Çember daralıyor mu?

Kötü yönetiliyoruz, üretilen politikalar yetersiz ve nedense aleyhimize sonuçlanıyor. Ancak yönetenler süslü cümlelerle yurttaşları uyutmaya, günü unutturmaya devam ediyor.

Fatih Portakal Fatih Portakal

Sadece bugünün gazetelerinde birinci sayfalara bakmak yeterli: Hangisi, haberi nasıl görüyor?

Büyük kutular, küçük kutucuklar, suya da sabuna da dokunur gibi yapıp, aslında dokunmayanlar, vitrin sayfasında olması gerekenler ya da olmayanlar.

Kötü yönetiliyoruz, üretilen politikalar yetersiz ve nedense aleyhimize sonuçlanıyor. Ancak yönetenler süslü cümlelerle yurttaşları uyutmaya, günü unutturmaya devam ediyor.

Resmi açıklamalarla birkaç örnek:

Suriye Bataklığı

ABD ‘PYD bizim için terör örgütü değil’ diyor. Rusya, PYD’nin temsilcisi ile görüşüp, Moskova’da temsilcilik açıyor. Suriye ordusu, Rusya ve İran’ın yardımıyla Halep’e ulaştı, oradan Türkiye’ye göç var. BM, sınırınızı açın diye mesaj gönderiyor Türkiye’ye.

Türkiye ise ABD’ye ‘Suriye’deki ortağınız kim?’ sorusunu soruyor. Sonra da büyükelçiyi Dışişlerine çağırıyor. Ne konuşuldu, hangi uyarılarda bulunuldu bilemiyoruz? Başbakan, Rusya’ya da gözdağı vermek için ‘Afganistan’daki gibi rezil olacaksınız’ diyor.

Financial Times’in iddiası ise dikkatimi çekti küçük kutucuklardan birinde: “Türkiye ve S. Arabistan Suriye’ye müdahaleyi tartışıyor.”

İşte Suriye bataklığında geldiğimiz nokta, daha doğrusu üretilen ve sonrasında uygulanan politikalarla gelinen nokta şu: Tek kaldık.

ABD ile arada PYD var, Rusya ile ilişkiler bitik, 3 koşulu -özür, tazminat ve sorumluların cezalandırılması- kabul edin anlaşalım diyorlar. Türkiye’de kimi gazetelerde savaş çığlıkları atılıyor, hayrın, savaştan geleceği izlenimi oluşturuluyor. Ancak savaş diyenler Türkiye’nin Suriye’deki toprağı ‘Süleymanşah’tan geri çekilmeyi ağızlarına bile almıyor.

Hükümete yakın bir gazeteci köşesinde ‘Hilafet şemsiyesi altında birleşilmeli’ cümlesini kuruyor.

Düşünsenize Suudiler ve Türkiye, o bataklıkta savaşacak, ne için? ABD’nin girmediği yere bu iki ülkenin askerleri mi girecek? Gidiyoruz ama nereye?

PKK Terörü

Açıklanan eylem planları, siyasilerin bildik umut verici sözleri…

Başbakan eylem planını bir tık yukarıya çekti, içinde demokrasi de geçen cümleyi kurdu: ‘Mardin’de açıkladığımız paket huzur ve demokrasi planıdır.’

En başarılı olduğumuz iş, olmayan bir şeyleri oluyormuş gibi göstermek. Demokrasi ve huzurda olduğu gibi; ülkede ne huzur var, ne de demokrasi, ama inatla vazgeçmiyoruz o iki sözcüğü kullanmaya. Sihirli sözcükler onlar…

Ahmet Davutoğlu bu cümleyi kurarken, aynı gün -9 Şubat 2016- İçişleri Bakanı Efkan Ala, ‘Cizre birkaç gün içinde temizlenecek’ açıklamasını yaptı. Bu arada ‘çember daralıyor’ da vazgeçilmez benzetmeler arasında yer alıyor.

Bunların söylendiği gün Şırnak merkezde, Cizre’de, Sur’da, İdil’de şehitler verildi. Şırnak’da memurlar öldürüldü. 24 saatte 9 şehit… ‘Çember daralıyor’ ise neden hala şehit veriliyor, insanlar ölüyor. Yine aynı gün Nusaybin ve İdil’de olayların artabileceği bilgisi paylaşıldı. Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi de konuşulmaya başlandı. İstanbul’da birkaç gündür her akşam kahvehane, lokal ya da dermek merkezi taranıyor. PKK açıklama yapıp, ‘İntikam alınacak!’ mesajları veriyor.

