Behzat Ç ile 46 arasındaki fark ne?

‘46 Yok Olan’ ille de bir başka yapımla ilişkilendirilecekse, bunun aynı ekibin ürünü ‘Behzat Ç.’ olması daha doğru bir yaklaşım. ‘Behzat Ç.’ filmindeki gibi cinayetlerde ipin ucunun Murat dışında bir kişiye ulaşma ihtimali de var.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘46 Yok Olan’ zoru başarmaya uğraşıyor ama…

Her şeyin ilki zordur derler. İlk adım, ilk kelime, ilk aşk ve cümle ilk girişim. Hepsi heyecan ve merak kadar korkuyu da yaşatıyor insana. Özellikle mevcut düzene çomak sokacak bir ilk yaratılmak isteniyorsa, zorluk daha da fazla. Çünkü fark yaratmak için harcanan çabanın büyüklüğü bir yana, nasıl bir geri dönüş olacağına dair deneyimsizliğin tedirginliği, ilk olmanın riskini kabartıyor. Öte yandan her şeyin ilki güzeldir tesellisi de mevcut, çekinceleri görünmez kılıp ilkleri teşvik etmek için. Yanı sıra ilklerin, aksaklıklardan ders çıkartıp ileride aynı hatalara düşmemek gibi bir avantaj yarattıklarını da unutmamak lazım.

Kısacası; İlkler hem vazgeçilmez bir çekiciliğe sahip, hem de meşakkatli bir durum. Nitekim ekranda farklı bir tablo yaratmak istendiğinde, bu gerçek de hemencecik çıkıveriyor ortaya. Olumlu ayrıntılar olumsuzluklarla harmanlanırken, getirilen yenilikçi ayrıntılar ötelenip ‘Acaba tutacak mı’ hesapları baskınlaşıyor. Tabii hatalar da sıralanıyor. Gölü yoğurt yapmaya niyetlenen Nasreddin Hoca’nın ‘Ya tutarsa’ mantığıyla, üç saatlik Müdür temaşasının ardından, gecenin geç saatinde ekrana çalınan ‘46 Yok Olan’ mayasında olduğu gibi!

Maya tuttu mu, bundan öte tutmaz mı, tutmuş gibi görünüp kesilir mi? Mevcutlardan değişik bir yola baş koyarak, riskleri göze alarak zoru başarmaya uğraşan ‘46 Yok Olan’ı, bu mayayı tutturma işinde açığa çıkanlara bakarak yorumlayalım. Daha önce ön değerlendirmede bulunup favori gösterdiğim ve ‘Ekranda yokluğu hissedilen ne varsa bünyesinde barındırarak fark yaratacak kapasitede’ dediğim yapım da… Klişelerin dışındaki işlere pek rağbet göstermeyerek diziye 22’inciliği layık gören izleyici kesimi de eteklerindeki taşları döküp renklerini belli ettiler nasılsa. Artık her şey ayan beyan ortada. Bu nedenle, ‘46 Yok Olan’ zoru başarmaya uğraşırken, dilimizdekileri dökme sırası bizde bu aşamada.

46 YOK OLAN’DA VAR OLANLAR…

Nunova Film yapımcılığında ekrana taşınan ‘46 Yok Olan’ın ilgimi fazlaca çekmesinin sebebi, yeni dizileri incelediğim yazımda da belirttiğim gibi, sıradanın ötesine geçip öne çıkmasını sağlayacak yönlerinin çokluğuydu. Dolayısıyla dizinin incelemesine de buradan başlamak istiyorum. Bunun için ‘46 Yok Olan’da var olanlar neler diye bakacağım ilk etapta.

Proje aşamasından itibaren diziye farklılık katan ismi geliyor baş sırada. ‘46’ insana dair bir sayı. Öncelikle, gittikçe değeri artan genetikle paralel olarak sıkça bahsi geçen, insan DNA’sındaki kromozom sayısını gösteriyor. Kimilerine 46’lık denişinden yaklaşırsak, bir başka ilginçlik daha çıkıyor ortaya. Çünkü Türk Ceza Kanunu’nun 46. Maddesi, akıl sağlığı yerinde olmayanların cezai ehliyetinin bulunmadığını nitelediğinden bu sayı, DNA’nın dışında aynı zamanda ‘delilik’ kavramıyla da bağlı insana. İnsanının vazgeçemediği para tutkusunda da bir başka ‘46’ mevcut. Beyaz altın elde edilmesinde kullanılan ve değerli maden olarak resmen kabul ettiğimiz Palladium isimli elementin atom numarası olarak. Öte yandan ‘46’nın insanla kesişen boyutunda, pek çok hüznün yaşandığı Kahramanmaraş’ın plakası olduğunu; mahkemelik olan bina projesine veya bir dergiye isimlik ettiğini de görüyoruz. Velhasıl akla pek çok şey getiren ‘46’, insanı kavrayan isim olarak baştan ayrıcalıklı kılıyor Star’ın yenisini.

