Devlet Koruyamadı Değil, Devlet Korumuyor

Yakılarak, bıçaklanarak ve vurularak öldürülen, katledilen dört can.

Oya Ulaş Oya Ulaş

Aylin Sözer,
Selda Taş,
Betül Tuğluk,
Vesile Dönmez...

Yeni yıla bu üç kadının ölüm haberi ile girdik.

Yakılarak, bıçaklanarak ve vurularak öldürülen, katledilen dört can.
Şekli, nedeni her ne, faili her kim olursa olsun ölmeyi hak etmeyen dört kadın.

Anne,
Eş,
Evlat,
Kardeş,
Arkadaş.

Resmi rakamlara göre, son 7 yılda % 1400' lük artışla istatistiklere eklenen, yenileri gelene kadar gündemde kalıp, sonra ki günler isimlerini unutacağımız dört can.

Gücü yetenin, bir başkasının canını alma hakkı olduğu düşünülen, cinayetlere bahaneler ütretmekte müthiş yetenekli bir toplumda maalesef canlı kalamayan/kalmayan kadınlardan sadece dördü.

Av tüfeğiyle kız arkadaşını öldüren katilin ayağına kaymakam gönderip, akabinde bu katili makam aracıyla karakola teslim etmek gibi hastalıklı bir zihniyete sahip kamu görevlilerinin bulunduğu bir ülkede, ne kadar normal halbuki kadın cinayetleri.

“Devlet yine koruyamadı” diyoruz ya.
Devlet koruyamıyor değil, devlet korumuyor.

Konu hakkında soru sorulunca ''abartılıyor'' diyenlerin zamanında başbakan, ''her erkeğin başına bir polis dikemeyiz'' diyenlerin aileden sorumlu bakan olabildiği bir ülkede hiç hız kesmemesi gayet normal.

Bu ülkede; evlenen adama kadının sırtından sopayı eksik etmemesi öğretiliyor, kadına kocasının sözünden çıkmaması, kadının ailesine evden çıkan kadının geri dönmemesi gerektiği öğretiliyor, hem el alem ne der? Erkeğin ailesine gelin değil de köle aldıkları öğretiliyor, hem kaynanası da gençliğinde benzer şeyler yaşamamış mıdır? bunda abartılacak ne vardır?

Hep sonrasını yazıyoruz, konuşuyoruz,

Asıl üzerinde durulması gereken konuyu hiç konuşmuyoruz. Şiddeti engellemek kaçınılmazmış gibi en az zararla atlatmanın yollarını arıyoruz sadece. İşte en çok da bu yüzden ölmeye devam ediyor kadınlar, bu kabullenmişlik yüzünden.

Biz bu kabullenişe lanet yağdırırken,
Diyanet Başkanı Ali Erbaş çıkıp;
Hiçbir meslek ya da hedef; aile olmaktan, anne olmaktan daha önemli kabul edilemez” açıklaması yaptı.

Maske takıp konuştu ama yine de tanıdıktı.

Neyi, ne kadar önemseyeceğimiz hakkında erkeklerin yorum yapmadığı bir dünya hayaliyle okuduk bu açıklamaları. Zihnimizde, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın;
“din adamları bana acayip bir ümitsizlik veriyorlar” dizeleriyle.
Derken, bir “vitrin mankeni” muhabbeti döndü gündemin orta yerinde.

Cumhurbaşkanı; başörtülü bir kadına, daha doğrusu, CHP Parti Meclis Üyesi, Avukat Sevgi Kılıç’a “vitrin malzemesi" dedi.

Oldukça talihsiz, yanlış bir açıklamaydı bu.
Baş örtülü / örtüsüz'ü geçtik, kendisini desteklemeyene, ayrımcılık yapan bir bakışın 28 şubat kafasından çok farklı olduğunu düşünmedim dinleyince.

Kadınları başörtülü ve başörtüsüz diye ikiye ayırıp, kimin kimin yanında duracağını dikte eden, değişime tamamen kapalı, kutuplaştırıcı, geçmiş meseleleri ısıtıp ısıtıp önümüze koyan, %100 Akp siyasetinden başka bir şey değildi bu.

Yaşanılan bu boğucu siyaseti hazmetmeye çalışırken, yasaklarla yeni yıla girdik.

Adettendir ya hani; hazır hala sahipken, umut ettik, salgınsız bir dünya için hayal kurduk.

Kötülerin gerçek anlamda kaybedeceği, iyilerin hakkı olanı alacağı, iç huzura kavuşacağımız, öldürülmediğimiz bir yıl olmasını diledik.

Çok bir beklentiye girmeden, önceki yıllar sahip olduğumuz tüm normal koşullara bu yıl da sahip olalım yeter.

Bir de mümkünse yaşayalım.