Bahar aylarında yaşam yerlerindeki bu ayaklanmaların artabileceği de söyleniyor. İktidar partisinin yöneticileri ise süslü cümleleri kurmaya devam ediyor. Eski yöntemlerle farklı bir sonuç elde edebileceklerini düşünüyorlar.

Gazetelere bakıyorsunuz şehit haberleri bile kimilerinde küçük kutuların içine sıkıştırılmış, gömün bakalım başınızı kuma, nereye kadar? Gidiyoruz, ama nereye?

Yukarıdaki iki büyük sorunun dışında, üstüne konuşamadığımız başka problemlerimiz var:

Doğu ve Güneydoğu’da 180 bin öğrenci okula terör yüzünden gidemiyor.
Kuzey Irak’ta bugün yarın belki referandum olacak, devlet olalım mı olmayalım mı diyecek Kürtler? Türkiye’nin siyasi adımı ne olacak?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’nın G-20 zirvesinde AB yetkilileri ile yaptığı konuşma -ki Türkiye tarafından hala yalanlanmadı- Buna maalesef kirli pazarlık da denebilir.

Kutuplaşan bir ülke olduk, inadına saflaştırılmaya devam ediliyoruz.

Et fiyatlarıyla başa çıkılamayınca tavan fiyat uygulaması başladı. Kıyma, 32 TL’nin üzerinde satılamayacak.

Enflasyon yüksek, çift hanede. İşsizlik yüksek, çift hanede. Meyve, sebze ihracatı yüzde 87 geriledi.

Ülke gelirini elinde tutan yüzde 60, ülkede toplam verginin yüzde 30’unu ödüyor.

Adaletsizlik almış başını gidiyor.

Bireysel kredilerde 1.331.000 yurttaş borcunu ödeyemediği için mahkemelik.
Zamlar arka arkaya geldi. Hükümet vaadlerini zamları koyarak yerine getiriyor. Elektrik faturalarında bile ne oyun döndüğünü hala anlayabilmiş değiliz.

1 ayda 110 işçi iş kazalarından dolayı yaşamını yitirdi.

Turizm kötü yıl geçirecek. Bir tur operatörü rezervasyonlarda yüzde 40 düşüşten bahsediyor. Almanya, Norveç turizm fuarlarında turizmciler umduklarını bulamadılar. Doğu ve güneydoğuda zaten turizm diye bir şey kalmadı. Yerli turist bile gitmiyor. Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep ve Van’daki otel işletmecileri kan ağlıyor. Güvensiz ülkeye kim gelir ki? Savaşın, ölümlerin olduğu yerlere yerlisi neden gitsin ki?

Hükümetin yetkilisi önce medyayı suçluyor, sonra paraleli ekliyor.

Ülkede özgürlükler iktidarın istediği kadar; yaşam özgürlüğü, protesto özgürlüğü, düşünce özgürlüğü size tanınan hak kadar.

Anayasa’da güvence altında olan basın özgürlüğü de iktidarın verdiği izin kadar. Ne var ki, bir başbakan yardımcısı da yasaklar varsa kaldırırız esprisini yapabiliyor bu ülkede maalesef…

Bugünün gazetelerinden son bir izlenim: Tüm bu gerçeklikler ve yaşanmakta olanlar ve yaşananlar arasında öne çıkan haber Cumhurbaşkanı’nın sigarayı bırakma günü için düzenlediği resepsiyon. Hatta bir gazete ‘Sigara’da büyük başarı’ başlığını atmış. Gülmedim, sadece acıdım. Gömün bakalım kafanızı kuma, nereye kadar?

Ben söyleyeyim; evvelden kutuplaşmalardan, özgürlüklerin daraltılmasından, ideolojilere göre yönetilmekten bahsedip eleştirirdim. Geçtim artık onları, çok da ilgi alanım içerisinde değil, ne olacaksa olsun? Artık korkularım ülkemin geleceği, bekası ile ilgili. Bu Türkiye’yi, ileride bulamayacakmışım endişesi yaşıyorum.

Özgürlükler kısıtlanabilir, muhalif bir yapınız varsa güçlü olan odaklar tarafından bastırılmak, susturulmak istenebilirsiniz, ancak mevzubahis olan ülkenizin geleceği ise, o zaman korkular bambaşka oluyor. Ve ben bu duyguyu yaşıyorum artık. Çünkü aklıma Afganistan geliyor, Irak geliyor, Suriye geliyor.

Umarım korktuğum başımıza gelmez…

Portakal.

http://fatihportakal.com/yazilar/nereye-gidiyoruz/