‘46 Yok Olan’da var olan bir diğer özellik, Amerikan işlerinin mantığına yakın yerli gerilim dizisi olması. Gerek konusuyla, gerek temposuyla, gerekse yorumuyla mevcut dizilerin akıl öğütücü kısırdöngüsünden çok öte bir çalışma kıvamında. Nasıl ki, içerikten kurguya, oyunculuğundan çekimlerine bu uğurda çaba harcandığı ortada.

Bunun dışında yeni bir anti kahraman yaratma özelliğine sahip. Aldığı madde sonucu çift kişilikli hale gelerek aksiyonunu yaratan ve ‘Daha yeni başlıyoruz’ diyerek diziyi gözden kaçıranlara-eleştirenlere mesajını veren genetikçi Murat, dizinin farkını fark ettirir nitelikte. Hal böyleyken bu karakteri falsosuz biçimde canlandırıp bizi diziye bağlayan Erdal Beşikçioğlu’nun ağır topluğu da, diziyi ayrıcalıklı yapan en önemli ‘var’lardan. Hani dizi, onun sayesinde var olmuş desek yeridir… Ki, ilk bölümden itibaren görünen gerçek de bu zaten.

Polisiye gerilimi fantastiklikle buluşturarak ilkler arasında elini güçlendirmek isteyen yapımda var olan bir başka unsur, süre farkı kuşkusuz. Eder-gider dengesini bilmem ama ben, dizi izleyicisi için tam dozunda gördüğüm bu süreyi çok sevdim. İnsanı ne bıktırıyor, ne de doyumsuzluk yaşatıyor. 60 dakikalık yayın süresini tüm yapımlarda arzulasak dahi şimdilik bunun yaygınlaşması pek mümkün görünmediğinden, özellikle ikinci kuşak dizisi olarak yola çıkanlar için bu süre sıkça düşünülmeli; sonrasında genele yaygınlaşmalı derim.

Öte yandan kimilerince bir din olarak kabul edilen, bazıları tarafından da öteki âlem varlıklarına hükmeden bir deneyim olarak görülen Şamanizm’in dizinin içeriğine monte edilmesi de ‘46’nın kayda değer varlarından! Zira Orta Asya’dan Okyanusya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya, Eskimolardan Kızılderililere geniş bir yelpazede kabul gören; tamamen hayata ve iyiliğe dönük bir felsefeye sahip. Dolayısıyla Tanrı, doğa, insan arasında kopmayan bir bağ olduğu inancı üstüne kurulan ve kişinin, ruhsal terbiye edinmesini sağlayan Şamanizm’i anlayıp özümsemek adına bir vesile. Tabii doğru aktarıldığı takdirde.

‘46’DA YOK OLANLAR…

‘46 Yok Olan’da var olanları sıraladık. Lakin her varın yanında yok olan da bulunur illa ki. Bu nedenle dizinin var olan aksaklıklarını da işaret etmek lazım. Nedir, ‘46’da yok olanlar?

İlk olmanın getirisi midir bilinmez, ‘46’nın ilk bölümünden itibaren dizide bir şeyleri dikte etme telaşını hissetmek mümkün. Bu telaşla olaylar ve altı çizilmek istenen detaylar öylesine çiğ biçimde sunulmuş ki, Murat dışındaki karakterleri özümsemek; onların varlığına inanıp öyküyle bağdaştırmak zorlaştırılmış. Mesela, ilk bölümde Murat’ın koşa koşa amcasını ziyarete gelmesine, yeni sevgiliyle ayaküstü yapılan konuşmalara ne gerek vardı? Bunların hepsi de ‘laf olsun’ havasında gerçekleşti. Şaman Sude’nin peşine düşülüp gidilen partideki atmosfer de başka bir boşluk olarak çıktı karşımıza. Aynı şekilde kamerayla izlenen ameliyatın olayı neydi? Amerikanvari tat katmak için miydi tüm bunlar? Öyle olsa bile daha doyurucu bir havada gerçekleşmesi iyi olurdu. Para isteyen Suriyelilerin eklenmesi, tombalacı kahvedeki buluşma deseniz ayrı bir hava. Hele Murat’ın babasının öldürülüş sahnesindeki eğretiliğe hiç değinmiyorum. Anlayacağınız içeriğin fark yaratma telaşı, gerek konuya hâkim olmayı gerekse karakterlerin hikâyesini içselleştirmeyi sağlayacak, özel sahneleri benimsemeyi kolaylaştıracak sükûnetten yoksun bir anlatıma sürüklemiş diziyi.

