Boşanmaya itiraz edenler

Bu dönemde ideolojiler ve dinler üstü bir tutum sergilemek ve insanın kendi olması gerçekten çok zor.

Oya Ulaş Oya Ulaş

Nihayet yahu.

Özlemişim burayı, sizleri, yazmayı.

Bilenler bilir. Ciddi bir sağlık problemi yaşadım geçen ay. Şimdi burdayım.

Büyük acılar veya büyük travmalar yaşayan insanlar dönüşürler.

Bunu bir kaç defa deneyimleme şansım oldu.

Yaşadıklarımı “değişim” ve “gelişim” imin bir parçası olarak gördüm hep.

Ancak son 6 senede yaşadıklarımdan ve son olarak sağlık problemlerinden sonra dönüştüğümü fark ettim. Ne kadar yorulduğumu, hatta istemeden de olsa nasıl yorduğumu.

Yorucu ve yorgun olmak doğal böyle bir hayatın içinde.

Hiç ama hiç güzel şeyler olmuyor ki artık. Sevdiklerimiz ölüyor, tanımadıklarımız ölüyor, insanlar değişiyor. Alışkanlıklarımız hasta yatağında. Bir hiç ortasında debelenip duruyoruz.

Bu dönemde ideolojiler ve dinler üstü bir tutum sergilemek ve insanın kendi olması gerçekten çok zor. Ben bu zoru başarmış insanlardan biri gibi hissederdim kendimi. Şimdilerde emin değilim.

Çetrefilli oluyor biraz, insanın kendine yolculuğu. Ama bazen de içine kapanmalı insan. Çıkarken “oh be !” diyebilmek için.

İç'e yolculuk insana o kadar iyi geliyor ki tarifi olanaksız. Ancak şunu söyleyebilirim "dönüşüm muhteşem olsun istiyorum.”

Daha çok yazayım, daha çok okuyayım, daha çok araştırayım, daha çok izleyeyim.

Galiba start verdim buna.

Sürahideki su çalkalanır çalkalanır sonra durulur ya, ben bunu yazarak yapıyorum işte.

Oturdum bu sabah, kaldığım yerden devam etmeye karar verdim.

Bugün pazar.

Bırakın siyaseti, ekonomiyi, sıkıntıları, pandemiyi falan...

Biraz "sevgi" den konuşalım.

Bu ara boşanmaya karar veren bazı arkadaşlarımın ya ailelerinin ya da çevresindeki yakınlarının, dostlarının genelde tepkileri aynı;

"Niye boşanıyorsun ki? Dövüyor mu? Eve mi gelmiyor? İhtiyacını mı karşılamıyor? Kumarı mı var? Hem çok seviyor... Daha ne istiyorsun?"

Sorun burada başlıyor.

Bir ilişkinin devamı için olmazsa olmaz koşullardan biri onun bizi sevmesi mi?

Yoksa,

Bizim onu sevmemiz mi?

İkisinin de olması en ideali, biliyorum. Fakat konu bu değil şimdi. Yani ideal şartları konuşmuyorum.

Bir ilişkiye başlayacaksınız veya bir ilişkiyi bitireceksiniz.

Karşınızdakinin sizi ne kadar çok sevdiği, size ne kadar aşık olduğu değil, sizin ona karşı hissettikleriniz önemlidir.

"Lütfen, seni çok seviyorum. Seni her şeyden çok seviyorum..."

Olabilir.

Fakat yetmez işte...

Çünkü ben sevmiyorum. En azından senin gibi veya senin kadar sevmiyorum...

Boşanmaya itiraz edenlerin, daha ne yapsın diyenlerin ya da ilişkide ısrar edenlerin ilk anlaması gereken şey budur.

Ve eğer siz karşı taraftaysanız...

Yani çok seviyorsunuz, gerçekten değer veriyorsunuz, aşıksınız, önemsiyorsunuz vs...

Fakat sevdiğiniz adam, sevdiğiniz kadın istemiyor.

"Fakat ben seni çok seviyorum! Daha ne istiyorsun?" doğru bir soru değildir. Alacağınız cevap da çok keyifli olmayacaktır.

Bunu kabullenmek, aslında ilişkilere dair pek çok sorunu kolayca çözmenize yardımcı olacaktır. Bir sorunu kolayca çözmek, o sorun ile kolayca yaşayabileceğiniz anlamına gelmiyor elbette.

Zor olacaktır. Çözümü kabullenmek, içselleştirmek, devam etmek...

Ancak ısrar etmek de anlamlı olmayacak.

Bizler bunu bir anlayabilsek...

Bizler bunu hayatımızın her yerine yayabilsek, bunu içselleştirebilsek ve yetiştirdiğimiz çocukları bu şekilde eğitebilsek...

İşte o zaman şiddetin önüne geçebiliriz ancak...

Fiziksel ya da psikolojik, fark etmez...

Seversiniz, sevmesiniz ancak Hıncal Uluç'un taa 1995'te yazdığı bir yazısını zihnime kazımıştım. Asla unutmadım.

Şöyle bitiriyordu yazısını;

"Her sevdiğimiz bizi sevmek zorunda mı?

Ya o da bir başkasını seviyor, bir başkasına şiirler yazıyorsa?

Sevmek güzeldir aslında. Sevilmesen de sevmek...

O halde sevmeye devam, sevgiye devam.

Bizleri de seven çıkacaktır bir gün, nasılsa..."

Hepsi bu...