Depremin görmediğiniz tarafı

Ben, izlemediklerinizden bahsetmek istiyorum size...

İrem Moralı İrem Moralı

30 Ekim 2020.. Saat: 14.51
Yer: İzmir

Yüzlerce insanın hayatı, düzeni ve geleceğini altüst eden; İzmir tarihinin en büyük depremi olduğu söylenilen, yurt dışı kaynakların 7.0 olarak bildirdiği ama bizde nedense 6.6 olarak kabul edilen o depremden bahsetmek istiyorum size.
Ekranlarda izlediklerinizden de değil.

Ben, izlemediklerinizden bahsetmek istiyorum size...

Depremi bir İzmirli olarak bizzat yaşayanlardanım. İşle ilgili çekim için bulunduğum binada yakalandım depreme. Çevremdeki herkesin yaşadığı gibi, bir panikle, elim ayağım titreyerek ‘çocuğummm! çocuğummm!’ diyerek telefonuma sarıldım. Kızımın evde uyuduğunu biliyordum. Hatların yoğunluğu sebebiyle kızıma ancak deprem bittikten bir süre sonra ulaşabildim.

Kızım telefonu açtığında ‘anneee dolaplar, anne n’apacağım, anne her şey kırıldı galiba’ diyerek ağlıyordu; tek diyebildiğim ‘hemen evden çık!’ olabildi. Ablama, kızıma telefonla da olsa ulaştım ancak evime ulaşacak tek bir araç bile yoktu. Elimde telefon, cadde ortasında araç bulmaya çabalarken, benim gibi onlarca insan da aynı durumu yaşıyordu.

Allah binlerce kez razı olsun ki o an durumumu fark eden, ismini dahi bilmediğim bir adam bana nereye gitmek istediğimi sordu. Söyledimde ‘atlayın ben de aileme yetişiyorum, yolumun üzerindesiniz’ dedi ve beni evime bıraktı. Apartmanın önüne geldiğimde bütün insanlar sokaktaydı; kızım gibi... Çıplak ayakla apartmanın önündeydi... Evladımın yanına sağ salim varana kadar seneler geçmişti sanki.

Biz şanslı olanlardandık.. Çok şükür ki; ablam, kızım, ben, köpeğimiz ve hatta evimiz de iyi durumdaydı.

Ama bir yerlerde birilerinin hiç iyi olmadığının verdiği endişe de bizi yiyip bitiriyordu... Eve girmeye korktuğumuzdan ötürü, herkes gibi, Kordon’a gittik.
Oturduğumuz kafede haber kanalının açık olduğu ekrandan gözümüzü alamıyorduk. Maalesef can kaybı 1,3,5 derken... Gerisini zaten hepiniz biliyorsunuz. Ekranlardan izlenen tablo her şeyiyle içler acısıydı.

Ekiplerin var gücüyle yürüttüğü kurtarma operasyonlarını takip ederken, canlı kurtarıldıklarını anbean izlediğimiz; ailelerini, evlerini ve sevdiklerini yitiren insanların acısına merhem, mutluluklarına vesile olma zamanımızın geldiğini de fark etmiştik. İzmir’den gönlü güzel birçok can arkadaşımla beraber, depremzedelerin hayatına dokunmaya başladık... Her birine elimiz, gücümüz ve çevremiz yettiğince ulaşmaya çalıştık. Hani derler ya ‘çığ gibi büyüdük’ diye. İşte tam da öyle oldu!..

İstanbul, Bursa, İskenderun, Trabzon, Uşak, Ankara ve daha birçok şehrimizden bir hayli güzel yürekli insanla tek yürek olduk İzmir için! Depremzede kardeşlerimiz için. Gün geldi; Beşiktaşlısı Fenerbahçelisiyle beraber yardım kolisi taşıdı. Bir başka gün Göztepelisi, Karşıyakalısı çadırlardaki depremzedelere yataklarını taşımak için bize yardım etti. O kadar güzel insanlar tanıdım ki, unutamayacağım öyle duygusal manzaralara şahit oldum ki; yazmakta olduğum kitaba saklamaya karar verdim devamını...

Enkaz bölgesinde yaşananlara günlerce çok ağladık; içimiz yana yana izledik ve şahit olduk. İlk gördüğüm yıkıntı Rıza bey Apartmanı enkazıydı. Hala arama kurtarma çalışmaları devam ederken gitmiştim. Orada yakınlarının canlı çıkması için sessizce, hatta nefes dahi alamadıklarını düşündüğüm; gözlerini enkazdan bir saniye bile ayırmayan insanları gördüm. İnanın ki orada gönüllü olarak çalışırken ‘affedersiniz karnınız aç mı, bir şey yemek ister misiniz, su getireyim mi size’ sorularını dahi korkarak sarf ettim... Çünkü aslında yüzlerinden öyle emindim ki, istedikleri bir lokma yemek veya içecek değil; canlarıydı.

Depremden kurtulanlar arasında abisini kaybeden Elif bebek, annesini kaybeden Ayda bebek, hem anne hem babasını kaybeden üniversite öğrencisi Arif, İdil, Ezel, Elzem, Günay, Buse ve daha nice çocuk, genç, ana ve baba; bir yanları eksik şekilde yaşama tutunmaya mecbur kaldılar. Suçlu kim? diye yeniden hatırlatmama zaten gerek yok. Cebine üç kuruş fazla koyacak diye insanlara bina değil mezar inşa eden vicdansız müteahhitler ve buna göz yuman, zamanının yetkilileri olduğunu söylememe dahi gerek yok.
Benim bahsetmek istediğim bambaşka bir konu.

Suistimaller....
Evet evet yanlış okumadınız. Yardım gönüllüsü olarak çalıştığımız süreçte benim de, ekipteki arkadaşlarımın da denk geldiği inanılmaz suistimaller yaşandı. Depremzede olmadığı halde gelip toplanan yardımlardan nemalanmak isteyenlerden tutun da, ‘alacağınız bulaşık makinası gri metalik olsun’ diyenine, her gün standımıza gelip yedinci kere powerbank almaya kalkana kadar bir dolu hikaye, bir dolu insana(!) rastladık.

Haydi bunları da geçiyorum, esas sorun şu; depremde anneciğini kaybeden Ayda bebekten bahsetmek istiyorum size. Babası ekip arkadaşlarıma ulaşmış ve hastane sonrası ilk kabul edip görüşmek istediği bizimkiler olmuştu. Hatta basın bile bizim, babasından izin alarak paylaştığımız videoyu kullandı. Ayda çok şükür ki iyi. Yaşı çok ufak olduğu için henüz idrak edebilmesinin de pek mümkün olabileceğini düşünmüyorum. Kaybının acısını, eksikliğini zamanla daha fazla hissedeceğine eminim. Ayda’nın abisi de var; sanırım o da 7-8 yaşlarında. O, annesinin vefatının farkında. Onun da içinde nasıl bir fırtına kopuyor olduğunu ileride zaman gösterecektir.

Dilerim ki, deprem sebebiyle travma yaşayan tüm çocuklar ve gençler çok iyi psikolojik destekler alabilip, geleceklerine umutla bakabilsin. Tüm dualarımız daima bu yönde.

Ben haliyle deprem bölgesini bir cenaze evine benzettim hep. Yaşayanlar bilir, inanılmaz bir kalabalık, gelenler, gidenler, acınızı paylaşanlar, eksik olmasını istemediğiniz birçok dostunuz, yakınınız yanınızdadır. Ancak sonra yavaş yavaş herkes kendi hayatına mecburen geri dönmeye başlar ve siz acınızla kendi başınıza, sudan çıkmış balık gibi kalırsınız. İşte şu an aslında öyle bir süreç başladı bence. Elbette halen hepimizin, Kızılay ve AFAD gönüllülerinin, birçok yardım derneğinin yardımları bir şekilde devam etse de; o ilk baştaki yığılmanın olmadığını düşünüyorum.

Sanat camiası basında daha çok yer verildiğinden olsa gerek, Ayda için İzmir’e gelirken, mesela Arif ne yapıyor, ya Elif bebek ve ismi dahi geçmeyen diğer çocuklar, gençler ne durumda, biliyor mu acaba?
Kaldı ki bu kadar yoğun biçimde basında yer alması da ne derece doğru, o da tartışılır. Bu çocuklar ileride, büyüdüğünde, günbegün tüm yaşadıklarını Google’dan aratıp gördüğü zaman acaba ne hissedecek? Durum gerçekten çok zor... Allah yollarını açık etsin...

Bunun yanında gelelim başka bir konuya ‘hepimizin psikolojik desteğe ihtiyacı var, kimse bizimle ilgilenmiyor’ diye demeç veren depremzedelerimizin bazılarının, aslında Aile ve Sosyal Hizmetler birimi görevlileri tarafından defalarca arandıklarını ancak eve kabul edilmedikleri, aynı zamanda verilen yardım miktarını, kendilerine hibe edilen evi beğenmeyen ve daha yüksek bütçelerde evler talep edenlerin olduğu iddialarını duyunca da; üzülmemek elde olmuyor... Yardım etmek isterken, usulca uzaklaşmayı tercih edebiliyorsunuz bazen.

Tek dileğim Rabbim bir daha böyle kötü günleri hiç birimize yaşatmasın.
Lütfen unutmayınız ki; hala o çadırlarda veya yeni evlerinde eksik hayatlarını tamamlamak için mücadele eden, korkunç bir travma yaşayan insanlar var. Sizden tek ricam; yetkili olan yardım kuruluşlarımızdan, gerekirse biz gönüllülerden de fikir alarak, doğru ihtiyaçlar doğrultusunda yardımlarınızı yapmaya devam edin. Onları unutmayın lütfen... Kış geldi, havalar giderek soğuyor...

Biz de onların yerinde olabilirdik...
Bu arada deprem sonrasında canla başla çırpınan tüm ekip arkadaşlarıma, AKUT, AFAD, Kızılay, belediyeler, Lions, Rotaract, spor kulüplerimiz ve daha nicelerine kendi adıma minnetlerimi sunuyorum. İyi ki varsınız...
Ama dilerim hepinizle, artık güzel günlerde görüşürüz.. :)
Güzel ve sağlıklı günlere umutla...