‘46’da yok olanlardan biri de detaylara yönelik özen! Şimdi kalkıp ilk bölümdeki alt yazıların bozukluğuna veya İngilizce katliamına ya da zayıf figürasyona değinmeyeceğim. Elbette bunlar da hata ama diğerlerinin yanında onlar basit ayrıntılar olarak kalıyor. Sürgün gibi konulan yayın saatini de geçtik bir kalem. Benim üstünde durduğum özensizlik, Murat’ın yol haritasıyla ilgili. Kardeşini bitkisel hayattan kurtarmak için Şaman ayinlerinde kullanılan içeceğin içindeki halüsinojen maddenin peşine düşen Murat’ın, sade suya tirit biçimde bir dönüşüm süreci başlatması asıl odaklanılan konu açısından hiç hoş olmadı.

Şöyle ki; Murat, törende verilen içeceğin etkisiyle geçmişin hesaplaşmasını yaşamanın ardından törenden kalkıp tıpış tıpış evine geldi. Maddenin ne olduğuna dair merakı nerede kaldı peki? Hiç. Şayet içkiyi tırsıp içmeyen ve aşırıp getiren Salim olmasaydı, ayine katılma çabası güme gidecekti. Ayrıca can dostundan aldığı içkiyi laboratuarına götürüp birkaç havalı hareket sergiledikten sonra şıp diye ilacı hazırlaması da, önceki bilimsel konuşmaları havada bırakıp olayı, Şaman içkisinin tamamına bağımlı hale getirdi. İlacı yapmak bu kadar kolaydıysa onca yıl niye beklenmişti? Sözün kısası Murat’ın alaminüt hazırladığı sözde ilacı kendinde denemesi heyecanımı baştan zedeledi… Ne ilaca, ne de yarattığı dönüşüme inanç bırakmadı bende. Bu etap, dizinin can damarıyken böyle çocuksu biçimde balıklama dalınması, liselileri dahi güldürecek bir bilimsellikle kimyasal karışıma vakıf olunması dizinin profesyonellik yönüyle hiç bağdaşmadı doğrusu. Olayın temeli bu denli küçümsenmişken, sonrasındaki gelişmelerin fantastikliğini nasıl kabullenelim? Diziyi favori olarak görmüş olsak bile, zor.

‘46’da hayal kırıklığı yaratan bir diğer olumsuzluk, Kuzey Ormanlarında sergilenen Şaman ayini oldu! Herkesi içindeki vicdanla ve korkularıyla buluşturan içkiden sonraki ruhsal yolculuk güzel resmedilmişti, görsellik tatmin ediciydi ama… Estonya’dan bile gelenin olduğu vurgulanırken ayinin böylesine minimal ölçüde yansıtılma basitliği bir yana, Şaman adayı olmayanların katılımına izin verilmesi noktası gerçeklerden hayli uzaktı. Çünkü bildiğim kadarıyla Şamanist inisiyasyonda, kişi, üstatların kontrolü altında disiplinli bir eğitimden ve deneyimlerden geçtikten sonra trans deneyimi aşamasına gelebilir. Dizide yapılansa Sude’nin ‘Hazır değilsin’ sözlerine karşılık Murat’ın ‘Hazırım’ ısrarcılığıyla ayine katılma kolaycılığından ibaret. Keşke ilacın bulunması ve kötücül Murat’ın devreye girmesi için kullanılan Şamanizm konusunda çok daha kapsamlı ve gerçekçi bir gelişim yaratılsaymış diyorum.

BEHZAT Ç’NİN TERSİNE ÇEVRİLMİŞ HALİ, ‘46 YOK OLAN’…

Dizinin varlarını-yoklarını özetlemenin ardından gelelim içerik kritiğine… Malum, adı ve öyküsü gündeme düştüğünde yakıştırmalar da hemen başlamıştı. İlk etapta ‘46 Yok Olan’a ‘Breaking Bad’ esinlenmesi etiketi uygun görüldü. Ardından dizinin temelini ‘Dr Jeykll-Mr. Hyde’a dayandırma merakı ağır bastı. Niye? Çünkü her iki işte de alınan ilaç sonrası gelişen kişilik değişimi vardı. Ancak bana göre ne öteki, ne beriki… Doğrusu, ‘46 Yok Olan’ marjinal sahnelerle süslenmiş, fantastikliğe yeltenmiş ‘Behzat Ç’nin dönüştürülmüş hali!

Ne ilgisi var diyenleri duyar gibiyim. İlgisi, özünde-tadında! Zira anlatım üslubu başta olmak üzere aynı tadı almamızı sağlayan pek çok ortak yön var. Öncelikle oyunculuğunu, iğneleyici kara mizahla süsleyip kendi kendine ‘Çok tatlısın’ diyerek ilaçlı kişiliğini sergilemeye girişen Erdal Beşikçioğlu’nun, dönüşümlü Murat halinde yine bir kafa güzelliği hâkim. Tek farkla, bu kez içki yerine karışımdan üretilen ilaçla renklenen bir karakter izliyoruz ekranda. Ayrıca her iki dizinin senaryosunun Ercan Mehmet Erdem’e ait olması, yönetmen koltuğunda Serdar Akar’ın bulunması da aynı tadı almadaki etkenler. Erdal Beşikçioğlu’nun dışında Berkan Şal, Ayça Eren gibi isimler de ‘Behzat Ç.’yle ortak noktalardan. İlaveten öykünün gidişatı da, ikinci bölümden itibaren polisiye gerilime meyletmeye başladı. İyilikle kötülüğü buluşturan kişilik ikileminin, baba katilini bulma macerasına çevrilmesiyle hikâyenin mistik, genetik ve bilimsel yönü arka planda kaldı. Böylece avcıyken ava dönüşen bir Erdal Beşikçioğlu karakteri yaratıldı… Ki, bunu da henüz tam etkinleştirilmeyen Saygın Soysal-Yasemin Allen ikilisinin polisiye takipçiliğinde, ‘Behzat Ç.’nin tersine çevrilmiş fantastikliği gibi algılamak mümkün.

Sonuçta; Yüksek manevi güce sahip kişiler, yeryüzüne çeşitli ilimleri güçlü beyin dalgalarıyla yayarken bunu tersine çevirmenin mümkün olduğunu ispata soyunan ‘46 Yok Olan’ ille de bir başka yapımla ilişkilendirilecekse, bunun aynı ekibin ürünü ‘Behzat Ç.’ olması daha doğru bir yaklaşım. Hatta öyle ki, tıpkı ‘Behzat Ç.’ filmindeki gibi cinayetlerde ipin ucunun Murat dışında umulmayan bir kişiye ulaşma ihtimali de kuvvetle muhtemel. Ferit ya da Selin sorumlu olabilir mesela. Ben, ‘Behzat Ç.’ filmiyle bağ kurup Selin’den daha çok şüphelendim. Öngörümde haklı olup olmadığımı zamanla göreceğiz. Gelelim dizinin başarı oranına…

Erkeksi havada takılan Selin Komiser rolünde karşımıza çıkıp ‘Kaos iyidir, insanı dinç tutar diyen’ Yasemin Allen ile suçludan kanun adamına dönüşüm yaşayan Saygın Soysal’ı farklı bir tipte yeniden ekrana taşıyan Doğan’ın daha aktif olmasını beklediğim ‘46 Yok Olan’, başarılı olacağını düşündüğüm bir işti. Nitekim öyle büyük bir hayal kırıklığı da yaşatmadı bana. Temel hedefi, Ezo’yu iyileştirecek karışımı bulmak olan Murat’ın işine bağlı ciddi çalışan bir bilim insanıyken birdenbire yoldan çıkıp ilaç bağımlısına dönüşmesine; mevcut ilacın Ezo’da işe yaramadığını gördüğü halde neden sürekli kendine enjekte ettiği konusuna bir anlam veremesem dahi diziyi sırtlayan Erdal Beşikçioğlu’nun performansını izlemekten keyif aldım.

Ancak önemli olan bu gelişimin devamı! ‘46 Yok Olan’ zoru başarmaya uğraşıyor ama bunu yaparken çıktığı yolda dönüşüm yaşamaması gerek. Umudum, ilaç sonrası kişilik değiştiren Murat’ın icraatlarını geri dönüşlerle vermeyi gelecek bölüme malzeme yapan dizinin, devamında daha başarılı bir senaryo süreci ve aradaki bağları doğru kuran öykü mantığıyla gelişmesinden yana. Aksi takdirde Ezo’yu iyileştirme kaygısı ve psikiyatr Ceyla’nın varlığı başta olmak üzere, dizide boşta kalıp tatminsizlik yaratacak yön çok olacak. Fantastik gerilim hevesinin güme gitmesi de cabası. Yeni bir ‘Behzat Ç.’ versiyonu yaratmaya gerek var mı?

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal